24 Mart 2021 Çarşamba

Otel Sektörü için en ideal Sosyal Medya Platformu

Dünyada internet kullanıcılarının sayısı üç milyarı geçti. Bu toplam içinde seyahat edenleri özel olarak ele alıp tercihlerini inceleyelim.

Turist markaların sosyal medyada var olmaları ile ilgili değil. O markalardan en doğru mesajları da bekliyorlar. Yapılan araştırmalarda, müşterilerin yüzde 79’unun tercihlerinde sosyal medya mesajları önemli bir rol oynuyor.

Bu nasıl oluyor?

Eğer bir otelin paylaşımları kendisini rakiplerinden ayırıyor ise, güven veriyorsa, tatilci hemen kararını veriyor. Zira o paylaşımlar müşteriye basit bir konaklamadan daha fazlasını söz veriyor.  Bu mesaj kilit rol oynuyor.

Bu yazıda, otelcilik pazarlaması için en uygun sosyal medya platformunu seçmenize yardımcı olacak bazı notlar var.

Sosyal ağlarda liderler

TikTok

İnstagram

Facebook

Youtube

Twitter

2020 yılında yapılan bir araştırma TikTok’u en popüler uygulama olarak belirlemişti. Zira bu uygulama kısa videolara odaklanıyordu ve müthiş bir tavsiye oranı vardı. Bu nedenle kullanıcılarını uzun süre elinde tutabildi.

Bu gün video içerik pazarlaması için en etkili formattır. İşte bu nedenle TikTok İnstagramı geçti ve güçlenmeye devam ediyor.

2021 yılında sosyal medya okyanusuna giren bir başka uygulama ise, Clubhouse oldu. İlk 5 arasında yer almasa da hızla yükseliyor. Pazara iki koz ile giriş yaptı.

Sadece davete dayalı kayıt olma

Paylaşımlar ses ile yapılıyor. Kanallar ve chat formları yaratmak mümkün.

Şimdi temek soru şu;

Bunlarla birlikte bir nereye gidiyoruz? Sosyal medya pazarı çok büyük ve düzenli olarak değişime uğruyor. Tam da bu nedenle, bu platformlardan birisini seçmeden önce bir araştırma yapmalısınız. Ne gibi avantajlar sunuyor ve formatı nedir?

İşte bu konuda bazı ipuçları

Uygulama hangi kesimlere hitap ediyor?

Trendleri takip edin. Yani uygulamaları ıskalamayın

Alışık olmadığınız formatları denemekten korkmayın. Platformlar büyüdükçe hedef kitlelerini de genişletirler.

Potansiyel müşterilerinizin kullandıkları platformlar neler?

Hangi platformlardan başlamanız gerektiğine karar verirken, en basit, ama en etkili olan yönteme başvurun. Yani konuklarınıza sorun. Kullanıcı Deneyimi pazarlaması için basit, kolayca cevaplanabilir anketler oluşturun.

Seçeneklerinizi keşfedin

Kendinize sormanız gereken bir başka soru var. Bizim, en ustalıkla kullanabileceğimiz platformlar nelerdir? Becerilerimiz nereye kadar uzanabilir? Neler yapabiliriz? Bu sorunun cevabı her bir sosyal medya formatının içinde saklıdır.

Mesela, 330 milyon aylık aktif kullanıcısı ile Twitter oldukça kolay bir mecradır. Bu platformda, sadece 280 karakterlik gönderiler ve fotoğraflar paylaşabilirsiniz. Ama bu platformda promosyon zordur. Ağır konuları paylaşmak çok anlamlı olmaz.

TikTok ise çok daha etkili ve kolay bir platformdur. Kısa videolarla çok geniş fırsatlar sağlar. Bu platform üstünden çok daha hızlı bir biçimde takipçiler kazanılabilir.

Her bir sosyal medya platformunu inceleyin. İşiniz ile bu alanı bütünleştirerek ortaya çıkacak müthiş fırsatları değerlendirin. Bütün bu işler için profesyonel ekipman çok yararlı olacaktır, ama genellikle kaliteli bir mobil telefon bile iş görür. Kullanıcılara nasıl bir yerde kalacaklarını gösterin. Sizin tesisinizde kalmalarının güzelliklerini anlatın. İnsanlar otantik içerikleri seviyor. Kurgulanmış sahneler paylaşmayın.

TikTok ile Youtube arasındaki temel farklardan birisi videoların uzunluğu. Ama sadece bu kadar da değil. Tiktok videoların pixel kalitesi noktasında çok katı değil. Işık konusunu da çok fazla önemsemiyor. Ama bu esneklik Youtube’da yoktur.

Tek bir kanala bağlı kalmayın, çeşitlendirin

Deneme ve yanılma olmadan hangi kanalın sizin için en iyisi olduğuna teorik olarak karar veremezsiniz. Farklı sosyal medya kanallarını deneyin. Sonuçları ölçümleyin. Elde edeceğiniz verilere dayanarak en başarılı olanı seçin. Hatta bir tane dominant kanal seçseniz bile diğerlerinde de varlığınızı sürdürün.

Bütün bu nedenlerle içerik pazarlamasının en etkili metotlarından birisi sosyal ağlarda dağıtımdır. İnternette içerik yaratma ile ilgili yardımcı siteler var. Bunlardan yararlanın.

Bu sitelerden yararlanarak, başkalarının sizin için paylaşabileceği parlak içerikler üretebilirsiniz. Ama bu işlerin bir kısmını kendiniz yapmanız gerekecek.

Fikirlerinizi farklı biçimlere uyarlayın: Twitter'da kısa ve öz bir şekilde anlatın, TikTok'ta bununla ilgili şaka yapın, uygulama sürecini Instagram'da filme alın ve kılavuzun tamamını YouTube'da yayınlayın.

Bütün bu notlar konaklama pazarlaması için en iyi sosyal medya platformlarını seçmenize yardımcı olacaktır.  Bu alana gereken zamanı ve enerjiyi ayırın. Sonuç itibarıyla bu iş sizindir. En iyi çözümleri siz üreteceksiniz. Takipçiler ile adeta arkadaşlarınız gibi iletişim kurun ve bu samimiyeti yakalamaya çalışın.

Çok zor değildir. İnanın

 

12 Mart 2021 Cuma

Markalar Mezarlığı – eski- Pazar liderleri ile doludur

Markalar ve kurumlar, şimdi tarihin en önemli sınavı ile karşı karşıya geldiler. Bu sınav orta ve uzun vadede markaların ve kurumların yaşam sürelerini belirleyecek.

Bu sınavı geçmek için bir çok enstrüman var gibi görünse de, bir tanesi var ki, içlerinde en önemlisi. Bu olmazsa, markalar ağızları ile kuş tutsalar hiç şansları yok.

Bu kavramın adı itibardır. Önüne ister marka kelimesini koyun, ister kurumsal kelimesini, hiç fark etmeyecektir. Sonuçta, kurumlar için ana performans ölçütü itibardır.

İtibar, 360 derece çevreden beslenen bir özelliktir. Kurumun içte ve dışta bütün paydaşları tarafından belirlenir. Buna, çalışanlar, iş ortakları, tedarikçiler, çevre halkı, müşteriler dahildir. İtibar, sosyal hassasiyetlere özen gösteren ve herkese karşı saygılı kurumsal politikaların ödülü olarak kazanılır.

İtibar kazanan kurumsal politikalar, kültür ve değerlerden ilham alır ve oluşturulur. Bu değerlerin en başında da, insanlık için en acil gündem maddesi olan doğaya ve çevredeki tüm topluluklara, canlılara saygı gelir.

Kurumlar ve markalar, 360 derece çevreleri ile ilişkilerini kurumsal itibar ekseninde sürdürürlerse, ömürlerini kuşaklar boyu devam ettirirler.

Marka ve kurum mezarlığında gezinmeye ne dersiniz?

PanAm?

Sabena?

Swiss Air?

Eastman Kodak?

Hummer Cip?

Amiga?

Diners Club?

Puro sabunu?

Fay deterjanı?

Anadol otomobil?

Gırgır halı süpürgesi?

Vita?

Akif çamaşır suyu?

Ericcson, Nokia telefonları?

Blue Jean markası Kot?

Markalara biraz daha dikkatli bakalım

Markalar vaatlerle hayatta kalır. Kapsadıkları ekonomik ve sosyal coğrafyadaki insanlara sözler verirler. Esasen markalar arasındaki savaş bir nevi sözlerin savaşıdır.

Kim daha gerçekçi, daha erişilebilir ve daha keyifli sözler verirse ve bunu da yerine getirirse, o kazanır.

Bu günlere kadar verilen sözler büyük ölçüde kişilere mutluluk, haz, üstünlük, sosyal tatmin gibi duyguları içeriyordu. Bu da yeterli görünüyordu.

Bugün işin rengi değişti.

Markalar artık sadece kişiye değil, topluma, doğaya, hayvanlara, daha da özelde engellilere ve daha birçok topluluğa söz vermek zorundalar. Dahası var. Bu sözler artık kaydediliyor ve dolayısı ile markalar bu sözleri eksiksiz yerine getirmeye mecburlar.

En küçük bir falso işi en başa döndürür.

Ne demek istediğimizle ilgili hala kuşku duyanlar hemen şu haberi okusunlar;

Efes, cinsiyetçilikle eleştirilen Zilli Sally birasını önce savundu, sonra özür diledi.

Efes Pilsen, Danimarkalı şirket Mikkeller ile birlikte hazırladığı biralara verdiği isimlerler nedeniyle özür diledi. Biralar sosyal medyada cinsiyetçi oldukları gerekçesiyle tepki çekmişti. Zilli Sally ve Deli Kanlı Henry isimlerini eleştiren sosyal medya kullanıcılarının "Efes Boykot" etiketi geçen hafta Twitter'da Türkiye gündemine girmişti. Zilli kelimesinin Türk Dil Kurumu sözlüğünde karşılığı "Edepsiz, eli maşalı, şirret (kadın)" olarak yer alıyor.

Bilmem biraz anlatabildim mi?

Şimdi işler biraz daha zorlaştı.

Bir tarafta devasa bir marka mezarlığı var. Bir tarafta ise, bu günü ve geleceği doğru okuyup, anayasasına değerleri yerleştiren ve yarını kazanmaya çalışan markalar var. Onlar, geleceğin saygın markalar ligini yaratıyorlar.

İtibar kavramının içine değerleri yerleştiriyorlar. Bunlar neler?

Öncelikle hitap ettikleri topluluklar gibi yaşıyor ve düşünüyorlar. Dünyaya benzer bir açıdan bakıyorlar. Kitlelerin gelecek ve doğa ile ilgili endişelerini paylaşıyorlar.

Geleceği kazanmaya çalışan markaların gündeminde şunlar var;

Adil ticaret

Çevre felaketleri

Sağlıklı tarım

Sağlıklı nesiller

Dengeli tüketim

Doğal kaynakların verimli kullanılması

Karbon salınımı

Engellilerin hayata erişmesi

Kadına şiddet

Açlık

Yoksulluk

Salgın hastalıklar

Bakın uyarıyorum. Gözlerinizi sadece bilançolara dikerek bu saydığım hassasiyetleri görmezden gelemezsiniz. İşin ucu aklınıza gelmeyecek yerlere kadar uzanır.

Turizmden devam edelim.

İki otelcilik markası tam da burada tarif ettiğimiz çizgide ilerliyorlar. Onlar her türlü doğal ve insani hassasiyeti dikkate alan bir strateji izliyorlar.

Birincisi İberostar Hotels, ikincisi ise Rosewood Hotels

İşletme politikaları çerçevesinde, insanlığa bazı sözler verdiler.

İberostar, 2020 yılında bütün otellerinde tek kullanımlık plastiği kaldırdı.

2025 yılında otellerinden dışarıya hiç çöp bırakmayacak

Yine aynı yıl deniz ürünlerini yüzde 100 sorumlu kaynaklardan tedarik edecek

2030 yılında bütün otelleri karbon salınımını sıfırlayacak.

İberostar 2030 yılında çevresindeki bütün ekosistemler ile doğal ilişki içinde olacak.

Bu zincir başlattığı Değişim Dalgasını 2023 yılı itibarıyla konuklarının yüzde 90’i ile paylaşıyor olacak. 2023’de konuklarının yüzde 60’ı sadece bu nedenle gelecek.

Gelelim Rosewood Hotels’e

Diyorlar ki,

Biz onurlu bir yolculuğa çıktık. Neredeyiz ve nereye gidiyoruz? 2010 yılında çıktığımız bu yolculukta, tesislerimizi çevreleyen topluluklarda ve çevrede küresel olarak olumlu bir değişiklik yaratmak konusunda kararlı ve hassasız. Kendimizi gelecek on yıllar için dönüştürüyoruz. Sürdürülebilir bir gezegen ve sağlıklı bir hayat için sağlam adımlar atıyoruz. Bu konuda çok kararlıyız.

Bu otel markaları orta ve uzun vadeli itibarlarının nerede olduğunu anladılar ve gereğini yapıyorlar. Bu hassasiyet her marka için gereklidir.

Turizm sektöründen devam edelim. Bundan böyle artık kitlelere sadece onların beklentilerini değil, değerleri de anlatmak zorundayız.

Bu saatten sonra insanlara ne ürettiğimiz kadar, bunu nasıl ürettiğimizi de anlatmak zorundayız. Eğer nasıl yaptığımızı samimi olarak anlatamazsak, turizmciler olarak, yerimizin ‘ Güvenilmez Markalar Ligi’ olacağından emin olabilirsiniz.

Bundan kaçış yok. Her şey ortada

Artık ‘ uzmanlar ‘ tarafından oluşturulan raporların da fazla bir hükmü kalmadı. Raporlarda olanlar ve hatta o raporlara yazılmayanlar bile çok kısa sürede ortalığa düşüyor. Sizi hoş tutmak için hazırlanan raporlara fazla itibar etmeseniz, iyi olur.

Online itibar yönetimi bu sürecin sadece bir parçasıdır. Marka itibarını koruma felsefesinin içinde bir araç olmanın ötesinde bir manası yoktur. Bizim asli misyonumuz online dünya ve gerçek yaşamdaki sorumluluklarımızı içerir.

Marka itibarının değerler ile olan sıcak bağlantısına vurgu yaptık. Bu değerlerin küresel olduğunu özellikle belirtmemiz gerekir.

Bir zamanlar pazar lideri olarak bildiğimiz birçok marka şimdi markalar mezarlığında yatıyor. Onları mezara götüren nedenlerin başında insanlığın hızla değişen değerlerini doğru anlayamamak ve onlara saygı göstermemek gelir. Marka itibarı ya da kurumsal itibar yönetimi, bu ölümü önceden haber verecek bir erken uyarı sistemidir.

Bu gün bütün markalar ve bunların arkasındaki kurumlar, bir yol ayrımındalar. Verecekleri bir karar ile geleceklerini belirleyecekler. Daha net bir ifade ile kurumlar insanlık ve hayat karşısında ahlaki bir yol ayrımındalar.

20 yüzyıldaki kapitalizm, ne pahasına olursa olsun kazanma hırsını yüceltti ve bu hırsı sahte bir ahlaki kılıf ile bezeyerek herkesin aklına yerleştirdi.

Kazanma ve kaybetme arasındaki ezeli kavgada, hep kazanmayı kutsadı. Kaybetmeye iğrenç bir hastalık muamelesi yaptı.  

Başkalarına ve doğaya rağmen kazanmayı ve bu kazancı, para ile servete dönüştürmeyi en geçerli varoluş modeli olarak sundu. Bu anlamda 20. yüzyıl insanlık tarihinin en iğrenç dönemlerinden birisi olarak anılacaktır.

İşe, çalışanlara, iş ortaklarına, tedarikçilere, doğaya, çevremizdeki bütün canlılara saygı duymayan ve onların sağlıklı olma hakkını tanımayan markalar cenaze işlerini şimdiden ayarlasalar iyi olur.

Sürdürülebilir başarı bu alanda saygın politikalar uygulamaktan geçer. Markalar, başarı için önemli bir seçim daha yapmak zorundalar.

Bu başarının kimin adına ve kimler için olduğuna karar vermeliler. Başarıyı bilançoların en alt köşesinde arayanlar, bir zamanlar o köşede dev sayılar kaydeden, ama bu gün aramızda olmayan markaların mezarına gidip bir ah çekebilirler.

2 Mart 2021 Salı

Merhametsiz bir Kentleşme Macerası - İstanbul

Yedi tepesinin her hangi birisinden aşağıya bakınca, ben her zaman bir kentten çok fazlasını gördüm. Yaratanın İstanbul’u Dünya’ya bir hediye olarak göndermiş olduğunu düşündüm.

2000’lere kadar bu devam etti. Ne zaman bir tepsine çıksam ve Boğaz’a, Haliç’e baksam, yeryüzünün bütün çapkın uygarlıklarını yakıp kavuran bir fettan güzel gördüm.

Ama bu gün değil.

Bu gün çok farklı bir İstanbul görüyorum.

Yorgun… Bezmiş.. Sırtına taşıyamayacağı kadar ağır yük binmiş bir kent.

İstanbul’un yarım asır öncesini görmüş.. Hazzını almış bir Anadolulu olarak,

Ben derim ki, Ey Anadolu’nun bozulmayan kentleri…

Size,  Dünyanın en düzenli, en kadim, en sevecen, en merhametli, en sanat aşığı kenti nasıl berbat edilir… Bunu anlatayım önce..

Buradan bir ders çıkaralım…

Önce bir hayal kuralım..

“Başka bir İstanbul olsaydı” diye soralım. Neler olurdu, tahmin edelim. Bir işe yaramasa da o eski güzel günlere methiyeler düzelim…

İstanbul 1900’lerin başındaki gibi kalsaydı.

Hatta bir benzetme daha yapalım. İstanbul’u Fatih Sultan Mehmet gibi bir irade yönetseydi.

Bu muhteşem kentin başında, hiç kimsenin inancına, etnik kökenine karışmayan, bilim, sanat, kültür aşığı bir lider olsaydı.

Başta mimarisi olmak üzere, her şeyi ile o günkü İstanbul olsaydı.

İstanbul’un kadim renkleri kaybolmasaydı.

Göçler ve göç ettirmeler olmasaydı.  İstanbul, Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin, velhasıl, kaybolmuş ne kadar renk varsa hepsinin bir arada yaşadığı bir kent olarak kalsaydı.

Merhaba başta olmak üzere, onlarca dilde selamlaşma sözcükleri İstanbul sokaklarından taşıp, saygı ve sevginin işaretleri olarak gökyüzüne yükselseydi.

Kenti ziyaret eden gezginler sokaklardaki selamlaşma çeşitliliğine gıpta ile baksalardı.

Onlarca ayrı dil konuşan dost sinelerden onlarca dost ses ile selamlaşma olsaydı.

İstanbul, bu günkü gibi, betondan ibaret olmasaydı. Dağ, taş, dere, tepe, ova, bayır çimentonun ve kumun çirkin suç ortaklığı ile katledilmeseydi.

Arnavut kaldırımları kalsaydı. Geceleri boza, turşu suyu satanlar kalsaydı. Omzuna bir sırık alıp, iki ucundaki tepsilerde yoğurt satanlar kalsaydı.

Sokaklar, zerzevatçısı, yorgancısı, hallacı, kalaycısı, muslukçusu, dondurmacısı, sütçüsü ile dile gelseydi.  Günün herhangi bir anında kulaklarımız onların dost sesi ile sakinleşseydi.

Bu kenti, duygusuz bir kapitalistleşmeye rehin bırakmasaydık.

19 yüzyıl İstanbul’unu plansız, programsız, heyecansız bir büyümeye kurban vermeseydik…

İstanbul’da zaman 19 yüzyılda donsaydı.

Şu hızlı, acımasız, saygısız ve sevgisiz Dünya’da…

Bir yudum sevgi arayanların…

Geçen yüzyılın aşklarını hala yaşatmaya çalışanların..

Sanatçıların.

Sistemin vahşi çarkları tarafından hayallerine kan doğrananların.

Dört ayaklı dostlarımızın.

Kuşların.

Sığınağı olsaydı.

Benzeri olmayan mutfaklar ehlinin elinde yaşamaya devam etseydi.

Vakti zamanında gelip İstanbul’a yerleşmiş Gürcüler, Arnavutlar, Kürtler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar, Türklerle birlikte yarattıkları muhteşem İstanbul mutfağı ile bütün Dünya’ya meydan okusalardı.. Lezzet cennetinde kendisinden geçmek isteyenin ilk durağı İnsanlığın kadim mirası İstanbul olsaydı.

Bu Rum yemekleri İstanbul’un seçkin lokantalarında sunulsaydı.

Koliva - Ahtapot Yahni - Kurkuti - Cicirya - Rum Kurabiyesi -Rum Usülü Közleme

Papagiannis – Pabucaki - Tropita – Sinkonta -Rum Usulu Soslu Patlıcan -Kabaklı Otlu Börek – Kidonito – Babagannuş – Saganaki – İstifno - Sakızlı Balık Çorbası

Bu Ermeni yemeklerini her sokakta bulabilseydik..

Düğün Çorbası - Süt Çorbası - Un Çorbası - Nemçe Arpası Çorbası - Makarna Çorbası -Salep Çorbası - Kapyoka Ve Salep Çorbası – Topik - Badem Sütlü Topik - Ermeni Usulü Etli Pilav – Herrisa – Havidz - Dalak Dolması – Basturma - Baharatlı Kurutulmuş Yoğurt - Hay Usulü Yaprak Dolması – İşbabyan – Tarama – Anuşabur

İstanbul 4-5 milyon nüfus ile kalsaydı.

Türkler, Kürtler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar, Gürcüler, Yahudiler Dünyada eşi benzeri bulunmaz, rengarenk bir yorgan gibi serilseydi bu güzel tepelere.

İstanbul, betonun, çimentonun, demirin acımasız ayakları atında ezilmeseydi..

Ne olurdu?

Ne olacak?

Dünya, İstanbul’u görmek için kuyruğa girerdi.

İstanbul, sanatçıların, felsefecilerin, bilim insanlarının, yazarların sığınağı olurdu.

İstanbul turizmine paha biçilemezdi.

Türkiye’nin güzel kentlerine not.

Ey güzel Anadolu’nun, Trakya’nın kendi halinde, kendine emanet, kendine özel şehirleri..

Lütfen siz kalmaya devam edin…

Lütfen daha fazla göç vermeyin…

Lütfen daha fazla göç almayın.

Lütfen doğanızı, suyunuzu, hayvanlarınızı koruyun..

Tarihiniz öylece kalsın..

İnsanlarınızın yüzündeki o içten gülümseme öylece donup kalsın. Sizin merhametinizin canlı işareti olsun.. Ey Anadolu’nun güzel şehirleri, adını başkalarının koyduğu çocuklar gibi olmayın… Gelecek sizin…