20 Aralık 2016 Salı

Büyükelçi Suikastını Nasıl Okumalıyız?

Turizmciler, 2015 Kasım Rus savaş uçağının düşürülmesinden itibaren derin bir karamsarlığın dibine gömüldü.

Birkaç yıldan bu yana aniden bastıran krizler de süreçleri doğru okuma kapasitemizi ciddi oranda düşürdü.

Sabır… Sağduyu… Objektiflik… Akılcılık..
Hepsi kayboldu…

Acelecilik… Korku… Panik… Telaş..
Boşluğu doldurdu.

Dün gece Rusya’nın Ankara Büyükelçisi’nin bir suikast sonucu öldürülmesinden sonra da aynı telaş ve panik hali patladı.

Okumuş yazmış, donanımlı olduğu kabul edilen birçok turizmciden korku ve panik kokan yorumlar peş peşe geldi;

“ Putin bunun hesabını bizden sorar… Mahvolduk… Türkiye bu sefer bitti… Bunun faturası bizden sorulur..”

Turizm gibi bir sektörü omuzlamış üst düzey profesyonellerden beklenmeyecek ölçüde bir panik hali… Korku… Olayın önünü arkasını analiz etmeden yapılan gelişi güzel bir yorum…

Bayanlar baylar, böylesine zor zamanlarda bizlerin sokaktaki adam gibi davranmaya ve hiçbir dayanağı olmayan yorumlar yapmaya hakkımız yoktur…

Öncelikle biraz beklemek gerekir.

Olayın hemen ardından sıcağı sıcağına yapılan analizler çok sağlıklı olmaz. Zira ortada bir tespit yapabilmek için yeterli veri yoktur.

Dün gece birçok turizmci panik halinde bedel ödemekten, faturanın bize çıkacağından bahsederken, saldırının ve mesajın asıl muhatabı Putin mükemmel bir tespit yaptı.

“ Bu cinayet gelişmekte olan Ankara ve Moskova ilişkilerini çökertmeye yönelik bir provokasyondur.  Hedef gittikçe normalleşen Türkiye Rusya ilişkilerini sabote etmektir. Bu suikast ile, Türkiye, Rusya ve İran tarafından hayat geçirilmekte olan Suriye Barış sürecine de zarar vermek amaçlanmaktadır. Buna tek bir cevap olacaktır: Terörizme karşı mücadeleyi yükseltmek. Haydutlar bunu hissedecekler.”

Putin istihbaratın en derin aşamalarından geçerek Rusya gibi bir devin başına geçmiş bir lider gibi davranıyor. Suikastı öncesi ve sonrası ile doğru okuyor. Dar bir bakış açısının tetiklediği intikamcılıkla değil, geniş bir bakış açısına dayalı bir serinkanlılıkla davranıyor.

Bir başka sakin ve mantıklı açıklama Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Maria Zakharova’dan;
“ Olayı bir terör saldırısı olarak değerlendiriyoruz. Suikastı bütün boyutları ile araştırmak için kararlı olan Türk güvenlik güçleri ile kontak halindeyiz. Suikastın arkasındakiler kesinlikle cezalandırılacak. Bu olayı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine taşıyacağız. Terörizm kazanamayacak. Bu sürece karşı kararlı adımlar atacağız.”

Bu sözleri, Rusya adına en yetkili ağızlardan bir tanesinden duyuyoruz. Rusya dış politikası adına açıklama yapmaya yetkili bir görevli konuşuyor. Dış İşleri sözcüsü Rusya’nın bu suikastın arka planını nasıl okuduğunu ifade ediyor. Bu açıklamalardan Türkiye’nin hedef tahtasında olduğu sonucu çıkarılabilir mi?

Putin’in en yakın yönetim çevresinden senatör Franz Klitsevich suikastın hemen ardından yaptığı açıklamada faili biraz daha net tanımlıyor.

“ Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi’ne yapılan suikast NATO gizli servisleri tarafından organize edildi. Bu saldırı bir provokasyondur ve Moskova’ya açık bir kavga davetidir. BU bir terör saldırısıdır. İntikam alacağız.”

Suikaste uğrayan Büyükelçi Karlov’un Türkiye ile ilgili görüşleri ve önerileri de yaşanan bu terör saldırısını çözmek için birçok ipucu veriyor. Karlov, Türkiye’yi, Batı ile Avrasya arasında yükselen ayrışmada, Şanghay Beşlisi içinde görmek isteyenler arasında yer alıyor. Aşağıdaki sözler Büyükelçiye ait;

Karlov, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ŞİÖ'ye katılmayı değerlendirebileceği yönündeki sözlerine ilişkin, hem Kazakistan'ın hem de Çin'in Türkiye'yi ŞİÖ üyesi olarak görmek istediklerini belirterek, "Her şey tamamen Ankara'nın kararına bağlıdır. ŞİÖ'ye üyelik sürecinde biz Rusya olarak Türkiye'den Avrupa Birliği'yle (AB) ilişkilerin soğutulmasını veya durdurulmasını hiçbir şekilde talep etmeyeceğiz" demişti.

Nasıl?

Şimdi bu derin suikaste biraz daha farklı bakıyor musunuz?

Bayanlar Baylar,

Zor, kanlı ve sabrın çok gerekli olduğu vahim zamanlardan geçiyoruz. Atılacak bir yanlış adım, söylenecek bir yanlış söz akıl almaz derecede tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Sakin bir akıl, 360 dereceyi gören ve analiz edebilen gözler ve bilimsel bakış açısı her zamankinden daha önemlidir. Sektörü iyice panikletecek yorumlar gelecek yılları da rehin alacak bir yılgınlık havasını getirir. 

Yapmayın!

Her şeyden önemlisi;


İktidarlar gelir, gider ve yerine yenileri gelir. Ama Türkiye dimdik ayakta kalır. Geçmişi, geleceği, müthiş potansiyeli, milleti ile bu büyük Ülkeye güvenmeye devam..

23 Kasım 2016 Çarşamba

Almanya Pazarında radikal değişim zamanı

Satış ve Pazarlama Dünyası hala satış ve pazarlama kavramları ve bunların pazarda hangi eylemleri ifade ettiği ile ilgili net bir düşünceye sahip değil.

İçindeki maddelerin tamamının asla hayata geçmeyeceği kontratları imzalamayı ‘otelini pazarlamak’ olarak kabul eden birçok Satış ve Pazarlama Müdürü tanıyorum.

Yaklaşık olarak 150-160 acente ile kontrat imzaladıktan sonra “ otelimin pazarlamasını tamamladım” diyebilenler de var…

Otel değil, semt pazarında ikizlere takke satıyor sanki… “ Pazar bereketli idi, elimdeki bütün malları sattım çok şükür” gibi bir yaklaşım işte…

Ey okur, fırsat bulmuş ve elim değmişken, hayrıma bu marketing mevzusunu tekrar ele alayım, bu konudaki yanlış bilgileri sileyim, dağarcığınızdaki entelektüel şakülü düzelteyim.

Bakınız, işin uzmanları diyor ki;

 “ Pazarlama müşterinin isteklerini saptamak ve bunları ona vermektir” Tim Cohn

“ Pazarlamanın amacı müşteriye ulaşmak ve onu ürünlerinizi satın almaya, kullanmaya ve yeniden satın almaya yöneltmektir.” Alexander Hiam

“ Pazarlama bir organizasyonal faaliyettir. Müşteriler ile iletişim kurmayı, onlar için değer yaratmayı ve kendilerine sunmayı içerir. Pazarlama, ayrıca müşteri ile işletme arasındaki iletişimi her bağlamda sürdürmek ve süreçten her iki tarafın da azami faydayı elde etmesini sağlamaktır.” Amerika Pazarlama Birliği

Pazarlama dinamik ve güncel aktivitelerden oluşur. Böylece müşteri ve işletme için karlı bir değiş tokuş fırsatı ortaya çıkar. Pazarlama en genel anlamda müşterinin gereksinimlerini karşılar ve onların satın alıp tüketeceği ürünler yaratır.


Demek ki neymiş? Pazarlama ile kontratlar pek alakalı değildir

Bir masa başında oturup saatlerce süren makara, bir ton çay ve kahve eşliğinde imzalanan kontratlar ile pazarlama arasında pek bir alaka yokmuş.

Şimdi ben buradan Almanya pazarına geleceğim. Turizmcilerimizin, adeta ‘hacı’ olduklarını sandığı ITB – Berlin Fuarına katılım dışında pek derinliklerine girmediği Almanya…

En kabadayısının, tatillerin tarihlerini merak edip kaydettiği, bir de tur operatöründen “ höt” narasını duyduğunda “ al sana aksiyon” diyerek cevap vermekle yetindiği devasa pazar…

Demografik analiz?
O ne?

Ekonomik tahlil?
Buyur?

Almanya çapında STK’lar ile insani iletişim?
Nasıl yani?

Almanya’daki 4 milyon Türkiye kökenli için özel pr ve pazarlama?
Bu da nereden çıktı şimdi?

Almanya toplumundaki sosyolojik değişim?
Abi ne diyorsun sen ya?

E o zaman böyle başa böyle tarak. Elinin arasından ıslak sabun gibi kayan Pazar payının ardından hüzün ve şaşkınlık ile bakakalırsın.

Tek silahın indirim olursa, pazarda ‘ucuz’ ürün olarak zihinlere kazınırsın. Her yaz sonu imzaladığın o ‘yüksek’ fiyatlı kontratlar daha yüksek sezon gelmeden paçavraya döner. Tüketici indirim geleceğinden emindir. Kalırsın son dakikaya.

Sizinle, Almanya pazarındaki orta ve uzun vadeli varlığınız için çok önemli olduğunu düşündüğüm bir veri paylaşacağım.

Almanya bir yalnızlar ülkesi oluyor
Alman Federal Suç Dairesi verilerine göre, "2015 itibarıyla Almanya'da bulunan 40 milyon 774 bin konutun yüzde 41,4'ünde tek kişi, yüzde 34,2'sinde 2 kişi yaşıyor”

Yani, Almanya’da yaşayanların ekseriyeti kendisine tek kişilik bir Dünya kurmuş. Hayat ile bütün ilişkisini bu tek kişilik kanal üzerinden yürütüyor.

Tek kişilik Dünyasında neler oluyor?
Tek kişilik ev
Tek kişilik tüketim
Tek kişilik duygusal duruş
Tek kişilik planlama
Tek kişilik gelecek
Tek kişilik ölüm

Bu kadar açık ve net…
Aile yok.
Dostlar yok.
Evlerde geniş mekanlar, çok sayıda oda, yemek çeşitleri yok.
Bolca internet var
Bolca TV kanalı var
Bolca online ya da manuel oyunlar var

Gelecek planlamanızı gözden geçirin

Bu tek kişilik Dünyada, çok değil, on yıl önceki gibi, kalabalık ailelerle gidilen tatillere yer var mı peki? Aylar öncesinden, hep birlikte planlama ve ortak karar ile destinasyon seçimi var mı? 

Tatil için uzun uzun sohbetler, değerlendirmeler var mı?

Yok!

Almanya’da hızla yalnızlaşan toplumun tatil ile ilgili algıları değişmekte midir?

Elbette!

Tek kişilik tatiller hızla yükselecek.

Bundan 10-15 yıl sonra Almanya’da hala aile tatili satmaya çalışanlar hayal kırıklığı yaşayacaklar. Bu tatili talep edecek hedef kitle olmayacak.

Almanya şimdiden daha çok solo tatiller talep etmeye başladı bile… Bu trend artarak devam edecek. Almanya’daki operatörler daha fazla tek kişilik paketler sunmaya başlayacak.

Hesabınızı buna göre yapın. Tesislerinizi yeniden yapılandırın.

Demedi, demeyin, o aile tatili paketleriniz elinizde patlar.

Ne yapmalı?


Onu da bir başka sefere anlatırım…

14 Kasım 2016 Pazartesi

İşletmeler de kalp krizi geçirir

Biyolojik açıdan kalp krizi, bedenindeki kan dolaşımını sağlayan bir kalp olan canlılar için geçerlidir. Somut ve yaşayan bir canlı bile olmayan kurumlar ve kalp krizi?
Ne alaka diyeceksiniz…
Anlatayım.


Önce bu berbat sorunun kısa bir tanımı;
Kalp krizi, kalbi besleyen damarların kan akımının çeşitli nedenlerle ani azalmasına veya kesilmesine bağlı olarak gelişen bir durumdur. Büyük çoğunluğu kalp damarının pıhtı ile tıkanması sonucu gelişir. Daha düşük oranlarda ise kalp damarlarında gelişen plakların damarı tam tıkaması veya damar tabakalarında ayrılma sonrası kalp damarının tıkanmasıyla kendini gösterir.  

Kriz sırasında kalp kası yeterli oksijen alamaması nedeniyle gerekli olan fonksiyonlarını yapamaz hale gelir. Süre uzadıkça kalp kası geri dönüşümsüz olarak fonksiyon kaybına uğramaya başlar. Hastanın kalp krizi sırasında hayatını kaybetmesinin en büyük nedeni, yeterli enerji alamayan kalbin ritminin bozulmasıdır. 

Şimdi bu tanımı kurumlara uyarlayalım;
Kurumsal kalp krizi, kurumun iş akış süreçlerini besleyen damarlardaki bilgi akımının çeşitli nedenlerle ani azalmasına veya kesilmesine bağlı olarak gelişen bir durumdur. Büyük çoğunluğu iş akış süreçlerini besleyen damarların yanlış kararlar ile tıkanması sonucu gelişir. Daha düşük oranlarda ise, iş akış süreçlerinde başlayan gecikmelerin, aksamaların ve hataların süreci sekteye uğratması ile kendini gösterir.

( Her türden ) kriz sırasında ekiplerin yeterli bilgi, destek alamaması nedeniyle sistem fonksiyonlarını yerine getiremez hale gelir. Kriz süresi uzadıkça iş akış süreçleri geri dönüşü olmayacak biçimde etkinliğini kaybeder. İşletmenin, kurumsal kalp krizi sırasında hayatını kaybetmesinin en büyük nedeni, yeterli bilgiyi, ( nakit akışını) vb alamamasıdır.

Kalp krizine neden olan faktörler nelerdir?
Kalp krizinin oluşmasına neden olan faktörlerin başında, diyabet, kolesterol ve tansiyon yüksekliği, aşırı kilo, ailevi yatkınlık ve sigara kullanımı geliyor.    
Kurumsal kalp krizinin oluşmasına neden olan faktörlerin başında, sistemsel diyabet, kolestrol ve tansiyon yüksekliği, kurumsal obezite, genetik miras ve informatik dumanaltı oluş gelir.

Sistemsel diyabet de nedir?
Önce tıbbi anlamdaki tanımı okuyalım. Diabetes Mellitus (DM), pankreasın yeterli insulin üretememesi veya vücudun ürettiği insülini etkili bir şekilde kullanamaması sonucu oluşan ömür boyu devam eden kronik ve insülin üreten hücrelerin azalması ile devam eden bir hastalıktır.

Sistemsel diyabet ise, sistemin yeterli bilgi üretememesi ve üretilen bilginin de etkili bir şekilde kullanamaması sonucu oluşan ve sistemin sonunu getiren bir hastalıktır. Tıpkı kurumsal diyabet gibi, kurumsal kolestrol, kurumsal tansiyon da işletmeleri hasta eden ve bir zaman sonra komaya sokan rahatsızlıklardır. Genetik miras kurumların kurulduğu andaki özellikleri, yapısı ve dna’sıdır. Sigara içen beden için duman ne ise, informatik dumanaltındaki gereksiz bilgi yoğunluğu da odur.

Kalp krizi nasıl anlaşılır, belirtileri nelerdir?
Kalp krizinin en belirgin belirtisi göğüs ağrısıdır. Bu ağrı göğsün ortasında baskı tarzında olabilse de; sırtta, omuzda, boyunda ve karında da hissedilebilir. Kalp krizi geçiren hastalar baskı tarzında, beraberinde terlemenin de olduğu, bazen kusmanın eklendiği, çok şiddetli, sanki göğüs kafesi bir mengene ile sıkıştırılıyormuş gibi bir ağrıyı tarif etmektedirler.  

Kurumsal kalp krizi nasıl anlaşılır? Belirtileri nelerdir?
Kurumsal kalp krizinin en belirgin belirtisi işletme performansındaki sıkıntıdır. Bu sıkıntı aylık raporlarda görülse de, etkisini farklı alanlarda da gösterir. İnsan kaynakları aksar, işletmede işler zamanında ve sağlıklı yürümez. Ekipman arızası sıklaşır. Genel olarak kirlilik ve arızalar her tarafı sarar. Ürün ve hizmetlerin üretimi ve insanlara ulaştırılması gecikir. Sistem sık sık durur. Sürekli olarak müdahale gerekir.

Kalp krizi anında ne yapılmalı?
Kalp krizi geçirdiğinizi düşünüyorsanız ilk olarak kendinizi güvenli bir konuma alın. Araba kullanıyorsanız hemen arabanızı kenara çekin. Kontrolünüzü kaybederek kendinize ve etrafınızdakilere zarar vermemenizi sağlamalısınız. Ayakta iseniz, oturabileceğiniz bir pozisyona geçiniz. Sonra da size yardım edebilecek etrafınızdaki kişilere durumunuzu bildiriniz. Eğer yakınınızda size yardım edebilecek veya yardım isteyebilecek kişiler yoksa 112 acil hattını arayın. Kalp atışlarınızda düzensizlik, hızlanma veya aşırı yavaşlama hissederseniz öksürerek kalp atışlarınızı düzene sokmaya ya da normalleşmesini sağlamaya çalışın. Eğer aspirin alma şansınız var ise 1 adet aspirini çiğneyebilirsiniz. Unutmayın ki kalp krizi sırasında aspirin çiğnenmesi ile kalp krizinden ölümler yüze 23 oranında azalmıştır. Kalp krizinde dilaltı almak kalp krizini önlemese de kan akışının artmasına neden olmaktadır.

Kurumlar kalp krizi geçirdiği anda ne yapılmalı?
Kurumunuzun kalp krizi geçirdiğini düşünüyorsanız, ilk olarak kendinizi, yönetiminizi ve çalışanlarınızı güvenli bir konuma alın. Kurumsal enerjinizi, finans akışınızı, karar süreçlerinizi, bağlantılarınızı, stoklarınızı, siparişlerinizi, varlıklarınızı gözden geçirin. Paniklemeyin. Kontrolünüzü kaybederek kendinize, çevrenize, kurumunuza, çalışanlarınıza zarar vermeyin. Ani hareketlerden, kararlardan kaçının. Kurumunuzun nefesini, nabzını kontrol edin. İlk aklınıza gelen çözümü hemen hayata geçirmeyin. Bekleyin.

Kalp krizi nasıl tedavi edilir?
Bugün en geçerli acil tedavi yöntemi, balon ve stentle tıkalı olan kalp damarlarının açılmasıdır. Eğer ilk saat içinde tıkalı damar açılabilirse hastanın kalbinde hiçbir hasar kalmayabilir. Kan akımının tekrar sağlanması ne kadar gecikirse kalp o kadar hasar alacaktır. Kalp krizi sonrası hastanın 2-7 gün hastanede kalması gerekir. Bu süre boyunca olası sancılarını azaltmak, kalp ritmini yeniden düzene sokmak, nefes alışverişini rahatlatmak, kan pıhtılaşmasını önlemek için ilaç tedavisi uygulanır.  

Kurumsal kalp krizi nasıl tedavi edilir?
Bu gün için en geçerli acil tedavi yöntemi tıkalı olan bilgi akış kanallarının açılması, nakit akışının sağlıklı bir hale getirilmesi, kurumsal açıkların kapatılması, kurumun gereksiz insan kaynakları yükünden kurtarılmasıdır. Bilgi ve nakit akışının tekrar sağlıklı olarak devreye girmesi ne kadar gecikirse yönetim kademesi o kadar zarar görecektir. Atlatılan kurumsal kalp krizi sonrası en az üç ay ‘Yoğun Bakım’ uygulanmalıdır. Gereksiz finansal yükler azaltılmalı, efektif ve fedakar bir kadro yapılanması sağlanmalıdır. Dozunda bir heyecan ve motivasyon kurumsal kalp krizinin erken atlatılmasında çok yararlı olacaktır.

Kalp krizinden korunmanın yolları nelerdir?
Risk faktörleri olsun ya da olmasın, kalp krizinden ve hastalıklarından korunmak isteyen herkesin haftada 3 gün minimum 30 dakika, tempolu yürüyüş, bisiklet ve yüzme gibi hafif sporlar yapması gerekir.    

Kurumsal kalp krizinden korunmanın yolları nelerdir?
İş yönetim süreçleri yavaşlamış, birimler arasında bilgi akışı durmuş, etkileşim negatif ya da nötr hale gelmişse, kısa ve orta vadeli nakit akışında sorunlar yaşanıyor ise, kurumsal kalp krizi kaçınılmaz hale gelir. Bu acı sondan kaçınmak mümkün mü?

Elbette.
Öncelikle işletmenize bakış açınızı çok etkileyen ve objektif olmanızı engelleyen aşırı aşkı dizginlemekle işe başlayın. Sağlıklı zamanlarınızda kendiniz için çok kullandığınız ‘bana bir şey olmaz’ klişesini kurumunuz ile ilgili söylemlerinizin içinden çıkarın. Size de kurumunuza da bir şey olur. Hem de kimi zaman geri dönüşü olmayacak şekilde olur. İşletmeniz ellerinizin arasında son nefesini verir. İşletmenize kıskanç bir ebeveyn gibi değil, objektif bir hekim gibi yaklaşın. Şeffaflık, insancıllık, cesaret, dürüstlük, tolerans, adaletli yaklaşım, sağlıklı bir denetim her zaman geçerli yöntemlerdir. Bunları işletmenize uygularken cömert olun.  İşletmenize, tatlı sert bir takip sistemi kurun. İşinizi düzenli olarak takip edin. Mutlaka bir B ve C planınız olsun. Acil durumlar için en önemli silahınız duran varlıklar değil, dönen varlıklardır. Kısa ve orta vadede mutlaka güçlü bir dönen varlık stokunuz olsun.


3 Ağustos 2016 Çarşamba

Sorun çok daha büyük, itiraf etmeye korkuyorsunuz

Bu uyarıyı sektöre yıllarını vermiş bir profesyonel olarak yapıyorum.  Başta Antalya olmak üzere, Türkiye’nin lokomotifi olan kitle turizmi çaresizlik sarmalına girmiş durumda. Ayakta kalabilmek adına palyatif çözümlere yöneliyorsunuz, ama sonuçları daha da acı oluyor.
En vahim olanı ise maliyetleri düşürmek adına yapılmakta olanlar. Birkaç büyük zincir dışında, oteller ve gruplar, tasarruf kaygısı ile geleceklerini de ipotek altına alan işler yapıyor. Geçen yıllara göre neredeyse yarı yarıya kadro ile çalışanlar var. Büfeleri ve içecek raflarını azaltanlar da…
Bu yıl bin bir zorlukla getirdiğiniz turistin hemen hemen tamamı mutsuz ayrıldı ve ayrılıyor. Dün bir otel ile ilgili duydum, 16 yıldır Antalya’da tatil yapan Türkiye kökenli bir Alman Genel Müdürü arayarak bir daha Türkiye’de tatil yapmaya hiç sıcak bakmadığını söylemiş. Turizme zarar veren sosyo politik darbelere ilave olarak bir de bu risk var. Ve bu risk politik riskten de berbat sonuçlar doğurur.
Terör korkusu bütün Avrupa’yı sardı
Terör korkusu Avrupalıları güvenli destinasyonlar aramaya yöneltiyor. Daha da doğrusu atı alan Üsküdar’ı da, Akdeniz’i de geçti. Geçmiş olsun.
Yaşanan sıkıntının kısa zamanda sona ereceği gibi bir beklenti içinde olmak zor. İşin kötüsü hem bizim Avrupa’daki algımız hızla negatife dönüşüyor, hem de Akdeniz’deki rakiplerimiz çok başarılı politikalarla Pazar payımızı bir daha kaybetmemek üzere elimizden alıyor. Yarım bu rakipleri tekrar geçebilmek düşündüğümüzden de zor olacak.
Güvenlik endişesi insanın aklına ve kalbine birkaç ayda yerleşmez ve aynı şekilde bu endişeden birkaç ayda kurtulmak çok zordur.
Aşağıdaki yazı Henrique Almeida ve Maria Tadeo’dan çeviridir
Almudena Martin Kanarya Adalarında çalıştığı otellere sel gibi akan turist kalabalıkları ile baş etmeye çalışıyor. İşi zor. Çalıştığı oteli rezervasyonları geçen yıla göre yüzde 20 artmış durumda. Sebep gayet açık, bazı ülkelerdeki terör saldırıları ve insanların güvenli destinasyonlara yönelmesi. Bunların başında da İspanya geliyor.
“ Birkaç hafta içinde inanılmaz sayıda last minute rezervasyonları geldi. Yeni elemanlar aldık ve hızla artan yeni talebi değerlendirebilmek için planlamamızda değişiklikler gerçekleştirmek zorunda kaldık.” diyen Seaside Otelleri Genel Müdür Yardımcısı Almudena Martin “ Bütün hepsinden öte, bu yıl bizde en az iki kez tatile gelen konuklarımız da oldu. Çünkü Kanarya Adaları güvenlik beklentisini karşılayan bir destinasyon” diyerek sözlerini sürdürdü.
Fransa’daki birkaç terör saldırısı ve Türkiye’deki başarısız darbe girişiminin ardından İspanya ve komşusu Portekiz bu yıl rekor sayıda ziyaretçi ağırlayacaklar. Bu yıl turistlerin beklentisi güvenli destinasyonlar ve güneş. Portekiz bu gelişmeler sayesinde tatilcilerin bir yıllık ziyaret programlarının ilk sırasına oturdu.
“ Portekiz her zaman güvenli bir destinasyon olmuştur” diyen Ekonomi Bakanı Manuel Caldeira Cabral sözlerine “ Gelecek yıl sadece yüksek sezonda değil, yılın tamamında bir yükselme bekliyoruz. Ayrıca turist hareketliliği sadece kıyılarda değil, ülke bütününde yoğunlaşacak” diyerek devam etti. Portekiz turizm hareketinin segmentasyonu için çalışıyor. Ülke hem spor turizminde, hem de kurumsal organizasyonlarda yoğunlaşacak.
Turizm İspanya ve Portekiz ekonomileri için çok önemli. İki ülkede de GSMH’nın yüzde 10’unu turizm sağlıyor. Geçtiğimiz Mayıs ayında İspanya’ya turist girişi yüzde 7.4 artmıştı. Buna paralel olarak turist başına harcama oranı da yüzde 7.8 yükseldi. Portekiz ise turist gecelemelerinde yüzde 13 artış elde etti.
Bölgesel Huzursuzluklar
İspanya ve Portekiz’den farklı olarak Türkiye ve Fransa ‘da işler tersine gitti. Geçen yıl Paris ve çevresinde 130 kişiyi teröre kurban veren Fransa’da geçen yılın son çeyreğinde turist sayısı yüzde 8.7 düşüş kaydetti. Dünyanın en çok ziyaretçi ağırlayan ülkesinde işler tersine gitmeye başladı.
İspanya’daki ESADE İşletme Okulundan Profesör Joseph Francesc Valls “ Türkiye artık bir çatışma alanı olarak görülüyor” diyor. Geleneksel turistleri Türkiye’den vazgeçtiği oranda İberia Yarımadası’nın trafiği yükseliyor. Dönüş yapanların Türkiye’den vazgeçtiklerini anlamak zor değil, zira hemen hemen aynı profile sahipler. Valls, güneş arayan Avrupalı ailelerin Türkiye ile benzer iklime sahip olan İspanya’yı tercih ettiklerini belirtiyor.
Portekiz Yatırımları
Bütün bunlardan bu artışın Portekiz’e bir lütuf olduğu sonucu çıkmamalı. Hükümet Fransa ve Türkiye’de yaşanan berbat olaylardan sonra havalimanlarında ve turist destinasyonlarında güvenlik önemlerini en üst seviyeye çıkardı. Sağlık alanını da ihmal etmeyen Portekiz Algarve’de doktor sayısını arttırdı.
Portekiz hükümeti inovatif otel projeleri için kredi limitlerini yükseltiyor. Eskiyen otellerin renovasyonu için mülk sahiplerini destekliyor. Özellikle Ülke çapında tarihi yerleri serbest wifi ağları ile donatıyor. Ülkenin turizm envanterini geliştirmek için kısa dönem emlak kiralama alanında da işleri basitleştirecek yasal düzenlemelere gidiyor. Ekonomi Bakanı Cabral Lizbon’u da ihmal etmediklerini vurguluyor. “ Kasım ayında düzenlenecek olan ‘ Web Zirvesi’ gibi dev konferansları alması için kente büyük yatırımlar sağlıyoruz”
 “ Turizm böyle başarılı sürüyorken bizim daha çok çalışmamız gerekiyor. Böylece turistlerin aklında geçici bir heves ya da moda değil, trend olarak kalmalıyız. Bunu sağlamanın yolunu da biliyoruz.”
Quinta de Logo’da bulunan Conrad Hotel Algarve’de gecelik oda fiyatları 500 €uro, ama bütün odalar dolu ve insanların yaz boyu ilgisi hiç azalmamış.
Otel direktörü Joachim Hartl, biraz da gurur duyarak “ Genele baktığımızda bu yaz için aldığımız rezervasyonlar beklentilerimizi aştı. Bu başarılı sonucun en önemli nedeni güvenlik ve huzur elbette… Bu avantajlar Portekiz turizmine sıçrama yaptırdı. Kış döneminde bu gelişmenin devam edeceğine inanıyoruz.” dedi.
İtalya da başardı
Starwood Hotels & Resorts raporuna göre bu etki sadece İspanya ve Portekiz turizmini ayağa kaldırmakla kalmadı, İtalya da çok olumlu etkilendi. Sardinya Adası’nda, Costa Smeralda’daki Otel bu sezon, ilk altı ay sonunda yüzde 33 büyüme gerçekleştirdi.
Otelin Başkan yardımcılarından Robert Koren “ Hem İtalya’dan hem de ülke dışından gelen rezervasyonlarda müthiş bir artış var. İnsanlar kendilerini İtalya’da güvende hissediyor.” dedi. Yabancı turistler İtalya’yı sakin ve rahat buluyor.
İspanya trendi
Evet, İspanya şiddete çok yabancı değil, ama en son büyük terör atağı bundan 12 yıl önce meydana geldi. Ülke turizmde yükselişini geçen yıl başlattı. Akdeniz çanağını saran huzursuzluklar İspanya’ya geçen yıl 68 milyon turisti yöneltti. Komşulardaki şiddet ülke turizmine can simidi gibi geldi. Yükseliş hızlanıyor ve öyle görülüyor ki, İspanya bu yıl sonunda 74 milyon turist ağırlamış olacak.
Madrid’de bir mola veren Macar turist Lazslo Judas İspanya’yı tercih edenlerden birisi. 43 yaşındaki Judas Prado’daki Hieronymous Bosch sergisini gezmeye gelmiş.
“ İspanya’yı seviyorum” diyor. “ Kültürünü, dilini seviyorum…” Evet, günümüzde Dünyanın hiçbir yerinde kesin ve net bir güvenlik olmayabilir, ama ben burada kendimi güvende ve rahat hissediyorum”..
Hemen harekete geçelim
Uzun vadeli, renkli, hayatı kucaklayan, şeffaf, sanat ve kültür kokan bir İNSANİ İLETİŞİM atağına başlamaktan öte şansımız yok

25 Haziran 2016 Cumartesi

Sosyal Kahin AB’nin bugününü 6 yıl önce yazmıştı

İzin verirseniz kendime ‘az gelişmiş kahin’ lakabını takacağım.


Bu yazıyı, 10 Aralık 2010 tarihinde www.tourexpi.com sitemizde paylaşmışım.

Bir bölümü The New York Times’dan çeviri. Ama azıcık da olsa kendi yorumlarım da var. (Benim biraz da başarılı bir biçimde tercüme ettiğimJ) öngörüler sanki gerçekleşiyor gibi…

Avrupa Birliği’nin geleceği: ABD gibi mi? Çöküş mü?

Avrupa Birliği zamansız, kültürel, ekonomik ve politik altyapısı tam hazır olmadan, acele ile alınmış bir proje mi? Mevcut işleyişi ile, Birliğin rekabet gücü yüksek, çalışkan ve disiplinli emek gücüne sahip ülkeleri, diğerlerini sömürüyor mu?

Lizbon- Eical isimli bir Portekiz tekstil firmasının satış müdürü Sara Vale Lima Euro tarafından boğulduğunu hissediyor. Ortak para birimi bir zamanlar ağzına kadar para dolu bankalar ve kolay krediler anlamına geliyordu.

Bugün gerçeğin soğuk yüzü herkesi üşütüyor. Portekiz kuzey Avrupalı komşularının yüksek ücretlerini ve fiyatlarını paylaşıyor, ama onların rekabet gücünün yanından bile geçemiyor.

Portekiz’de bir top kumaşın fiyatı, Türkiye ya da Polonya gibi Euro bölgesi dışında kalan ülkeler ile rekabet edemiyor, 30% daha pahalıya mal oluyor.

Bir zamanlar Portekiz tekstilinin en büyük ithalatçılarından olan İngiltere Pound’u önemli oranda devalüe etti ve şimdi Portekiz bu ülkeye neredeyse hiçbir şey satamıyor. Vale Lima dertli görünüyor. “ İşler göründüğünden daha zor” diyor.

Devalüasyon böyle durumlarda etkisi hep kanıtlanmış reçetedir. Ancak, Portekiz İspanya, Yunanistan gibi borç batağında, etkisiz işgücüne sahip, vergi düzeni oturmamış ülkelerden ziyade, Almanya ve Fransa gibi ülkelerle ilişkilendirilen bir konuma zincirlenmiş durumda gibi görünüyor.

Yüksek borç stoku ve ağır kamu harcamaları

AB ve Euro kullanan 16 ülke iki kriz ile karşı karşıya. Birincisi, aşırı borç stoku ve yüksek kamu harcamaları. İkincisi ise daha temelde bir bölünme; Kuzey ve Güney. Yani yüksek rekabet gücüne sahip Almanya ve Fransa gibi ülkeler ile, rekabet gücü düşük, bütçe açıkları yüksek Güney Avrupa ülkeleri.

İkincilerin en çok can yakan handikapı ise, Kuzey ülkeleri kadar güçlü çalışma etiğine, yenilenme iradesine, esnek işgücü kaynaklarına ve yüksek verimliliğe sahip olmamalarına karşın, onların sosyal güvenlik uygulamalarını ve yüksek ücretlerini aynen içselleştirmiş olmalarıdır.

Avrupa finansal kriz ile boğuşurken, rekabetçi ve zengin ülkeler Yunanistan, İrlanda gibi müsrif ülkeleri -pek de istekli olmaksızın- mali belalardan kurtarıyor, ancak kurtarılan bütün ülkelere kamu harcamalarını kısma talimatı veriyor.

Ancak, Euro’nun en sadık savunucuları bile, zayıf ülkeler azalan gelirleri nedeniyle kemer sıkma bütçelerinin cehenneminde boğuşurken, güçlü ülkelerin, onlara destek için sürekli olarak vergi verenlerin eline cebini atmak durumunda kalmasının para birliğini bitirecek en korkutucu tehdit olduğunu kabul ediyor.

Avrupa rekabet edemiyor

Yaşlı Kıtanın, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi yükselen rakiplerle ve euro bölgesi dışındaki düşük ücret avantajına sahip Doğu Avrupa gibi ülkeler ile rekabeti derinleştikçe, Euro’nun güney bölgesindeki problemler giderek ölümcül bir kısır döngüye dönüşebilir. Bu nedenle de ortak para birimi savunmasız hale gelir.

Güney ülkelerindeki işadamları bu durumu Euro sarmalı olarak adlandırıyor. Portekiz’de bir film şirketi olan Oscar Turner “ Euro seyahat ederken harika, ama Portekiz ve Yunanistan ile Almanya gibi tamamen farklı alışkanlıklara ve kültürlere sahip ülkelerin ortak para birimine sahip olması absürd bir durum” diyor.

 “ Euro bölgesinin yüksek oranda borçlu ülkeleri borçlanmadan büyüyemezler, hatta ihracatlarını arttırmak için devalüasyon da yapamazlar. Bu ülkelerde hiç kimse bir ürünü Macaristan, Türkiye ya da Çin ile rekabet edecek fiyatlar ile üretemez.”

İspanya’nın geleceği?

Fransisco Gaya İspanya’nın güneyinde seramik alanında niş ürünler üreterek ve işçi çıkartarak ayakta kalmaya çabalayan bir aile şirketinin sahibi. Gaya, “ Güney Avrupa’daki sert emek koruma, vergi ve karlılık yasaları nedeniyle, üretim çok zor.” diyor.

 “ Sendikalar, işçi çıkarmalara karşı önümüze çıkarılan zorluklar, sosyal ve finansal yaptırımlar dayanabilme sınırlarımızı zorluyor. Kadrolu işçi çalıştırmaktan ziyade, taşeronlarla çalışmak daha tercih edilebilir bir yöntem. Ama buna izin veren hükümet seçimleri kaybeder ve o politik kadroların siyasi hayatı uzun bir süre için kesintiye uğrar.

Görülüyor ki, Avrupa'nın Kuzeyi ile Güneyi arasında genetik farklılıklar var. İki ayrı kampın üyesi ülkelerin dün, bugünü, yarını çok farklı. Bu işler 'biz birleştik' demekle olmuyor.

Birçoğu demokrasiye yeni adapte olan bu güney ülkeleri bir dönem Euro’nun ucuz ve kolayca borçlanmalarına olanak veren avantajından yararlandılar. Bir süre için dış borçlar ve emlak sektörünün oluşturduğu sabun köpüğü üzerinde yaşadılar.

Ücretler ve elbette borçlar çılgınca büyüdü. Bu süreçte emek verimliliğini yükseltmek, emek havuzunu kaliteli hale getirmek, vergi sistemlerini rasyonel düzenlemeler ile değiştirmek için hiçbir şey yapmadılar.

Şimdi düşük büyüme oranları hatta ekonomik daralma ile acı bir fatura ödüyorlar. İşin kötüsü bugünden yarına bir çözüm de mümkün görülmüyor.

Hükümetler kamu harcamalarını kesti. Ama Yunanistan dışında, küresel rekabet altında yasal ve ekonomik düzenlemeler hala hayata geçmedi. Güney ülkeleri harcamaları kontrol altına almadığı, ücretleri düşürmediği sürece şirketleri de rekabette sınıfta kalacak, Euro’yu tehdit eden dengesizlikler ortadan kalkmayacak. Ancak, ekonomistlerin iç pazarın sönmesi olarak tanımladığı bu süreç aynı zamanda bir politik zehir olacaktır.

Roubini hep haklı çıkıyor

New York Üniversitesinin ekonomisti ve son finansal krizin kahini Nouriel Roubini Euro bölgesi hakkında çok da iyimser değil. “Bölgenin aslında iki sorunu var, yüksek kamu açıkları ve borç. Elbette rekabet nedeniyle düşük kalan büyüme oranlarını da dikkat almak gerekir. Tedavüldeki para arzını düşürmek mümkün değil ve ekonomik daralma da oldukça acı verici.”

 “ Eğer ücretleri ve fiyatları önümüzdeki beş yıl için 30% oranında düşürürseniz, deflasyon hemen resesyona dönüşür ve hiçbir ülke bunun altından kalkamaz. Almanya gibi yapısal reformlara yönelmek ise on yılları alır ve bu rekabet avantajı yaratabilmek için yeterince hızlı bir çare değil. Diğer opsiyon Euro’yu keskin bir devalüasyona tabi tutmaktır. Ancak, bu kadar güçlü bir Alman ekonomisi ve Amerika’nın yüksek ticaret açığı nedeniyle bu da pek akla yatkın gelmiyor.”

 “Ekonomistler, Euro’nun en zorlu sınavının İspanya olduğu konusunda hemfikir. Bu ülke, Yunanistan, Portekiz ve İrlanda’nın toplamının iki katı büyüklüğünde bir ekonomiye sahip… İspanya henüz uçurumdan düşmese de, o aşamanın sadece birkaç mil uzağında. Ama, o noktaya oldukça yüksek bir hızla koştuğu da açık bir biçimde görülüyor.”

“ Mali ayarlamaları, yapısal reformları, büyüme atılımlarını, işsizliği azaltma projelerini yeterince hızla hayata geçirebilir ve rekabet avantajlarını kazanabilirler mi, doğrusu bundan pek emin değilim.”

İsviçre’deki IMD Ekonomi Okulundan Stephane Garelli rekabet üzerine çalışmaları ile biliniyor. Garelli, “ sorun, ticaret fazlası olan ve ticaret açığı olan ülkeler arasındadır. Yani ihracatı ithalatından fazla olan yada tersini yapan ülkeleri kastediyorum. Almanya yada ABD borcu yüksek olan ülkeler, ancak onların borç ödeme kapasiteleri hakkında kimsenin bir kuşkusu yok.”

Avrupa’nın Güneyi’nde işler sarpa sarıyor

“ Ama güney Avrupa ülkeleri için aynı güveni taşımak zor. Bir dönemin ekonomik büyümesi bir illüzyon gibi gerçekleri örttü. Bu büyüme adeta kum üzerine inşa edilen bir kale gibi tanımlanabilir. Sağlam bir ekonomiyi sadece emlak, finans ve turizm sektörleri üzerine kuramazsınız.”

Dünya Ekonomik Forumu çok ince ve ayrıntılı kriterler üzerinden son 20 yılın rekabetçilik değerlendirmelerini yayınladı. Bu kriterler, hükümetleri, yasaları, etik değerleri, altyapıyı, teknolojiyi, borçları, eğitimi kapsıyordu.

Forumun önde gelen ekonomisti Jennifer Blanke liste ile ilgili bilgi verdi. Almanya, 139 ülke arasında ABD’nin hemen ardından beşinci sırada yer bulabildi. Hollanda sekizinci, Fransa onbeşinci, Avusturya onsekizinci, Belçika ondokuzuncu sırada yer aldılar.

Güney Avrupa ülkelerinin sıralamadaki yerleri içler acısı idi. İrlanda yirmidokuzuncu, İspanya kırkikinci, Portekiz kırkaltıncı, İtalya kırksekizinci ve Yunanistan ise seksenüçüncü sırada yer aldılar.

Aslında, Barcelona’nın endüstri banliyosu Badalona’ya bakarak sorun net olarak gözlemlenebilir. Plasticos Juarez S.A. sıkıştırılmış özgün plastik ürünlerden kanaatkar karlar elde eden bir aile işletmesi. Lake ya da metal kaplamalı parfüm ve kozmetik şişeleri üretiyor. Badalona’da üç tane küçük fabrikaları bulunmakta.

Avrupa’nın ekonomik krizi şirketi derinden sarstı. Ağırlıklı olarak İspanya ve Fransa’daki müşterilerle çalışan şirketin satışları 30% oranında düştü. 2010 sonlarında artan satışlara rağmen şirket küçülmek zorunda kaldı. Kadrolu çalışanlarının sayısını düşürdü ve şimdi üçer aylık kontratlarla işe aldığı geçici personel ile çalışmayı tercih ediyor.

Bay Juarez daha uzun süreli kontratlar ile daha fazla sayıda geçici personel ile çalışmayı tercih etse de, iş yasaları bunu imkansız kılıyor. İşçi çıkardıktan sonra daha düşük ücretler ile yeni personel almak ise iş yasaları nedeniyle adeta bir ölüm fermanı.

Fabrika yönetim katında çalışan Dolores Fortunato Diaz (24) bir işe sahip olduğu için çok mutlu. “ Birçok arkadaşım işsiz ve benim bir işim var. Bu açıdan kendimi şanslı hissediyorum.” İspanya, 20% ile Avrupa’daki en yüksek işsizlik oranına sahip.

Avrupa Şirketleri kaçıyor

Güney Avrupa için bir başka sorun ise, dev Avrupa şirketlerinin daha avantajlı Euro bölgelerine göç etmesi. Elektronik fren sistemleri ve lastik üreticisi Alman Continental şirketi bir süredir Güney’e yatırım yapmayı durdurdu. Gerekçe ücretlerin aşırı yüksek olması… Continental’in yatırımları ağırlıklı olarak daha düşük maliyetler ile üretim yapılan Macaristan ve Slovakya gibi ülkelere kaymış durumda. Bu ülkeler yabancı yatırımcılara muhteşem vergi ve ücret avantajları sağlıyor.

Şirketin yönetim kurulu üyesi Ralf Cramer konuya açıklık getirirken şunları belirtiyor; “ Portekiz’de bir zamanlar üretim maliyetleri Almanya’nın 1/5i kadardı. Şimdi neredeyse bizi yakaladılar. Artık İspanya ve Portekiz’i düşük maliyetli bir üretim merkezi olarak görmüyoruz.”

Bir ekonominin yapısını değiştirmek, kurtarma fonları temin etmekten ya da sert tasarruf tedbirlerini hayat geçirmekten çok daha zor bir problemdir. İşin doğrusu Güney’in eksiksiz bir ekonomik transformasyona ihtiyacı var. Ama bunun için gereken ekonomik büyüme durmuş bulunuyor ve Kuzey’den de hiçbir destek yok.


Mr Roubini, “ Avrupa bölündü” diyor. Euro bölgesinin önemli bir kısmı halen çok etkili bir ekonomik durgunluğun pençesinde… Dahası bu henüz ikinci dip değil. Henüz ilk dibi aşabilmiş değiller.”

12 Haziran 2016 Pazar

Antalya bu genç turizmcinin etrafında kenetlenmeli

Bundan tam 9 yıl önce bir hayal kurmuştum.

Antalyaspor’un bir gün Şampiyonlar Ligi Finali oynaması…

E tabi o günün koşullarında, okuyanların çoğunun yüzünde alaycı bir gülümsemeyi de göze alarak..

Bu gün, genç bir işadamı bu final için yola çıktığını deklare etti. Verdiği röportajın satır aralarında bu mesajı okudum.

Helal olsun Ali Şafak Öztürk…

http://www.sabah.com.tr/akdeniz/2016/06/12/ucusa-hazir-miyiz 


Öğretmenlikten zirveye giden rotanın usta yolcuları Nurten ve Fikret Öztürk’ün genlerini taşıyan bir genç,  Antalyaspor’u da başarıya taşır…

OPET ve Regnum ile tanınan bu başarılı genç zor bir yola çıkıyor…

Antalya’lı olan… Antalya’da yaşayan… Antalya’dan ekmek kazanan… Antalya’yı seven herkes kayıtsız şartsız bu genç adama omuz vermelidir.

Sevgili Hemşerim gurur duydum.. Yolun açık olsun

Bak bu hayali ben yıllar önce yazmıştım…

Antalyaspor-Barcelona Şampiyonlar Ligi Finali

Günün birinde, ılık bir bahar akşamı, Antalya'da ellibin kişilik stadyumda keyif içinde oturup doksan dakika nefes almadan bir Şampiyonlar Ligi finali izler miyiz?İki konuk takımın maçını değil ama... Antalyaspor - Barcelona arasındaki bir finali.
AddThis Sharing Buttons

Bence evet!

Zahmetli bir yürüyüşün sonunda bu finali izleriz . Antalya, futbolda devler ligine demir atmakla kalmaz, Dünya Kentleri hiyerarşisinde de seçkinlerin arasına terfi eder. Şampiyonlar ligi kupası kazanılırsa da, bundan böyle Antalya tarihi Şampiyonlar Ligi öncesi ve sonrası olarak yeniden yazılır.

Bu finalden sonra Antalya'nın yaşam kalitesindeki yükseliş hızının vitesi kaça takılır, yorumunu okura bırakalım. Ama belli ki, böyle bir finale giden süreçte Antalya turizmi de çağ atlar. Göstermelik bir doluluk adına piyasada uçuşan abuk sabuk fiyatlar turizm tarihimizde birer anı olarak kalır. Yıllık turizm geliri herhalde üçe, beşe katlanır.

Eğer bir gün tarihin bir noktasında çılgın bir yatırımcının girişim tutkusu ile Antalya'nın zincirlerinden boşanma hırsı kesişirse, biz bu finali izleriz.

Bu uçuk yatırımcı ile Antalya, bütün olasılıkların hesaba katıldığı, kitlelerin desteğini almış, objektif aklın rehberliğinde, cesur bir safariye çıkarsa, Avrupa'nın vahşi futbol ormanında bir Şampiyonlar Ligi finalini avlar.

Böyle bir hedef ile yola çıkacak uçuk yatırımcının hayallerini bütün Antalya paylaşmalıdır. Sadece futbol dünyası ile sınırlı bir destek yatırımcıyı Toroslar'ın zirvesine çıkışta nefessiz bırakır. Orada da olsa olsa geyik avlanır.

Medyada yazılacak birkaç moral yazısından öte benim kastettiğim. Önce en Batı'da Kalkan'dan en Doğu'da Gazipaşa'ya kadar herkesin paylaşması gereken bir heyecan fırtınası sarmalı Antalya'yı. Okullarda minik öğrencilerden dağdaki çobana kadar herkes bu hedefe kilitlenmeli.

Böyle bir heyecan fırtınasını kasırgaya dönüştürecek iklim var mı?

Bence var.

Antalya'da bir kabına sığamama durumu var. Mevcut ile yetinmeyen, büyüme hedefini çalışmanın amentüsü sayan bir girişimcilik her alanda kendini gösteriyor. Belki de yüzlerce uygarlıktan miras kalmış olağanüstü renkli bir devinim bu. Muhteşem bir hırs. Hiç tükenmeyen bir yırtma arzusu. Doymak bilmez bir yatırım açlığı. Yeni ve farklı olana ilgi ve kucak açma. Dinamik bir genç nüfus. Daha ne olsun?

Eskiler buna un, yağ, şeker var. Gelin helvayı pişirin derler.

O zaman nedir eksik olan?

Öncelikle, statükodan ve kısa vadeli bildik hedeflerden sıkılmış, hiç olmamış ve olmayacak gibi görünen hayalleri besleyebilecek bir vizyona sahip uçuk bir işadamı ve cebinde bir yüzelli milyon USD.

Bu işadamına biat edecek, ama uygulamalarında özgür bırakılacak, gözü kapalı güvenilecek bir teknik adam, Türkiye'nin Alex Fergusson'u. Yerli ya da yabancı. Aklının bir köşesinde dokuz yıl sonra Devlet Üstün Hizmet Madalyası almak olmalı.

Bu işadamının, Dünyanın ve Türkiye'nin sayılı futbol otoritelerinin danışmanlığında oluşturduğu, dokuz yıllık aşamalı projesi.

Bu projeye ikna olacak Antalya futbol kamuoyu. Kayıtsız şartsız desteğini esirgemeyecek Antalyaspor Yönetimi ve Genel Kurulu.

Kamuoyunun heyecanını sürekli kışkırtacak bir medya faaliyeti. Her fırsatta bu kutsal hedefe atıfta bulunan, konuya teorik destek veren bir yazar ordusu. Ateşi besleyen şimşek gibi mesajlar ile okur köşeleri.

Stadyum içi ve dışı mesaisini birkaç kat arttırarak desteğini akıl almaz boyutlara yükseltecek bir taraftar camiası.

Kentin birkaç noktasında Antalyaspor ürünleri satan büyük, modern ve tarzı olan mağazalar. Bu mağazaları markalaştırma adına özel bir isim bulunmalıdır.

Okullarda sempati oluşturma amacıyla, Antalyaspor ürünleri hediye olarak dağıtılabilir. Taraftarlık ilk ve orta eğitim döneminde maruz kalınan dış etkilerle oluşan bir tercihtir.

Proje mutlaka okullardaki binlerce genci, çocuğu kazanmalıdır.

Projenin bilimsel ve tıbbi ayağında rol Akdeniz Üniversitesinindir. Hedefe giden yolun sosyal ve kültürel kılıfını oluşturmak rolü ile elbette Üniversite.

Son olarak, muhteşem finale olan sonsuz inanca dayalı bir SABIR. Dokuz yılın son saatine kadar eksilmeden sürecek aktif bir sabır.

En önemli bileşeni sürecin.

SABIR.

Bütün hepsi bir araya gelince neler olur?

Yelkenler açılınca ve rota belirlenince neler olur?

Gözler , ufuktan aşka susamış bir kadın silüetinde belli belirsiz gülümseyen final hayaline kilitlenince neler olur?

Hayal edebilen var mı?

Ben her Antalyaspor maçına gittiğimde bunu hayal ediyorum. Baraka misali trübünleri gördükçe, Kentin içinde,modası geçmişliğinin farkında bir tevekkülle mahzun duran stadyumu her gördüğümde bu finali hayal ediyorum.

Kentin Akdeniz'e sevdalı tepelerinden birisine kondurulmuş, elli bin kişilik bir stadyumda. Beş yıldızlı Otelleri aratmayan kalitede büfeleri ,futbol izlemeyi keyfe dönüştüren rahat locaları, sahaya gök gürültüleri indiren akustiği ile milenyumun gurur anıtı bir stadyumda...

Cesareti ve ruhu aklının önüne geçmiş bir yatırımcının hayalleri ile Antalya'nın beklentileri bir kavşakta kesişirse. Hayaller ve beklentiler kavuşursa.
Antalyaspor ile bu uçuk yatırımcı hedefe ulaşmadan bitmeyecek bir Katolik nikahına evet derse. Yukarıda saydığımız etkenler bu nikaha aktif birer şahit olursa.

Ben kendimi şimdiden dokuz yıl sonraki altın finale hazırlarım.

Zor mu?

Evet.

Ama imkansız değil.

250.000 nüfuslu Liverpool kentinde her maçta tribünleri ' Asla yalnız yürümeyeceksin' diye inleten 45.000 kişi var. Nüfusu beş yıla kalmadan birkaç milyona varacak olan futbol kentinden, Antalyaspor ile yan yana yürüyecek 45.000 kişi çıkmaz mı?

Çıkar.

Uçuk yatırımcı gelir.

Antalyaspor A.Ş Yönetimine projesini sunar. Genel Kurul onay verir. Altyapı yatırımları, transferler ve kurumsallaşma girişimleri için 150 milyon USD'yi bankaya yatırır. Harcama takvimi oluşturulur. Para önemlidir. Bütçenin uygulamasına sarsılmaz bir disiplin ile nezaret edecek bir kurul şarttır. Her kuruş Antalyaspor adına ve kılı kırk yararak harcanmalıdır.

Hedefler ve dokuzuncu yılın sonunda varılacak finansal aşama garanti edilerek Antalyaspor A.Ş. halka arz edilir. 1300 YTL nominal değerli 100.000 adet hisse satılır. Her bir hissenin dokuzuncu yılsonunda bir servete dönüşeceğini hisseden Antalyalı bu hisseleri mutlaka kapışacaktır.

Antalya'ya hakim bir tepede bin dönüm arazi alınır. Antalyaspor kampusü bu araziye kurulur. Kampus diyorum,zira bir kolej havası şarttır.

Antrenman sahaları. Kondüsyon merkezleri. Kros parkurları. İnsana mücadele gücü veren mükemmel bir peyzaj. Spa merkezleri. Dokuz yıl sonra varılacak zirveye yaraşır, prestijli bir Yönetim binası. Çok amaçlı bir konferans salonu. Kişisel gelişim amaçlı odalar.

Akdeniz Üniversitesi bu aşamada devreye girer. Kulüp bünyesinde, profesyonel görev yapacak tıp doktorları, fizyoterapistler, bioenerji uzmanları, diyetisyenler, psikologlar,mentorlar,istatistikçiler, uluslar arası sertifikalı masörlerden oluşan bir ekip kurulur.

Yapılanlar işin Kulübün asli misyonu ile ilgili boyutudur.

Bir de Kulübü Dünyanın vitrinine taşıyacak ve rekabetin dilini ve yöntemlerini iyi bilen profesyonel bir ekip gereklidir. Marka uzmanları, Satış ve Pazarlamacılar, gelecek tahmincileri, araştırmacılardan oluşan bir beyin takımı.

Rakiplerden bir adım önde başlamanın yolu rakipleri her yönü ile iyi tanımaktan geçer. Bu ekip rakipleri analiz etmek ve her sezon başında ayrıntılı bir raporu teknik ekibin önüne koymakla da görevli olacaktır.

Akdeniz Üniversitesi öncülüğünde her yaştan yeteneklerin eğitileceği spor okulları kurulur. Hem futbol takımına oyuncu kazandırır, hem ihtiyaç fazlası yetenekli gençleri satarak Kulübe gelir sağlar.

Beşinci yılın sonunda hem Antalya'da, hem de Anadolu'da üç büyüklerin egemenliğini alaşağı eder. Geçmişteki örneklerinden farklı olarak, kalıcı Anadolu İhtilalini tamamlar. Torosların zirvesinden gürül gürül bir nara ' Artık ben de varım ' der.

Kalan dört yılda neler olur?

Onu da başka bir yazımıza konu edelim. Okuru sıkmayalım.

Türk Futbolunun üç büyüklerin keyfine göre şekillenen kısır döngüsü kırılır.

Büyük Yürüyüşün ilk aşaması bu…

Zor ve zahmetli, ama her yürüyüş bir minik adımla başlamaz mı?

Peki. Böyle uçuk bir yatırımcı bulunabilir mi?

Ya da Türkiye'den, Yurtdışından bir sponsor bulunabilir mi?

Kim bilir?


Antalya'nın geleceğine güven olmasa bu kadar yatırımcı koşa koşa gelir mi?