21 Eylül 2015 Pazartesi

Sosyal Medyada Markanızdan Nefret Ettirmeyin

Yine baştan belirteyim, işin kolayına kaçıyorum. Bu yazı da bir çeviridir..


Genelde yaşanan şudur: Bir sosyal medya uygulaması üretilir, meraklı kullanıcılar hemen kayıt olur ve severek kullanmaya başlarlar ve bir süre sonra da markaların bu sosyal ağı mahvettiklerini söylemeye başlarlar.

Her ne kadar bir çok insan, markaların müşteri servisi, yarışmalar ve her türlü ticari paylaşım için sosyal medyada olmasını istese de, bu hikaye genelde yaşanır.

Bu durumda, bazı markaların insanları hayal kırıklığına uğratan pratikleri nelerdir? Amerika’da bir araştırma şirketi twitter takipçilerine bu soruyu sordu. Gelen cevaplar genellikle iki büyük hataya işaret etti; kendilerine çok fazla odaklanmak ve bir de odadaki en cool delikanlı gibi görünmek için aşırı çaba harcamak.

İnsanlar ile iletişim yerine ısrarla kendini öne çıkarmak

Twitter takipçilerinin çoğunun verdiği cevap bu gerçeğe işaret ediyordu. Sosyal medyayı tamamen reklam kanalı olarak gören markalar insanları öfkelendiriyor. İletişim boyutunu bir tarafa bırakıp sadece kendinizi anlatırsanız, sosyal medyanın sosyal tarafını boşaltmış olursunuz.

Sosyal medya sizi ve müşterilerinizi kişisel etkileşimler için birleştirme gücüne sahiptir. Paylaşımlarınızda kişisel etkileşim boyutunu ihmal ederseniz sadece zaman kaybetmekle kalmaz, bir de işinize zarar verirsiniz. Sizi takip eden kullanıcılar sizden yoğun reklam bombardımanı değil, basit, keyifli ve düzenli bir sosyal iletişim bekliyor. Sayfalarınızı, markanıza dönük bir kitlesel yürüyüşü hedefleyen satış reklamları ile doldurduğunuz zaman geçmiş olsun. Markanızı saracak bir öfke zarını kendi elinizle üretmiş olursunuz.

Hepsinden önemlisi sosyal medyada sadece en iyi içerik hayatta kalabilir. Sadece markanıza odaklı bir içerik paylaşımı zaman kaybıdır, buna inanın. Bu içerik paylaşılmaz, beğenilmez, uzun süre gündemde kalamaz. Paylaşılabilir, kolay kolay unutulmaz ve takipçilerinize bir değer sunan içerik yaratmak sosyal medyada başarının anahtarıdır. Takipçilerinizi kızdırmaktan uzak durun.

Markanızı gördüğünüz her yeni trend ile ilişkilendirmek

Markaların sosyal medyada kitlelere ulaşmak için denedikleri yöntemlerden birisi de kültürel referanslara, yeni hikayelere, argoya ve hatta grupların arasındaki özel iletişim biçimlerine kadar karışmaktır. Bu tarz belki markalara daha çok ilgi uyandırabilir. Kurumsal sosyal medya profillerine daha kişisel bir duygu katabilir. Eğer doğru uygulanırsa harika sonuçlar ortaya çıkar.

Ama bir yerde yanlış yapılırsa, markanızı trend ile hatalı bağlantılandırmak ciddi zararlar verebilir. Topluma mal olmuş trendleri, kültürel değerleri ya da yayılan hikayeleri sadece markanızın parlaması için kullanmaya çalıştığınızı anladığında, insanlar sinirlenebilirler. Sizinle hiç ilgisi olmayan haberlere balıklama dalıp insanları kızdırmayın. Çocuklarına karşı ciddi bir imaj yaratmak isteyen, ama beceremeyen babaların durumuna düşersiniz.

Bu durumda bütün bu risklerden nasıl sıyrılırsınız? Trendleri doğru olarak nasıl kullanabilirsiniz? İşte size birkaç öneri;

Öncelikle markanızın kendi sesine odaklanın. İnsanların sizden duymaya alıştıkları doğal sesi terk etmeyin. O sese uygun bir programınız olsun. Takipçilerinizin ilgisini çekeceğinden emin olduğunuz trendleri seçin. Sizin kendiniz olduğunuza inandıracak referanslar verin.

Bunun sonrasında trend olan olay ya da hashtag ne anlam ifade ediyor, bunu anlayın. Bu hikaye okuyanlar arasında tartışma mı yaratıyor? Hırslı insanlar bir anda iki karşıt kampa mı bölünüyorlar? En iyisi, içinizde minicik bir endişe bile varsa bu trendlere asla girmeyin. Örneğin esprili bir tartışma ise sorun yok. Bu trendler ya da olaylar politika ile mi ilgili? Kimi kültürel, sosyal veya dini hassasiyetler ile mi ilgili? Hiç bulaşmayın. Mesela bir hashtag gördünüz… #lovewins, bu trende takılın. Hatta kendi hikayenizi de anlatın.

Sonuç olarak, çabalayın ve sürmekte olan sohbetin bir parçası olun. Sohbetin merkezine dalmak ve konunun sizin evrenizde dönmesi için çalışmayın. Sevimsizleşirsiniz. İnsanlar aralarında konuşuyor ise, katılmak için çabalayabilirsiniz. Kendinizi sohbetin moderatörü konumuna yerleştirmeyin. İnsanların bütün ilgisini markanıza çekmek için çalışmayın. Büyük risktir. İnsanları irrite eder. Sizi takip etmeyi bırakmakla kalmazlar, bir de yaptıklarınızı herkese afişe ederler ve sonuçta da engellerler.

Trendlerden çekinmeyin. Sadece, oyunu, yukarıda anlatılan kurallara göre oynayın. Siz olun. Samimi olun. Kalıp cümleler, talimat verir gibi istekler, ilgiyi üstünüze çekme çabalarından kaçının. Basit ve olumlu yaklaşımlar etkisini hemen gösterir. 

Çeviren. Adil Gürkan
Link: http://blog.hootsuite.com/what-people-hate-most-about-brands-on-social-media/

18 Eylül 2015 Cuma

( Eğer varsa ) Kalamar, karides, midyeyi masanızdan kaldırın

Bundan önce birkaç tane tarif paylaştım.

Sağ olsunlar, bütün kardeşlerim teşekkür etti. Sanırım içinizden çok sayıda kardeşim de verdiğim tarifleri denedi. İnşallah beğendiniz. Umarım size mahcup olmadım.

Ama bu kez bir yemeği tarifi ile tavsiye etmeyeceğim.

Biraz ters köşe gibi olacak. Ama bazı gıdaları yememenizi önereceğim.

Birçok kardeşim bana kızacak.

Bunu göze alıyorum.

Zira bu gıdalar ile ilgili olarak duyduklarım ve bildiklerimi sizinle mutlaka paylaşmalıyım.

Dostluk ve ağabeylik bunu gerektirir.

Sevgili dostlar artık, balık sofranızdan kalamar, karides ve midyeyi kaldırın.

Bunu vegan beslenmeye geçin anlamında söylemiyorum.

Lütfen devam edin.

Yani…

Karides, midye, tarak, yengeç, kerevit, istakoz, ahtapot yasak!

Ben de çok sevgili bir dostumun yalancısıyım. Ama bu konularda çok güvendiğim ve söylediği hemen her sözün arkasında bilimsellik olan bir dost…

Kendisi ile arada bir dost meclislerinde bir araya geliriz. O engin bilgi dağarcığından kotarıverdiği yelkenliler ile öğrenmenin sonsuz ufuklarına açılırız…

Günlerden bir gün, rakı balık keyfimizin tavan yaptığı bir masada pat diye bir öneride bulunmuştu sevgili dost;

“ Balık dışındaki deniz canlıları pek sağlıklı değildir… Tüketmeyin…”

Masadaki ‘enfes’ kiremitte karidesin soslu suyuna ekmeğimizi banarken kulaklarımıza bir mancınık zulmü gibi inen bu sözler hepimize bir anda bir ayaz şoku yaşatmıştı…

Can havli ile bir ‘neden?’ bağırışını hatırlıyorum o şok içinden..

İşte damak zevkimizin idam fermanı…

Sevgili Dostumun ağzından..

“Öncelikle şunu belirteyim ki, bu deniz canlılarını öldükleri anda içlerinde minimal miktarda toksin yayıyor olsalar dahi, ayda 1 ya da 2 kez tüketmenin sağlıklı bir kimseye zararı dokunmaz. Daha sık yenecek olursa sorun olabilir.”

“Eskiden deniz mahsulleri lüks tüketim ürünü idi ve böyle bir imaj zihnimize yapışıp kalmış. Şimdilerde bunların çoğu Güney Asya'nın daha iri olan canlılarından gen aşırması ile melezleştiriliyor ve artık neredeyse sadece çiftliklerde "kitlesel çabuk üretim" yöntemleriyle yetiştiriliyor.”

Tavuk çiftliklerinde tavuklar nasıl besleniyor?

“Çok tartışılan tavuk çiftliklerinin durumu ortadayken, bunların nasıl ve neyle beslendikleri hakkında neden hiç bir fikrimiz yok, bilgilere nasıl ulaşacağız ve de nasıl güveneceğiz?”

“Hatırlayalım lütfen; deniz mahsulleri artık lüks tüketim ürünü değil, ucuz üretim malıdır. Metro Market'te haşlanmış, temizlenmiş Norveç karidesinin kilosu 50-60 TL. Bazen 40 TL'ye kadar düşüyormuş.”

“Deniz mahsullerini pişirmeyi iyi bilen ehil aşçılar deniz kabuklularını daha canlıyken ve temizlenmeden kızgın suda haşlar ya da kızgın yağda pişirir.

“Böyle yapılmasının nedeni bu canlıların öldükten hemen sonra açığa çıkan toksinin kas ve sinir sistemlerine işlemesini önlemektir. Söz konusu toksin "femtoplankton" denen deniz virüslerinin tüketilmesiyle oluşur.”

Haşlanmış ve dondurulmuş deniz ürünleri?

“Haşlanmış ve dondurulmuş olarak satılan deniz ürünlerinin durumunu bilemiyoruz, bunlar gerçekten zehir salgılamasına fırsat verilmeden canlıyken pişirilmiş ve ardından temizlenmiş olabilir. Ama fakat henüz haşlanmamış olduğu halde tezgahı süsleyen karidesleri ne yapacağız?”

“Bunları buzdolabında ye da buz üzerinde sergileniyor olması, sağlıklı olduğu anlamına gelemez. Ayrıca restoranlarda kabukluları kimin nasıl pişirip, nasıl temizlediğini, bu kişilerin ne kadar ehil olduklarını nereden bileceğiz.”

Istakoz eskiden canlı olarak havuzda tutulurdu

“Balık restoranlarında istakoz ve türevleri canlıyken pişirilmeyi bekledikleri için akvaryumda tutulur. Canlıyken haşlanması vahşice bir eylem midir, değil midir buna herkes kendisi karar verebilir.”

“Özellikle kabuklu canlıların bazı enzimlerinde ve kan proteininde solunum pigmenti halinde bakır bulunur. Çinko ve bakır kabukluların bağışıklık sistemini güçlendiren ve hatta akvaryum balıklarında hastalık tedavisinde kullanılan metallerdir.

“Deniz toprağında yaşayan istiridye, deniz tarağı ve midye gibi kabuklugillerin beslenmek amacıyla suyu filtre ederken, suda bulunan kadmiyum, civa, kurşun gibi kanserojen metaller ve kimyasal maddeleri bünyelerine aldıkları kanıtlanmıştır.”

Midye deniz dibi çöpçüsü mü?

“Karides, kerevit gibi eklem bacaklılar da deniz tabanında yaşar, tek bir seferde ortalama 400.000 yumurta bırakır.

“Bakterileri, virüsleri, parazitleri, denizlerdeki ölü balıkların derisini, ölmüş yumurtaları ve çürümüş yosunları tüketerek beslenirler. Deniz tabanını karıştırmak için bu şerefsizlerin bu kadar çok ayağı vardır. Bir tür çöpçüdürler yani.”

“İsteyen severek yiyebilir elbette fakat akşam yemek doğru mudur diye sorgulamalı. Tüm kafadan bacaklılarda, eklem bacaklılarda ve kabuklularda doymuş yağ oranı somon balığındakine yakın olmasına karşın, insanda damar tıkanması riskini aşırı oranda artırabilecek kadar zararlı yağlar içerir.

“Ayurveda kaynaklarına göre bir yumurta sarısı ile bir karides eşit oranda kolesterol içerir. Buna göre düşünelim, yumurtayı sabah yiyoruz ve gün boyunca hareket ediyoruz. Karidesi ise akşam yiyip, 2-3 saat sonra gidip yatıyoruz.

“100 gram istakoz ya da karides etinde bir yetişkinin bütün bir günde alabileceği limiti neredeyse aşacak kadar kolesterol bulunur.”

Ayurveda önerileri

“Ayurveda beslenme ilkelerine göre protein ile protein birlikte pişirilmemeli ve de birlikte yenmemeli. Örneğin, kaşarlı karides güveç daha pişerken zehir üreten bir yemeğe dönüşür. Karides yumurta yoluyla üreyen bir canlı iken, kaşar peyniri rahim yoluyla üreyen bir canlının ürünüdür.”

Bana kızmadınız umarım.

Teşekkürler

15 Eylül 2015 Salı

Japon Danışmandan Otel Müdürüne Ders


Hindistan’ın TAJ Otel grubu Japonya’dan Mr Masaaki İmai’yi çalışanları için bir workshop uygulamak üzere davet etmişti.

Bu davetin, çalışanların pek hoşuna gittiği söylenemezdi. Otellerinin performansı mükemmel idi, otelcilik sektörü ile alakası olmayan bu Japon onlara ne öğretecekti ki?

Bu hoşnutsuzluğa rağmen bütün çalışanlar sabah saat 9’da konferans salonunda toplandılar.

Mr Masaaki çalışanlara takdim edildi. Hiç de öyle bir danışmanda olması gereken parlak özelliklere sahip değildi. Berbat bir İngilizcesi vardı. Sanki kafasında oluşan cümleleri Japonca kurguluyor ve sonra da o acemi İngilizce’ye tercüme ediyordu.

“ Günaydın”

“ Haydi çalışmaya başlayalım”

“ Bana bu çalışmanın bir workshop olacağı söylenmişti. Bakıyorum ne ‘work’ var ne de ‘shop’

 “Haydi o zaman işin gerçekleştiği yere giderek devam edelim. Binanın zemin katına inelim ve ilk odaya bakalım.”

Mr Masaaki Otel Yöneticileri ve diğer katılımcılar ile birlikte konferans salonundan çıktı ve belirledikleri odaya yöneldi. Yanlarında eğitimi kayda alan kamera ekibi de vardı.

Bu oda otelin çamaşır deposu idi…

Mr Masaaki odaya girdi, pencereye gitti ve dışarıya hayranlıkla baktı. “ Harika bir manzara”

Çalışanların yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. Japon danışman ta ülkesinden buraya bu cümleyi söylemek için mi gelmişti?

“ Böyle güzel manzarası olan bir odayı çamaşırhane deposu yapmak yanlıştır. Bu odayı müşteri odası yapın ve çamaşırhane için bodrum katında bir yer ayarlayın”

Aahaa!

Bu güne kadar hiç kimse bu konuda bir şey düşünmemişti.

Otel Genel Müdürü öne atıldı.

“ Doğru, yapılabilir”

Mr Masaaki “ E o zaman haydi yapalım” dedi.

Aahaaa!

Genel Müdür gülümsedi. “ Evet bayım, bunu ajandama not alıyorum. Bu önerinizi workshop ile ilgili olarak hazırlayacağımız rapora da yazacağız.”

Mr Masaaki şaşırdı.” Özür dilerim, ama bu işin not alıp rapora yazmakla bir alakası yok ki”

“ Hemen şimdi yapalım”

Genel Müdür şaşırdı; “ Hemen şimdi mi?”

 “Evet! Hemen şimdi. Bodrum katında çamaşır deposu olabilecek bir oda belirleyin ve bütün bu malzemeyi hemen dışarı çıkartın”

“ Bütün bu işlem birkaç saatinizi alır öyle değil mi?”

Genel Müdür şaşırmıştı, sadece “ Evet” diyebildi.

Mr Masaaki devam etti; “ Öğle yemeğinden önce buraya bir kez daha gelelim”

 “ Sanırım o saate kadar bütün bu malzeme ve ekipman boşaltılmış olur.  Hızlı çalışacak bir ekip de halıları, mobilyayı, banyoyu, tuvaleti bitirir. Siz de hemen bu gün günlük oda fiyatınız olan birkaç yüz doları kazanmaya başlarsınız”

Genel Müdür bu kararlı adamın kesin ve net önerileri karşısında itiraz edebilecek hiçbir nokta bulamamıştı. Kısaca “ Evet bayım” diyebildi.

Mr Masaaki sonraki ziyaret edilecek nokta olarak mutfak bölgesini belirledi.

Grup mutfağa girdi.

Hemen girişte iki büyük küvette yüzlerce bulaşık tabak birikmişti.

Mr Masaaki ceketini çıkardı ve tabakları yıkamaya başladı.

Genel Müdür bu kez şoka girdi.

“ Beyefendi lütfen. Ne yapıyorsunuz?”

Mr Masaaki sakin ve keyifli idi.

“ Ne demek ne yapıyorsunuz? Gördüğünüz gibi bulaşıkları yıkıyorum.”

 “ Ama efendim bunu yapmak için personelimiz var”

Mr Masaaki yıkamaya devam etti.

“ Küvetler sadece tabakları yıkamak içindir. Tabaklar raflarda tutulmalıdır. Şimdi buradaki tabakların da bu raflara konması gerekir.”

Bütün yönetim şaşkındı. Bu danışman onlara bunları söylemek için mi gelmişti?

Bütün tabakları yıkadıktan sonra Mr Masaaki Genel Müdür’e kaç tane tabakları olduğunu sordu.

“Çok fazla” dedi. Genel Müdür… “ En küçük bir sıkıntı yaşamayacak kadar çok fazla”

“ Japonca’da bir sözcük vardır; Muda” dedi Mr Masai

 “Muda, gecikme demektir… Muda aynı zamanda gereksiz harcama anlamına da gelir.”

“ Bu workshoptan almamız gereken ilk ders Muda’dan, yani hem gecikmelerden hem de gereksiz harcamalardan kaçınabilmeyi öğrenmektir.”

 “ Eğer yeterinden fazla tabak varsa bunların yıkanmasında gecikmeler olacaktır”

“ Bu sorunu aşmanın birinci adımı gereken sayının üzerindeki bütün tabakları göndermektir.”

Genel Müdür bu öneriye de aynı cevabı verdi; “ Bunu raporumuza koyacağız”

“ Hayır” dedi Mr Masaaki; “ Bu durumu rapora yazarak zaman kaybetmek de bir Muda örneğidir”

 “ Hemen bu gün bütün fazlalık tabakları kutulara doldurmalı ve TAJ Grubun hangi otelinde bir gereksinim varsa oraya göndermeliyiz.”

“ Şimdi workshopun geri kalanında otelin neresinde bir Muda var ise onu bulmaya çalışacağız”

Bu sözlerden sonra bütün çalışanlar otelin neresinde ve hangi süreçte bir Muda varsa onu bulmak ve gidermek için kafa yormaya başladı.

Son gün Mr Masaaki bir hikaye anlattı;

Bir Japon ve bir Amerikalı vahşi ormanda avlanmaya gitmişti. Uzun bir süre dolandıktan sonra av tüfeklerine fişek almayı unuttuklarını fark ettiler.

Birkaç dakika sonra da bir aslan kükremesi ortalığı inletti.

İkisi de koşmaya başladı.

Bir ara Japon durdu ve ağır av ayakkabılarını çıkarıp hafif spor ayakkabılarını giydi.

Amerikalı şaşırmıştı; “ Ne yapıyorsun?”

“ İlk yapmamız gereken aracımıza ulaşmak… Hem o ayakkabılarla aslandan hızlı koşabileceğini mi sanıyorsun?”

 “ Hayır” diye cevapladı Japon. “ Senden hızlı koşayım, yeter”

Hikayeyi dinlemeye dalmış olan herkes bir anda uyandı. Öyle ya, aslan ilk avını yakaladığı anda koşmayı bırakacaktı.

 “Bu hikayeden çıkarılacak olan ders;

“Bu günün rekabeti çok acımasızdır. Birkaç adımcık da olsa rakibinizden önde olmak hayati önemdedir.

“Büyük ve adeta bir hediye gibi size bahşedilen bir ülkeniz var.”

“ Eğer üretim maliyetlerinizi düşürüp insanlara her zaman en iyiyi ve en değerliyi sunabilirseniz, Dünyanın diğer birçok ülkesinin kilometrelerce önünde olursunuz”



Bu yazıyı beğeneceğinizi tahmin ediyorum. www.fropki.com isimli bir siteden tercümedir.

Teşekkürler

5 Eylül 2015 Cumartesi

Artık ‘Pazarlama Olmayan Pazarlama’ Zamanı

Sevgili Dostlar,

Uzun bir aradan sonra bir şeyler karaladım yine. Hemen bir not; yazının 1. Bölümü bana aittir. II. Bölüm ise internette çok etkilendiğim bir siteden alıntıdır. Yazımın en altında da link verdim. Aman bana bir ‘intihalci’ gözü ile bakmayın. Konu çok ilgimi çekti. Bu nedenle böyle bir kombinasyona gittim.

I. ‘Pazarlama olmayan Pazarlama Stratejisi nelerden oluşur?

Pazarlama stratejisi ya da kurumsal strateji, bir şirketin tedarikçileri, müşterileri, rakipleri, işgücü piyasaları ile nasıl bir stratejik etkileşimi olduğu ile ilgilidir. Pazarlama olmayan pazarlama ise bu segmentlerin dışındaki etkileşimlerin toplamıdır. Örneğin: Aktivistler, yasa koyucular, bürokratlar, mahkemeler ve medyalar bu segmente girer. Pazarlama stratejisinden farklı olarak bu insanların karlarını yükseltmek gibi bir çabalarının olabileceğini düşünemezsiniz. Bu segmentlerin amaçları başkadır ve bu nedenle ilişkileriniz de tedarikçileriniz ya da rakipleriniz ile olan ilişkilerinizden çok farklı olacaktır.

O halde, bu segmentin bütün aktörlerini,  şirketinize zarar verebilecek politikaları yürütmemeleri ve tam tersine size yardımcı olacak politikalar üretmeleri için nasıl çalışmalar yapmalısınız?

Bitmek tükenmek bilmeyen reklam ve satış atakları karşısında bunalan, neredeyse marka düşmanı olmaya başlayan tüketiciye nasıl seslenmelisiniz?

Caddeleri, bulvarları, AVM’lerin tuvaletlerini, kaldırımları, her yeri kaplayan bir markalar savaşı karşısında artık hissizleşen insanlara nasıl ulaşmalısınız?

Önce milyarlarca insana tercüman olan şu aşağıdaki analizi bir okuyun.

Artık en mahrem alanımız olan evimizde de cirit atıyorlar.

Televizyonu, radyoyu açtığımız anda renksiz, ruhsuz, anlamsız bir reklam bombardımanı ruhumuzu esir almaya çalışıyor. Aklını biz sıradan fanilerin cebindeki para ile bozmuş Kapitalist Dilenciler Ordusu adeta yalvarmaya başlıyor. ‘Oku’ emrini, ‘kazan’ diye dönüştüren finansal tarikatlar havamızdan, suyumuzdan, ormanımızdan, ruhumuzdan kar damıtmak için her şeyi yapıyor.

Bıktık!
Sanatın, sporun, iyiliğin, aşkın, kutsal bilinen her değerin, geleneklerin, özel günlerin, her şeyin finansal imbiklerde kan ve ter ile damıtılmasından ve markaların kasalarına kar olarak süzülmesinden bıktık!

Binlerce benzeri olan ürünlerin allanıp pullanarak bizlere birer mucize gibi yutturulmasından sıkıldık artık. Adeta klonlanmış gibi tıpa tıp aynı otomobillerin, evlerin, otellerin, turların, içeceklerin, giysilerin, traş kremlerinin, diş macunlarının ve daha milyon tane ürünün gece gündüz önümüzden bir resmi geçit yapar gibi geçmesinden bunaldık.

Kafası dumanlı metin yazarlarının yalap şap şettiriverdiği abuk sabuk sloganlar, şişirilmiş palavralar yetti artık. Şundan emin olabilirsiniz, hiç birisine inanmıyoruz.

Bedeli yaşamın örselenmesi ve yeryüzünün cehenneme dönmesi olan bu ölçüsüz üretim/tüketim döngüsünün bir yerinden kırılması gerektiğine yürekten inanıyoruz. Ofislerde, tezgahlarda, üretim bantlarında, tarlalarda adeta bir kıyamet uyarısı gibi patlayan “ daha… daha… daha…” nakaratından bıktık, usandık. “ Daha çok üretin… daha çok tüketin… daha çok çalışın… daha çok gezin… daha çok satın alın…” cümleleri artık bu güzel hayatın ölüm fermanı gibi karışıyor toprağımıza, suyumuza…

Seçeneksiz, bilgisiz, habersiz ve birbirimizden kopuk olduğumuz yıllar boyunca bu kurguyu sürdürdünüz. Bir zamanlar devasa gibi gelen şu minik Dünyamızın birbirine hem kalben hem de mesafe olarak uzak insanları, bizler ne olduğunu uzun bir zaman anlamadık. Ne yaptığınızı çözemedik. Sizleri, hayatın biz fanilere sunduğu özel bir armağan gibi gördük. Bizim için, bizim hayatımızı kolaylaştırmak için dişini tırnağına takmış öncüler sandık.

O devasa villalarınızı, lüksün zirvesini yaşatan otomobillerinizi, bakmaya korktuğumuz yatlarınızı ‘annenizin sütü gibi’ helal ettik.

Sizin bu ihtişamı yaşamanız için bizi içine tıktığınız üret/tüket sarmalını kutsal bir var oluş ritüeli gibi benimsedik. Kaldı ki başka şansımız da yoktu. İtiraz etmenin bedeli mutlaka ödetiliyordu isyan edenlere.

Ve artık geçmiş olsun! Bayanlar baylar, şundan emin olun, gelecek sizin ve sizin dayattığınız bu vahşi üret/tüket sarmalının değildir.

Dünya, artık, mesafe olarak birbirine en uzak iki insanın fısıldaşarak anlaşabileceği kadar küçüldü. Bir dağ başında insana, hayvana, doğaya yaptığınız zulüm birkaç dakika içinde Dünyanın her tarafına yayılabiliyor ve sınırlar ötesi öfkeyi ve hesap sorma iradesini tetikleyebiliyor. Minicik bir cümle, bir fotoğraf, Büyük İnsanlık Ailesinin ortak vicdanını kan revan içinde bırakabiliyor.

Bizlere, ne pahasına olursa olsun üretmemizi ve durmadan tüketmemizi emreden kutsal vahyin miadı doldu, doluyor, bilesiniz.

Bundan böyle artık bu işler gönüllülük temelinde yürüyecek. İnsanlar gönüllü oldukları ve sevdikleri için üretecekler. Yine insanlar gönüllü oldukları, sevdikleri ve saygı duydukları için tüketecekler.

Artık sadece aklımızı, ruhumuzu, beş duyumuzu tavlayabilen ürünler için elimiz kredi kartımıza uzanacak.

Hayallerimize, beklentilerimize, uykularımıza Orta Çağ’ın vahşi misyonerleri gibi dalma döneminiz bitti. Reklamlarınız, süslü AVM raflarınız, yapay tatlarınız, tüketme içgüdümüzü adeta sonsuz bir katsayı ile döndüren antik pazarlama numaralarınız ile tarihin eski eserler müzesine yolculuğunuz başladı.

Rakiplerinden daha iyi olduğunu iddia ederek müşteri tavlama dönemi bitti.

II- Pazarlama Olmayan Pazarlama, Nonmarketing

Dünyada ve Türkiye’de iş dünyasının kuralları yeniden yazılırken pazarlamaya ilişkin modeller de değişip dönüşüyor. Hızla değişen tüketici eğilimleri ve artan rekabet, pazarlama alanında da yeni arayışları beraberinde getiriyor.

Şirketler dünyasında yükselen yeni bir trend ise pazarlamanın geçirdiği değişimi işaret ediyor: 

Nonmarketing

Nonmarketing trendini kısaca ‘pazarlama olmayan pazarlama’ olarak tanımlamak mümkün. Bu pazarlama uygulamaları tüketicileri bilinçlendirerek, eğiterek, farklı platformlarda katılımcı olmalarını sağlayarak ve onları destekleyip değer katarak markaya yönelik bir tüketici evreni kurmayı hedefliyor. Nonmarketing ile şirketler, tüketicilere önemli katma değerler sunarak uzun vadeli bir bağ kurulmasını sağlıyor.

Kendi ürün ve hizmetlerini tüketmeyen kitlelere ulaşarak onları kendi tüketim evrenlerine katmayı hedefliyorlar. Bu uygulamalarda doğrudan pazarlamaya yönelik agresif bir tutum sergilenmiyor. Bununla birlikte söz konusu model içine giren eğitim, danışmanlık ve bilinçlendirme çalışmaları kısa vadeli satış hedefleri de içermiyor.

Nonmarketing şirketin mesajını tüketiciye ulaştıran ve uzun vadede sadık bir müşteri kitlesi yaratmayı amaçlayan bir pazarlama trendi olarak öne çıkıyor. TEB’in hane halkına finansal ürünler konusunda sunduğu Aile Akademisi eğitimleri ya da TTNet’in internet okuryazarlığı eğitimleri bu son trende yönelik birkaç örnek. Takip eden sayfalarda Türkiye’de dikkat çeken nonmarketing örnekleriyle ilgili detaylı bilgi ve değerlendirmeler bulacaksınız.

Rekabet nonmarketing’i doğurdu

Türkiye ve dünyada nonmarketing uygulamalarının ortaya çıkmasına neden olan belli başlı birkaç etken bulunuyor. Bu unsurların başında ise tüketici eğilimlerinde yaşanan dönüşüm yer alıyor. Yeni tüketici grubu, doğrudan ve agresif pazarlamaya mesafeli yaklaşan bilinçli tüketicilerden oluşuyor. Şirketler, tüketicilerin dönüşen eğilimlerine cevap verebilmek için gittikçe daha fazla sayıda nonmarketing uygulaması hayata geçiriyor. Böylelikle yeni tüketici gruplarıyla iletişim ve bağ kurmakla kalmıyor, düzenledikleri eğitim ve bilinçlendirme toplantılarında verdikleri bilgi veya danışmanlık desteğiyle sadakate dayalı bir ilişki geliştiriyorlar.

Nonmarketing’i doğuran koşulların başında gelen bir diğer unsur ise iş dünyasında rekabetin artması ve kâr marjlarının giderek düşmesi. Artık şirketler, mevcut müşteri kitlesi için rekabetin doygunluğa ulaştığı görüşündeler. Bu alanda hareket edebilecek alan neredeyse kalmadığından kendi müşterilerini kendileri yaratma yoluna gidiyorlar.

Tüketicilere daha önce kullanmadıkları ürünlerle ilgili doğrudan marka tanıtımı yapmadan eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları yürütüyorlar. Elbette tüketicilerin algısında ‘bilgi desteği veren ve fayda sunan şirket’ olarak öne çıktıklarından tüketicilerine daha rahat ulaşabiliyorlar. Bu durum da rekabette alanı kalmayan şirketlere yeni tüketici gruplan, yeni kategori yaratma imkanı sunuyor.

Türkiye’deki milyonlarca bankasız nüfusun ihtiyaçlarına yönelik geliştirilmiş olan fınansal ürünlerle ilgili bankaların eğitimler düzenlemeleri, KOBİlere danışmanlık verip onlarla buluşma toplantıları yapmaları bu yaklaşımın somut örneklerini oluşturuyor. Finans kuruluşları, böylelikle mevcut müşteriler için rekabet etmenin yanı sıra müşteri kitlesini büyütme yoluna gidiyorlar.

Eğitimden girişimci desteklemeye

Yeni ortamda sayısı giderek artan nonmarketing örneklerinde belli başlı etkinlikler öne çıkıyor. Eğitim ve danışmanlık çalışmaları bu alandaki en dikkat çeken model.

Şirketler tüketici grubunda yer almayan kişileri tüketim evrenlerine dahil edebilmek için kendi segmentleri içinde eğitimler sunarak uzun vadeli bir bağ tesis ediyorlar. B2B odaklı işler yapan şirketler, girişimcilerin ayakta durmasını sağlamak için onlara yatırım desteği verip girişimcilik danışmanlığı sunuyorlar. Bu girişimcilerin kendi işlerini oturtmasıyla kendi ürünlerine talep göstermelerini bekliyorlar.

Bununla birlikte dijital mecralar da nonmarketing uygulamaları için önemli olanaklar sunuyor. Dijital mecralarda herkese açık uygulamalar ve oyunlaştırma deneyimleriyle tüketicilere ulaşıyor, bu mecralardaki takipçi kitlelerini biraz daha geliştirmeyi hedefliyorlar. Nonmarketing uygulamaları offline mecralarda ağırlıklı olarak uygulansa da hem tüketici eğilimleri hem de şirketlerin maliyet stratejileri açısından online mecralar da geniş olanaklar sunuyor.

NONMARKETING’İ TETİKLEYEN UNSURLAR
–    Değişen tüketici eğilimleri
–    Rekabetin hızla artması
–    Kâr marjlarının düşüşe geçmesi
–    “Kendi müşterini kendin yarat” ilkesinin ortaya çıkışı
–    Yeni tüketici kategorileri yaratma zorunluluğu

NONMARKETING İLE ŞİRKETLER
–    Kısa vadeli sıcak satışı hedeflemiyor
–    Tüketicileri bilinçlendirme ile kendi tüketim evrenini yaratmayı amaçlıyor
–    Tüketicilerle uzun vadeli bir bağ kurmalarına olanak sağlıyor
–    Dijital mecralarla uyumlu modeller geliştirerek marketing faaliyetlerine destek sağlıyor
–    Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinden farklı olarak daha az bütçeyle daha çok tüketiciye ulaşıyor
–    Markaya yönelik pazarlama yerine, tüketim evreni yaratmayı hedefliyor
–    Eğitimler yoluyla tüketicilerle daha yakın bir bağ kuruyor
–    Tüketicilere doğrudan ulaşarak onlara tüketiciden öte bir statü sunuyor.

NONMARKETING’İN UYGULAMA BİÇİMLERİ
–    Eğitim çalışmaları
–    Tüketici bilinçlendirme uygulamaları
–    Dijital eğitim ve oyunlaştırma uygulamaları
–    Girişimci destekleme uygulamaları
–    Kulüpler ve sivil toplum etkinlikleri
–    Danışmanlık hizmetleri
–    Fikir geliştirme merkezleri
–    Farklı nitelikteki yarışmalar

Kaynak: http://www.foriviakatalogu.com/pazarlama-olmayan-pazarlama-nonmarketing