Var mıdır acaba?
“Yoktur” demeyi çok isterdim.
“Turizmciler yeryüzünün bütün kültürlerini tanıyan
insanlardır. Ne demek şiddet?” diyerek bu sorunun ne kadar abes olduğunu
anlatabilmek isterdim.
Bu konuda bir şeyler karalarken haddimi aşacağım. Dileyen erkek, eğer şiddet uyguluyor ise, üstüne alınabilir.
Bir turizmci arkadaşımın bende fazlasıyla olduğunu
vurguladığı fincancı katırlarını ürkütme misyonumu yine kullanacağım.
Köpeksiz köyde değneksiz gezmeyi deneyeceğim. Turizmin
erkek egemen sohbetlerinde hiç gündeme gelmeyen/getirilmeyen bir merakımı
gidermek istiyorum.
Turizmci ailelerde şiddet var mı? Turizmci ailelerde,
eşinden dayak yiyen, taciz edilen kadın olabilir mi?
Zihinlerde bu tabuyu muhafaza ettiğimiz gizli bölmeleri
ziyaret etmeye hazır mısınız?
Aslında, dayak
ya da taciz, şiddet yelpazesinde sadece bir bölümü kaplar. Alay, küçük düşürme,
tecrit, tehdit, yasaklamalar da şiddet eylemidir.
Acı, ama Türkiye, Dünya Sağlık Örgütünün yıllık
raporlarında, hiç hoşa gitmeyecek istatistiklerle ilk sıralarda yer alıyor.
Bu istatistikler sadece resmi kayıtlara geçenler. Bu
oranların birkaç katı şiddet uygulamalarında kadın kan kusuyor, kızılcık
şerbeti içtiğini söylüyor.
İnsan, ne ruhundaki şiddet dürtüsü için pişmanlık
yaşayacağı bir olgunluğa erişebiliyor, ne de geleceğinden tamamen silecek bir
duruş sergileyebiliyor.
Genetik hafızamızın, kadını, erkeğe ait bir meta olarak
kaydeden kodlarında esaslı bir alt üst olma yaşanmadan, aile içi şiddeti
tarihin utanç müzesine yollamak zor gibi görünüyor.
Şimdi soralım. Okurdan da aynaya bakarak kendisine
sormasını umalım;
Turizmci ailelerde, şiddet var mıdır? Turizmci erkek eşine
şiddet uygulamakta mıdır? Ya da turizmci kadın eşinden şiddet görmekte midir?
"İşi gücü bıraktın, şimdi de ailemizin mahremiyetine
mi el attın? Sana ne bizim aile içi sorunlarımızdan? Kocam değil mi, döver de
sever de" diyenler daha fazla gerilmemek adına okumayı hemen burada
bırakabilirler. Böyle algılanma riskini göze alıyorum ve yazdıklarıma bu
tepkiyi verecek olan okurdan peşinen özür diliyorum.
Ama, iş bu kadar basit olsaydı keşke... Birkaç nedenle
aile içi şiddet ilgi alanıma giriyor. Kentimi, huzurlu ve iyi yetişmiş
insanlarla paylaşmak hakkım adına, aile içi şiddete, o şiddeti yaratan öfkeden
daha fazlası ile muhalefet ediyorum.
En basitinden, şiddetin egemen olduğu bir aile ortamının,
ana karnından su duruluğunda doğan bebekleri gaspçı, hırsız, dolandırıcı,
kapkaççı ve katil yapan en önemli etken olduğunu biliyorum.
Turizmci dostum Sevgili Oktay Köylü’nün geçtiğimiz
yıllarda yazdığım bir makaleye ilettiği yorumunu çok önemseyerek birkaç kez
okudum:
"Bu ülke olması gereken yerden çok gerilerde
kalmışsa, bunun birinci nedeni, kadının toplumda üretmemesi, konuşmaması,
yazamaması, tepki vermemesi ve edilgen olması, kısaca var olmamasıdır. Yani
yarısı olmayan bir insan gibiyiz, Türkiye halkı olarak."
Hak veriyorum ve bu nedenle toplumsal hayatımızda kadının
eksikliğini vurgulamak adına bu konularda ısrarcı oluyorum.
Soruna, bir parçası olduğum turizm sektöründe verimlilik
perspektifinden de bakıyorum. En
kestirme ifadesi ile aile ortamında şiddete maruz kalan turizm çalışanı kadının
ertesi gün işyerinde ne kadar verimli olabileceği ile ilgiliyim.
Potansiyelinin, yıllık verimlilik profiline ne ölçüde yansıdığını da çok merak
ediyorum.
Kırılmış bir gururu, asık bir surat ya da suni bir neşe
ardına gizleyerek işe gelen bir kadın, enerjisini ne ölçüde işine harcar?
Nasıl çalışır?
Eskilerden bir jilet reklamından esinlenerek ifade
ediyorum; "Yahu turizmciler okumuş çocuklardır. Eğitimlidirler.
Dünyayı gezmiş, görmüşlerdir. Onlar eşlerine şiddet uygulamazlar" cümlesi
içi boş bir nakarattır. Mezarlık yakınlarından geçerken ıslık çalmaya benzer.
Sorunu, çözümsüzlük halısının altına süpürmektir.
Kayıtlar hiç de iç açıcı değil.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun araştırma sonuçlarına
göre, ailelerin yüzde 34'ünde fiziksel, yüzde 53’ünde ise sözlü şiddete
rastlanmaktadır.
Kadın Dayanışma Vakfı'nın 1995'te başkent Ankara'daki
gecekondularda yaşayan kadınlar arasında yaptığı bir araştırma, kadınların
yüzde 97'sinin kocalarının saldırısına uğradığını ortaya koyuyor. (Başbakanlık
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü )
Başka bir araştırma, kadınların yüzde 58'inin yalnızca
kocalarından, nişanlılarından, erkek arkadaşlarından ve erkek kardeşlerinden
değil, kadın akrabalar da dahil olmak üzere kocalarının ailesinden de aile içi
şiddete maruz kaldığını göstermektedir. (Ankara Tabip Odası, 2002)
Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusundaki çeşitli kentlerde
yapılan bir araştırma, kadınların yüzde 45,7'sine kocalarının seçiminde
danışılmadığını ve yüzde 50,8'inin rızaları olmadan evlendirildiğini ortaya
koymaktadır. (İlkkaracan, 2000)
Başka bir araştırmada 112 kadın
ile görüşülmüş, şiddete uğrayan kadınların yüzde 91,1'inin kocalarından, yüzde
8,9'unun babalarından şiddet gördüğü anlaşılmıştır. Şiddete uğrayan kadınların
bedensel şikayetleri yüzde 43,4 ile morarma, yaralanma, çürük, yüzde 44,3 ile
hastanelik dereceye gelme (kırık, ağır yaralanma), yüzde 13 ile çocuk düşürme
olarak belirtilmiştir. Şiddetin devam ettiği süre ise, şiddete uğrayanların
yüzde 37,5'inde 11 yıldan fazla, yüzde 28,6'sında 6 - 10 yıl, yüzde
23'ünde ise 1 - 5 yıldır. (Yıldırım, 1998)
Diğer bir araştırmaya katılan kadınların yüzde 39'u
fiziksel şiddete maruz kalmış, yüzde 2'si ölüm tehdidi almıştır.
Aile Araştırma Kurumu ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı'nın
1997'deki araştırmasına göre, kadınların yüzde 45,8'i balayı döneminin sonunda,
yüzde 1,3'ü ilk çocuklarına hamileliklerinde ve yüzde 9,9'u doğumdan sonra
şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir.
Türkiye’de manzara bu. Kazanda pişen pilavın demi,
pirincin yapısı bu. Neresinden
bir kaşık alırsanız alın, fark etmez.
Türkiye, aile içi şiddet travması ile malul. Turizm
sektörü de bu maluliyetin dışında değil.
Yönetim ekibindekileri bir yana bırakırsak, kat
hizmetleri, çamaşırhane, servis, kadınların en çok istihdam edildikleri
departmanlardır. Bu departmanlarda çalışmak ileri düzeyde bir konsantrasyon,
dikkat ve işe sevgi gerektirir.
Şiddete maruz kalan, hatta artık tevekkül ile
içselleştiren kadının bu konsantrasyonu, dikkati ve sevgiyi ne ölçüde
verebileceği kuşku götürür.
Turizm işletmeleri, personel eğitimlerini, yasak savma
kabilinden bir yük olarak görmekten vazgeçerse... İnsanlarını eğitmenin
toplumsal bir görev olduğu gerçeğini görürlerse... Eğitim yolculuğunun kişiyi
şiddetten uzaklaştıran bir terapi olduğunu kabul ederlerse... Sert şiddet iklimi
yerini diyalog iklimine terk eder.
Profesyonel iş dünyasında işletmelerin çalışanlarına bir
baba imajı çizmesini kast etmiyorum. Bu yaklaşım, kurumsal işleyişe amatör bir
içerik kazandırır.
İşyerlerinin, büyük ve mutlu bir aile olmaktan daha farklı
bir değeri olmalı; başarılı bir işyeri olmak.
İşyerlerinde başarılı, özgür düşünceli, dogmalardan uzak,
verimli, strese karşı sağlam insanlar kazanmak için verilecek eğitim, aile
ortamından şiddeti temizlemeye, erkeğin, iletişimden şiddeti çıkartmasına
yarayan sosyal bir
yatırımdır.
Çalışanlarını doğru ve iyi insanlar olarak kazanmak amacı
ile eğitim programlarına dahil eden şirketlerin, dolaylı olarak toplumu
dönüştürme politikalarına destek olacakları muhakkaktır.
İnsanı dönüştürmek, toplumu dönüştürmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder