25 Haziran 2016 Cumartesi

Sosyal Kahin AB’nin bugününü 6 yıl önce yazmıştı

İzin verirseniz kendime ‘az gelişmiş kahin’ lakabını takacağım.


Bu yazıyı, 10 Aralık 2010 tarihinde www.tourexpi.com sitemizde paylaşmışım.

Bir bölümü The New York Times’dan çeviri. Ama azıcık da olsa kendi yorumlarım da var. (Benim biraz da başarılı bir biçimde tercüme ettiğimJ) öngörüler sanki gerçekleşiyor gibi…

Avrupa Birliği’nin geleceği: ABD gibi mi? Çöküş mü?

Avrupa Birliği zamansız, kültürel, ekonomik ve politik altyapısı tam hazır olmadan, acele ile alınmış bir proje mi? Mevcut işleyişi ile, Birliğin rekabet gücü yüksek, çalışkan ve disiplinli emek gücüne sahip ülkeleri, diğerlerini sömürüyor mu?

Lizbon- Eical isimli bir Portekiz tekstil firmasının satış müdürü Sara Vale Lima Euro tarafından boğulduğunu hissediyor. Ortak para birimi bir zamanlar ağzına kadar para dolu bankalar ve kolay krediler anlamına geliyordu.

Bugün gerçeğin soğuk yüzü herkesi üşütüyor. Portekiz kuzey Avrupalı komşularının yüksek ücretlerini ve fiyatlarını paylaşıyor, ama onların rekabet gücünün yanından bile geçemiyor.

Portekiz’de bir top kumaşın fiyatı, Türkiye ya da Polonya gibi Euro bölgesi dışında kalan ülkeler ile rekabet edemiyor, 30% daha pahalıya mal oluyor.

Bir zamanlar Portekiz tekstilinin en büyük ithalatçılarından olan İngiltere Pound’u önemli oranda devalüe etti ve şimdi Portekiz bu ülkeye neredeyse hiçbir şey satamıyor. Vale Lima dertli görünüyor. “ İşler göründüğünden daha zor” diyor.

Devalüasyon böyle durumlarda etkisi hep kanıtlanmış reçetedir. Ancak, Portekiz İspanya, Yunanistan gibi borç batağında, etkisiz işgücüne sahip, vergi düzeni oturmamış ülkelerden ziyade, Almanya ve Fransa gibi ülkelerle ilişkilendirilen bir konuma zincirlenmiş durumda gibi görünüyor.

Yüksek borç stoku ve ağır kamu harcamaları

AB ve Euro kullanan 16 ülke iki kriz ile karşı karşıya. Birincisi, aşırı borç stoku ve yüksek kamu harcamaları. İkincisi ise daha temelde bir bölünme; Kuzey ve Güney. Yani yüksek rekabet gücüne sahip Almanya ve Fransa gibi ülkeler ile, rekabet gücü düşük, bütçe açıkları yüksek Güney Avrupa ülkeleri.

İkincilerin en çok can yakan handikapı ise, Kuzey ülkeleri kadar güçlü çalışma etiğine, yenilenme iradesine, esnek işgücü kaynaklarına ve yüksek verimliliğe sahip olmamalarına karşın, onların sosyal güvenlik uygulamalarını ve yüksek ücretlerini aynen içselleştirmiş olmalarıdır.

Avrupa finansal kriz ile boğuşurken, rekabetçi ve zengin ülkeler Yunanistan, İrlanda gibi müsrif ülkeleri -pek de istekli olmaksızın- mali belalardan kurtarıyor, ancak kurtarılan bütün ülkelere kamu harcamalarını kısma talimatı veriyor.

Ancak, Euro’nun en sadık savunucuları bile, zayıf ülkeler azalan gelirleri nedeniyle kemer sıkma bütçelerinin cehenneminde boğuşurken, güçlü ülkelerin, onlara destek için sürekli olarak vergi verenlerin eline cebini atmak durumunda kalmasının para birliğini bitirecek en korkutucu tehdit olduğunu kabul ediyor.

Avrupa rekabet edemiyor

Yaşlı Kıtanın, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi yükselen rakiplerle ve euro bölgesi dışındaki düşük ücret avantajına sahip Doğu Avrupa gibi ülkeler ile rekabeti derinleştikçe, Euro’nun güney bölgesindeki problemler giderek ölümcül bir kısır döngüye dönüşebilir. Bu nedenle de ortak para birimi savunmasız hale gelir.

Güney ülkelerindeki işadamları bu durumu Euro sarmalı olarak adlandırıyor. Portekiz’de bir film şirketi olan Oscar Turner “ Euro seyahat ederken harika, ama Portekiz ve Yunanistan ile Almanya gibi tamamen farklı alışkanlıklara ve kültürlere sahip ülkelerin ortak para birimine sahip olması absürd bir durum” diyor.

 “ Euro bölgesinin yüksek oranda borçlu ülkeleri borçlanmadan büyüyemezler, hatta ihracatlarını arttırmak için devalüasyon da yapamazlar. Bu ülkelerde hiç kimse bir ürünü Macaristan, Türkiye ya da Çin ile rekabet edecek fiyatlar ile üretemez.”

İspanya’nın geleceği?

Fransisco Gaya İspanya’nın güneyinde seramik alanında niş ürünler üreterek ve işçi çıkartarak ayakta kalmaya çabalayan bir aile şirketinin sahibi. Gaya, “ Güney Avrupa’daki sert emek koruma, vergi ve karlılık yasaları nedeniyle, üretim çok zor.” diyor.

 “ Sendikalar, işçi çıkarmalara karşı önümüze çıkarılan zorluklar, sosyal ve finansal yaptırımlar dayanabilme sınırlarımızı zorluyor. Kadrolu işçi çalıştırmaktan ziyade, taşeronlarla çalışmak daha tercih edilebilir bir yöntem. Ama buna izin veren hükümet seçimleri kaybeder ve o politik kadroların siyasi hayatı uzun bir süre için kesintiye uğrar.

Görülüyor ki, Avrupa'nın Kuzeyi ile Güneyi arasında genetik farklılıklar var. İki ayrı kampın üyesi ülkelerin dün, bugünü, yarını çok farklı. Bu işler 'biz birleştik' demekle olmuyor.

Birçoğu demokrasiye yeni adapte olan bu güney ülkeleri bir dönem Euro’nun ucuz ve kolayca borçlanmalarına olanak veren avantajından yararlandılar. Bir süre için dış borçlar ve emlak sektörünün oluşturduğu sabun köpüğü üzerinde yaşadılar.

Ücretler ve elbette borçlar çılgınca büyüdü. Bu süreçte emek verimliliğini yükseltmek, emek havuzunu kaliteli hale getirmek, vergi sistemlerini rasyonel düzenlemeler ile değiştirmek için hiçbir şey yapmadılar.

Şimdi düşük büyüme oranları hatta ekonomik daralma ile acı bir fatura ödüyorlar. İşin kötüsü bugünden yarına bir çözüm de mümkün görülmüyor.

Hükümetler kamu harcamalarını kesti. Ama Yunanistan dışında, küresel rekabet altında yasal ve ekonomik düzenlemeler hala hayata geçmedi. Güney ülkeleri harcamaları kontrol altına almadığı, ücretleri düşürmediği sürece şirketleri de rekabette sınıfta kalacak, Euro’yu tehdit eden dengesizlikler ortadan kalkmayacak. Ancak, ekonomistlerin iç pazarın sönmesi olarak tanımladığı bu süreç aynı zamanda bir politik zehir olacaktır.

Roubini hep haklı çıkıyor

New York Üniversitesinin ekonomisti ve son finansal krizin kahini Nouriel Roubini Euro bölgesi hakkında çok da iyimser değil. “Bölgenin aslında iki sorunu var, yüksek kamu açıkları ve borç. Elbette rekabet nedeniyle düşük kalan büyüme oranlarını da dikkat almak gerekir. Tedavüldeki para arzını düşürmek mümkün değil ve ekonomik daralma da oldukça acı verici.”

 “ Eğer ücretleri ve fiyatları önümüzdeki beş yıl için 30% oranında düşürürseniz, deflasyon hemen resesyona dönüşür ve hiçbir ülke bunun altından kalkamaz. Almanya gibi yapısal reformlara yönelmek ise on yılları alır ve bu rekabet avantajı yaratabilmek için yeterince hızlı bir çare değil. Diğer opsiyon Euro’yu keskin bir devalüasyona tabi tutmaktır. Ancak, bu kadar güçlü bir Alman ekonomisi ve Amerika’nın yüksek ticaret açığı nedeniyle bu da pek akla yatkın gelmiyor.”

 “Ekonomistler, Euro’nun en zorlu sınavının İspanya olduğu konusunda hemfikir. Bu ülke, Yunanistan, Portekiz ve İrlanda’nın toplamının iki katı büyüklüğünde bir ekonomiye sahip… İspanya henüz uçurumdan düşmese de, o aşamanın sadece birkaç mil uzağında. Ama, o noktaya oldukça yüksek bir hızla koştuğu da açık bir biçimde görülüyor.”

“ Mali ayarlamaları, yapısal reformları, büyüme atılımlarını, işsizliği azaltma projelerini yeterince hızla hayata geçirebilir ve rekabet avantajlarını kazanabilirler mi, doğrusu bundan pek emin değilim.”

İsviçre’deki IMD Ekonomi Okulundan Stephane Garelli rekabet üzerine çalışmaları ile biliniyor. Garelli, “ sorun, ticaret fazlası olan ve ticaret açığı olan ülkeler arasındadır. Yani ihracatı ithalatından fazla olan yada tersini yapan ülkeleri kastediyorum. Almanya yada ABD borcu yüksek olan ülkeler, ancak onların borç ödeme kapasiteleri hakkında kimsenin bir kuşkusu yok.”

Avrupa’nın Güneyi’nde işler sarpa sarıyor

“ Ama güney Avrupa ülkeleri için aynı güveni taşımak zor. Bir dönemin ekonomik büyümesi bir illüzyon gibi gerçekleri örttü. Bu büyüme adeta kum üzerine inşa edilen bir kale gibi tanımlanabilir. Sağlam bir ekonomiyi sadece emlak, finans ve turizm sektörleri üzerine kuramazsınız.”

Dünya Ekonomik Forumu çok ince ve ayrıntılı kriterler üzerinden son 20 yılın rekabetçilik değerlendirmelerini yayınladı. Bu kriterler, hükümetleri, yasaları, etik değerleri, altyapıyı, teknolojiyi, borçları, eğitimi kapsıyordu.

Forumun önde gelen ekonomisti Jennifer Blanke liste ile ilgili bilgi verdi. Almanya, 139 ülke arasında ABD’nin hemen ardından beşinci sırada yer bulabildi. Hollanda sekizinci, Fransa onbeşinci, Avusturya onsekizinci, Belçika ondokuzuncu sırada yer aldılar.

Güney Avrupa ülkelerinin sıralamadaki yerleri içler acısı idi. İrlanda yirmidokuzuncu, İspanya kırkikinci, Portekiz kırkaltıncı, İtalya kırksekizinci ve Yunanistan ise seksenüçüncü sırada yer aldılar.

Aslında, Barcelona’nın endüstri banliyosu Badalona’ya bakarak sorun net olarak gözlemlenebilir. Plasticos Juarez S.A. sıkıştırılmış özgün plastik ürünlerden kanaatkar karlar elde eden bir aile işletmesi. Lake ya da metal kaplamalı parfüm ve kozmetik şişeleri üretiyor. Badalona’da üç tane küçük fabrikaları bulunmakta.

Avrupa’nın ekonomik krizi şirketi derinden sarstı. Ağırlıklı olarak İspanya ve Fransa’daki müşterilerle çalışan şirketin satışları 30% oranında düştü. 2010 sonlarında artan satışlara rağmen şirket küçülmek zorunda kaldı. Kadrolu çalışanlarının sayısını düşürdü ve şimdi üçer aylık kontratlarla işe aldığı geçici personel ile çalışmayı tercih ediyor.

Bay Juarez daha uzun süreli kontratlar ile daha fazla sayıda geçici personel ile çalışmayı tercih etse de, iş yasaları bunu imkansız kılıyor. İşçi çıkardıktan sonra daha düşük ücretler ile yeni personel almak ise iş yasaları nedeniyle adeta bir ölüm fermanı.

Fabrika yönetim katında çalışan Dolores Fortunato Diaz (24) bir işe sahip olduğu için çok mutlu. “ Birçok arkadaşım işsiz ve benim bir işim var. Bu açıdan kendimi şanslı hissediyorum.” İspanya, 20% ile Avrupa’daki en yüksek işsizlik oranına sahip.

Avrupa Şirketleri kaçıyor

Güney Avrupa için bir başka sorun ise, dev Avrupa şirketlerinin daha avantajlı Euro bölgelerine göç etmesi. Elektronik fren sistemleri ve lastik üreticisi Alman Continental şirketi bir süredir Güney’e yatırım yapmayı durdurdu. Gerekçe ücretlerin aşırı yüksek olması… Continental’in yatırımları ağırlıklı olarak daha düşük maliyetler ile üretim yapılan Macaristan ve Slovakya gibi ülkelere kaymış durumda. Bu ülkeler yabancı yatırımcılara muhteşem vergi ve ücret avantajları sağlıyor.

Şirketin yönetim kurulu üyesi Ralf Cramer konuya açıklık getirirken şunları belirtiyor; “ Portekiz’de bir zamanlar üretim maliyetleri Almanya’nın 1/5i kadardı. Şimdi neredeyse bizi yakaladılar. Artık İspanya ve Portekiz’i düşük maliyetli bir üretim merkezi olarak görmüyoruz.”

Bir ekonominin yapısını değiştirmek, kurtarma fonları temin etmekten ya da sert tasarruf tedbirlerini hayat geçirmekten çok daha zor bir problemdir. İşin doğrusu Güney’in eksiksiz bir ekonomik transformasyona ihtiyacı var. Ama bunun için gereken ekonomik büyüme durmuş bulunuyor ve Kuzey’den de hiçbir destek yok.


Mr Roubini, “ Avrupa bölündü” diyor. Euro bölgesinin önemli bir kısmı halen çok etkili bir ekonomik durgunluğun pençesinde… Dahası bu henüz ikinci dip değil. Henüz ilk dibi aşabilmiş değiller.”

12 Haziran 2016 Pazar

Antalya bu genç turizmcinin etrafında kenetlenmeli

Bundan tam 9 yıl önce bir hayal kurmuştum.

Antalyaspor’un bir gün Şampiyonlar Ligi Finali oynaması…

E tabi o günün koşullarında, okuyanların çoğunun yüzünde alaycı bir gülümsemeyi de göze alarak..

Bu gün, genç bir işadamı bu final için yola çıktığını deklare etti. Verdiği röportajın satır aralarında bu mesajı okudum.

Helal olsun Ali Şafak Öztürk…

http://www.sabah.com.tr/akdeniz/2016/06/12/ucusa-hazir-miyiz 


Öğretmenlikten zirveye giden rotanın usta yolcuları Nurten ve Fikret Öztürk’ün genlerini taşıyan bir genç,  Antalyaspor’u da başarıya taşır…

OPET ve Regnum ile tanınan bu başarılı genç zor bir yola çıkıyor…

Antalya’lı olan… Antalya’da yaşayan… Antalya’dan ekmek kazanan… Antalya’yı seven herkes kayıtsız şartsız bu genç adama omuz vermelidir.

Sevgili Hemşerim gurur duydum.. Yolun açık olsun

Bak bu hayali ben yıllar önce yazmıştım…

Antalyaspor-Barcelona Şampiyonlar Ligi Finali

Günün birinde, ılık bir bahar akşamı, Antalya'da ellibin kişilik stadyumda keyif içinde oturup doksan dakika nefes almadan bir Şampiyonlar Ligi finali izler miyiz?İki konuk takımın maçını değil ama... Antalyaspor - Barcelona arasındaki bir finali.
AddThis Sharing Buttons

Bence evet!

Zahmetli bir yürüyüşün sonunda bu finali izleriz . Antalya, futbolda devler ligine demir atmakla kalmaz, Dünya Kentleri hiyerarşisinde de seçkinlerin arasına terfi eder. Şampiyonlar ligi kupası kazanılırsa da, bundan böyle Antalya tarihi Şampiyonlar Ligi öncesi ve sonrası olarak yeniden yazılır.

Bu finalden sonra Antalya'nın yaşam kalitesindeki yükseliş hızının vitesi kaça takılır, yorumunu okura bırakalım. Ama belli ki, böyle bir finale giden süreçte Antalya turizmi de çağ atlar. Göstermelik bir doluluk adına piyasada uçuşan abuk sabuk fiyatlar turizm tarihimizde birer anı olarak kalır. Yıllık turizm geliri herhalde üçe, beşe katlanır.

Eğer bir gün tarihin bir noktasında çılgın bir yatırımcının girişim tutkusu ile Antalya'nın zincirlerinden boşanma hırsı kesişirse, biz bu finali izleriz.

Bu uçuk yatırımcı ile Antalya, bütün olasılıkların hesaba katıldığı, kitlelerin desteğini almış, objektif aklın rehberliğinde, cesur bir safariye çıkarsa, Avrupa'nın vahşi futbol ormanında bir Şampiyonlar Ligi finalini avlar.

Böyle bir hedef ile yola çıkacak uçuk yatırımcının hayallerini bütün Antalya paylaşmalıdır. Sadece futbol dünyası ile sınırlı bir destek yatırımcıyı Toroslar'ın zirvesine çıkışta nefessiz bırakır. Orada da olsa olsa geyik avlanır.

Medyada yazılacak birkaç moral yazısından öte benim kastettiğim. Önce en Batı'da Kalkan'dan en Doğu'da Gazipaşa'ya kadar herkesin paylaşması gereken bir heyecan fırtınası sarmalı Antalya'yı. Okullarda minik öğrencilerden dağdaki çobana kadar herkes bu hedefe kilitlenmeli.

Böyle bir heyecan fırtınasını kasırgaya dönüştürecek iklim var mı?

Bence var.

Antalya'da bir kabına sığamama durumu var. Mevcut ile yetinmeyen, büyüme hedefini çalışmanın amentüsü sayan bir girişimcilik her alanda kendini gösteriyor. Belki de yüzlerce uygarlıktan miras kalmış olağanüstü renkli bir devinim bu. Muhteşem bir hırs. Hiç tükenmeyen bir yırtma arzusu. Doymak bilmez bir yatırım açlığı. Yeni ve farklı olana ilgi ve kucak açma. Dinamik bir genç nüfus. Daha ne olsun?

Eskiler buna un, yağ, şeker var. Gelin helvayı pişirin derler.

O zaman nedir eksik olan?

Öncelikle, statükodan ve kısa vadeli bildik hedeflerden sıkılmış, hiç olmamış ve olmayacak gibi görünen hayalleri besleyebilecek bir vizyona sahip uçuk bir işadamı ve cebinde bir yüzelli milyon USD.

Bu işadamına biat edecek, ama uygulamalarında özgür bırakılacak, gözü kapalı güvenilecek bir teknik adam, Türkiye'nin Alex Fergusson'u. Yerli ya da yabancı. Aklının bir köşesinde dokuz yıl sonra Devlet Üstün Hizmet Madalyası almak olmalı.

Bu işadamının, Dünyanın ve Türkiye'nin sayılı futbol otoritelerinin danışmanlığında oluşturduğu, dokuz yıllık aşamalı projesi.

Bu projeye ikna olacak Antalya futbol kamuoyu. Kayıtsız şartsız desteğini esirgemeyecek Antalyaspor Yönetimi ve Genel Kurulu.

Kamuoyunun heyecanını sürekli kışkırtacak bir medya faaliyeti. Her fırsatta bu kutsal hedefe atıfta bulunan, konuya teorik destek veren bir yazar ordusu. Ateşi besleyen şimşek gibi mesajlar ile okur köşeleri.

Stadyum içi ve dışı mesaisini birkaç kat arttırarak desteğini akıl almaz boyutlara yükseltecek bir taraftar camiası.

Kentin birkaç noktasında Antalyaspor ürünleri satan büyük, modern ve tarzı olan mağazalar. Bu mağazaları markalaştırma adına özel bir isim bulunmalıdır.

Okullarda sempati oluşturma amacıyla, Antalyaspor ürünleri hediye olarak dağıtılabilir. Taraftarlık ilk ve orta eğitim döneminde maruz kalınan dış etkilerle oluşan bir tercihtir.

Proje mutlaka okullardaki binlerce genci, çocuğu kazanmalıdır.

Projenin bilimsel ve tıbbi ayağında rol Akdeniz Üniversitesinindir. Hedefe giden yolun sosyal ve kültürel kılıfını oluşturmak rolü ile elbette Üniversite.

Son olarak, muhteşem finale olan sonsuz inanca dayalı bir SABIR. Dokuz yılın son saatine kadar eksilmeden sürecek aktif bir sabır.

En önemli bileşeni sürecin.

SABIR.

Bütün hepsi bir araya gelince neler olur?

Yelkenler açılınca ve rota belirlenince neler olur?

Gözler , ufuktan aşka susamış bir kadın silüetinde belli belirsiz gülümseyen final hayaline kilitlenince neler olur?

Hayal edebilen var mı?

Ben her Antalyaspor maçına gittiğimde bunu hayal ediyorum. Baraka misali trübünleri gördükçe, Kentin içinde,modası geçmişliğinin farkında bir tevekkülle mahzun duran stadyumu her gördüğümde bu finali hayal ediyorum.

Kentin Akdeniz'e sevdalı tepelerinden birisine kondurulmuş, elli bin kişilik bir stadyumda. Beş yıldızlı Otelleri aratmayan kalitede büfeleri ,futbol izlemeyi keyfe dönüştüren rahat locaları, sahaya gök gürültüleri indiren akustiği ile milenyumun gurur anıtı bir stadyumda...

Cesareti ve ruhu aklının önüne geçmiş bir yatırımcının hayalleri ile Antalya'nın beklentileri bir kavşakta kesişirse. Hayaller ve beklentiler kavuşursa.
Antalyaspor ile bu uçuk yatırımcı hedefe ulaşmadan bitmeyecek bir Katolik nikahına evet derse. Yukarıda saydığımız etkenler bu nikaha aktif birer şahit olursa.

Ben kendimi şimdiden dokuz yıl sonraki altın finale hazırlarım.

Zor mu?

Evet.

Ama imkansız değil.

250.000 nüfuslu Liverpool kentinde her maçta tribünleri ' Asla yalnız yürümeyeceksin' diye inleten 45.000 kişi var. Nüfusu beş yıla kalmadan birkaç milyona varacak olan futbol kentinden, Antalyaspor ile yan yana yürüyecek 45.000 kişi çıkmaz mı?

Çıkar.

Uçuk yatırımcı gelir.

Antalyaspor A.Ş Yönetimine projesini sunar. Genel Kurul onay verir. Altyapı yatırımları, transferler ve kurumsallaşma girişimleri için 150 milyon USD'yi bankaya yatırır. Harcama takvimi oluşturulur. Para önemlidir. Bütçenin uygulamasına sarsılmaz bir disiplin ile nezaret edecek bir kurul şarttır. Her kuruş Antalyaspor adına ve kılı kırk yararak harcanmalıdır.

Hedefler ve dokuzuncu yılın sonunda varılacak finansal aşama garanti edilerek Antalyaspor A.Ş. halka arz edilir. 1300 YTL nominal değerli 100.000 adet hisse satılır. Her bir hissenin dokuzuncu yılsonunda bir servete dönüşeceğini hisseden Antalyalı bu hisseleri mutlaka kapışacaktır.

Antalya'ya hakim bir tepede bin dönüm arazi alınır. Antalyaspor kampusü bu araziye kurulur. Kampus diyorum,zira bir kolej havası şarttır.

Antrenman sahaları. Kondüsyon merkezleri. Kros parkurları. İnsana mücadele gücü veren mükemmel bir peyzaj. Spa merkezleri. Dokuz yıl sonra varılacak zirveye yaraşır, prestijli bir Yönetim binası. Çok amaçlı bir konferans salonu. Kişisel gelişim amaçlı odalar.

Akdeniz Üniversitesi bu aşamada devreye girer. Kulüp bünyesinde, profesyonel görev yapacak tıp doktorları, fizyoterapistler, bioenerji uzmanları, diyetisyenler, psikologlar,mentorlar,istatistikçiler, uluslar arası sertifikalı masörlerden oluşan bir ekip kurulur.

Yapılanlar işin Kulübün asli misyonu ile ilgili boyutudur.

Bir de Kulübü Dünyanın vitrinine taşıyacak ve rekabetin dilini ve yöntemlerini iyi bilen profesyonel bir ekip gereklidir. Marka uzmanları, Satış ve Pazarlamacılar, gelecek tahmincileri, araştırmacılardan oluşan bir beyin takımı.

Rakiplerden bir adım önde başlamanın yolu rakipleri her yönü ile iyi tanımaktan geçer. Bu ekip rakipleri analiz etmek ve her sezon başında ayrıntılı bir raporu teknik ekibin önüne koymakla da görevli olacaktır.

Akdeniz Üniversitesi öncülüğünde her yaştan yeteneklerin eğitileceği spor okulları kurulur. Hem futbol takımına oyuncu kazandırır, hem ihtiyaç fazlası yetenekli gençleri satarak Kulübe gelir sağlar.

Beşinci yılın sonunda hem Antalya'da, hem de Anadolu'da üç büyüklerin egemenliğini alaşağı eder. Geçmişteki örneklerinden farklı olarak, kalıcı Anadolu İhtilalini tamamlar. Torosların zirvesinden gürül gürül bir nara ' Artık ben de varım ' der.

Kalan dört yılda neler olur?

Onu da başka bir yazımıza konu edelim. Okuru sıkmayalım.

Türk Futbolunun üç büyüklerin keyfine göre şekillenen kısır döngüsü kırılır.

Büyük Yürüyüşün ilk aşaması bu…

Zor ve zahmetli, ama her yürüyüş bir minik adımla başlamaz mı?

Peki. Böyle uçuk bir yatırımcı bulunabilir mi?

Ya da Türkiye'den, Yurtdışından bir sponsor bulunabilir mi?

Kim bilir?


Antalya'nın geleceğine güven olmasa bu kadar yatırımcı koşa koşa gelir mi?