31 Mart 2015 Salı

Dünyada ilk restoran nerede kuruldu?


Bazen bir balıkçıya gidiyorsunuz. Arada bir kebapçı yapıyorsunuz. Bazen kaliteli bir mekana gitmeniz gerekiyor. İstikamet lüks bir lokanta..

Gelsin balık, kebap, etler.. Etrafta koşuşturan garsonlar… Mutfakta size en güzel lezzetleri sunmak için çabalayan yemek sanatçıları..

Bu mekanların genel bir adı var, restoran

Aranızda merak eden var mı? Bu mekanlar ilk nerede ortaya çıktı? Kim akıl etti?

İlk restoran nasıl kuruldu? Neler sunuluyordu?

Binlerce yıl önceki atalarımız hep birlikte avlanır, eti hazırlar, pişirir ve yerdi.  Etin kalan kısmını nasıl saklarlardı, pek bir bilgi yok.

Derken bir gün her şey değişti.

Başta da dedim…

Yemek mekanları ortaya çıktı. İnsanlar evlerden çıkıp dışarda yemeye yöneldiler.

Damaklarını mutfak ustalarına emanet etmeye başladılar.

Şöyle bir bakalım mı?

Hayatta kalmak için bedenin doğal bir etkinliği olan beslenme, hangi yolculuklardan geçti de bugün dev bir endüstriye dönüştü?

İnsanlar, birilerini besleyerek para kazanma düşüncesine nasıl vardı?

Tarihin bir anında, ilk kez bir masa ( mermer, taş, ahşap) kurup diğerlerine ‘ gelin, bakın ben burada çok güzel yemekler hazırladım. Siz yemek hazırlamak için yorulmayın’ diyen girişimciyi merak ediyor musunuz?

O zaman buyurun..

Muhtemelen o devirde para yoktu. Yemek satan girişimci acaba karşılığında ne isterdi? Hayvan postu? Süs eşyası? Ayakkabı? Silah? Kim bilir?

Çok eskilere ait kayıtlar yok. Ama bugün hepimizin ağzından düşmeyen restoran sözcüğü ve işletmeciliği nasıl ortaya çıktı, bu konuda ilginizi çekecek bilgiler var.

Bir gün yemek bir sanata ve sosyal etkinliğe dönüştü

Avrupa bu işin ilk filizlendiği coğrafya..

Ama bir mutfak kavramının ortaya çıktığı dönemde bile, halk, evin dışında, yemeğini düzensiz bir biçimde yerdi. Arabalarla yolculuk yapılan yolların kenarlarında hanlar vardı.

Zenginler, bu yolculuklarda hanlarda konaklar ve yanlarında hizmetçiler bulundururdu. Yemeklerini bu hizmetçiler hazırlardı.

Kiliselerde de yolculara yemek ikramı olurdu.

Ama halkın dışarı çıkıp yemek yiyeceği mekanlar henüz ortada yoktu.

İnsanlar bu gereksinimi genellikle evlerde giderirdi. Sofraların çok zengin ve gösterişli olmadığını da ekleyelim. Zira ne maddi olanaklar vardı, ne de bilgi.

Hastaneler ve hapishanelerde de yemek çıkardı. Ama tatsız ve yavandı.

Sanırım bir ülke tahmini yaptınız.

Yanılmadınız.

Bu işler ilk olarak Fransa’da başladı.

1600’lü yıllar cafelerin kurulma dönemidir. Ortaya çıktılar ve hızla tüm Avrupa’ya yayıldılar.

Önceleri kahve, kakao ve şarap sunulurdu. Ardından, asiller son haberleri, dedikoduları ve yorumları paylaşmak için buralarda bir araya gelmeye başladı.

Hem sohbet ettiler, hem de içkilerini yudumladılar.

Bu mekanlar, bildiğimiz modern restoranların atasıdır.

İlk kez kim bir mekana restoran adını verdi?

Yıl 1760. Fransa’nın başında XV Louis var.

Boulanger isimli bir mutfak ustası çıktı ve tedavi edici ve müthiş besleyici olduğu iddiası ile hazırladığı çorbaları sunduğu mekanlar açtı.

Çorbalarına da tazeleyen, dinçlik veren anlamında, restaurers adını verdi.

Mekanının adını da restorante koydu.

Buraya dikkat.

Türkçedeki lokanta ismi ise lokal kökünden türeyen İtalyanca Locanda’dan gelir.

Kıyamet koptu, isyan çıktı

Boulanger’in mutfaktaki bu ihtilalci atağı Chaine des Rotissers ve Chaine de Traiteurs gibi güçlü loncaların şiddetli tepkisini çekti.

Çıkarlarının zedeleneceğini düşünen bu loncalar Boulanger’e karşı çıktılar.

Fırıncılar Loncası bile korktu. Gelişmeleri izlemeye başladı.

Aşçılar Loncası ise işi hukuksal boyuta taşımaya kalkıştı. Yemek servisini yapma hakkının kendilerinde olduğunu vurguladılar. Boulanger’in Lonca üyesi olmadığını ve bu işi yapmaktan men edilmesi gerektiğini iddia ettiler.

Fransa oturdu ve bu kavgaları izlemeye başladı.

Ama Boulanger müthiş bir PR ustası idi

Önemli gurmeleri, kralı, siyasi ve sosyal hayatta etkili isimleri kendi tarafına çekmeyi başardı. Sonunda restaurateur olarak çalışma hakkını elde etti.

Bu adım Loncaların gücünü azalttı.

Boulanger Usta kısa sürede menü çeşitlendirmesi yaptı. Zengin bir mutfak yarattı.

Büyük bir başarı kazandı.

Bu başarı başka ustalara da ilham verdi. Hızla yeni yerler açıldı.

1804 yılında Paris’te beş yüzden fazla restoran vardı.

İlk lüks lokanta ne zaman açıldı?

Tarih 1782.

Yer elbette yine Paris.

Adı – La Grande Taveme de Londres

Lokantanın sahibi ise Antoine Beauvilliers.

Bu isme de özel dikkat isterim. Antoine Usta Mutfak Sanatı kitabını yaqzıd ve Fransız Mutfağına çeki düzen verdi ( L’Art du Cuisinier- 1814 )

Geldik 1838 yılına.

Bon Marche işte tam da bu yıl ve 25 dönüm üstüne kuruldu. 1852 yılında tam bir yenilemeden geçti ve son halini aldı.

İmza Aristide Boucicaut’a aittir.

Bu dev mağazada 3500 kişi çalışıyordu.

Onlara sunulan – ücretsiz – yemekleri ise 100 aşçı ve garson hazırlayıp servis ediyordu.

Bu gün itibarıyla Paris’in en eski restoranı La Tour d’Argent’tir.

1913 yılında kapanan ve 19. yüzyılın en ünlü restoranı olma unvanını elde eden Cafe Anglais'in ünlü mönüleri hala sunulmaktadır.

Sözüm bu günün mutfak ustalarına

Bütün zamanların en büyüğü kimdir?

Yani bu günkü mutfak sanatçılarının piri kimdir?

Elbette Careme.

Duymayan ve bilmeyen mutfakçılara üzülürüm.

Mutfağın altın çağı 1800’lerde büyük usta Marie Antoine Careme ile başlar.

Careme Dünyanın en ustalarından birisi hatta ilki idi.

Bir başka büyük usta ise Georges Escoffier idi. 1935 yılında ölümü ile bir devir sona erdi.

Careme Usta, Fransa’nın efsane Dış İşleri Bakanı Talleyreand’ın, müthiş bir gurme olan o dönemin Rus Çarı’nın, Polonya Kralı ı. Alexander’in ve Baron Rotschild’in aşçıbaşısı olarak çalıştı. Büyük takdir kazandı.

Aslında amacı mimar olmaktı.

Ama babası onu küçük bir restoran işleten amcasının yanına çırak olarak verdi.

Careme burada bütün ihtirası ile çalıştı. Yemek sanatının bütün inceliklerini öğrendi.

Gençlik yıllarında Paris’e gitti.

Yemek hazırlamada üstün başarılar elde etti ve Aşçıbaşı unvanını kazandı.

Kısa zamanda büyük bir üne kavuştu. Ünlü gurmeler hep onu aramaya başladılar.

Bir yandan da yemek ve uygun şarap eşleşmelerine kafa yordu.

Temel kavramlar geliştirdi.

Çok özel bir çorba türü olan konsomeyi mükemmellik derecesine ulaştırdı.

Bir yemekte konsomeyi giriş olarak ilk kez sunan Şef Careme’dir.

Yemeği başlatan çorba bir operanın açılışı gibidir

Bu sunuma hayran kalan Grimod de la Regniere, Careme’ye yönelttiği iltifatında, “ Yemeği başlatan çorba bir operanın açılışı ya da bir evin girişi gibidir. Daha sonra hangi yemeklerin geleceği konusunda bize fikir verir” demiştir.

Careme bir çok Fransız sosunun ve rafine yemeklerin yaratıcısıdır.

Mimariye olan düşkünlüğü sayesinde sofralara ilk buz heykelleri ve kalıp süsleri yerleştiren de Careme’den başkası değildir.

Büyük Usta’nın ünü biraz da, bir çok etkin kurumun, kulübün, otelin ve restoranın mutfak şefini kendisinin yetiştirmiş olmasından kaynaklanır.

Mesela Soyer ve Fracetelli Londra’nın ünlü Reform Kulübünün şefleri idi.

Dönemin ünü gurmeleri Brillat ve Savarin de ondan etkilendiler.

Careme zamanının önemli bir bölümünü yaptıklarını yazıya dökmeye ayırdığı için, elimizde onun yemek anlayışını anlatan zengin bir kitaplık var bugün.

Yararlanılan kaynak: http://www.turkforum.net/651341-restaurantin-tarihi.html

30 Mart 2015 Pazartesi

Yunanistan’a Türkiye'den Turizm Bakanı

İlginç bir yazı daha kaleme almışım bundan 5 yıl kadar önce. İtiraf edeyim, epey de haklılık payı olan ve bugünleri haber veren bir yazı olmuş.

Buyurun, tepe tepe okuyun...

Konu ile ilgili olarak iki görsel paylaştım. Ege’de hangisini görmek isterdiniz?



Tercih sizin.

*******
Bazı turizmciler Yunanistan turizminin krizde olmasından bir sevinç payı çıkartıyorlar, bunun Türkiye’ye yararlı olduğunu düşünüyorlar.

Gerçekten de öyle midir, bunu tartışalım…

Düz mantıkla düşünürsek, “ Avrupa’nın belirli bir seyahat kitlesi var, Yunanistan’ı tercih etmeyen doğal olarak Türkiye’ye yönelecektir” diyebiliriz.


Fizikteki bileşik kaplar teorisi gibi…

Ama küresel ekonomi fizik kanunlarına göre işlemiyor ki.

Çin, parası yuan ile kafasına göre oynayabiliyor mu?

Ya da BP bütün dünyayı karşısına alıp “ sızıntı olan kuyu benim, ben zarar ediyorum, size ne oluyor?” diye babalanabiliyor mu?

İki asır önce insanların, işletmelerin, sistemlerin bütün marifetlerini 15-20 kilometre içinde sergilediği bir ekonomik yapı yok artık.

Dünya bir bütün…

Dünya artık tıpkı bir insan bedeni gibi yekpare…

Bedenin bir noktasındaki minicik bir sivilce bütün bedeni ateşlere atabiliyor.  Dünyanın minicik bir köşesindeki hafif bir arıza da yerküreyi ateşe sarıyor.

Bir tarafın krizi, acısı diğer tarafın kazancı, mutluluğu diyemiyoruz artık.

Sadede gelelim; Yunanistan’daki kriz derinleşirse…

Turizmi devreden çıkarsa…

Finans krizi topyekün bir iflası tetiklerse…

Maaşlar, dış ve iç borçlar ödenemez, tesisler kapısına kilit vurur, üretim biterse…

Bu tehlikeli gelişmelerin etkisi Ege ile Adriyatik arasına sıkışmış bu minik ülke ile sınırlı kalır mı sanıyorsunuz?

Politik açıdan bakın.
Ekonomi açısından bakın.
Sosyal açıdan bakın.

Bölgenin jeostratejik realitesi açısından düşünün.

Dünya’nın yaşadığı faşizm deneyimini hatırlayın. O acı deneyimler gösterdi ki, açlık faşizmin ebesidir. Açlık her insanın dnasında gizli yok etme güdüsünün prangalarını çözen anahtardır.

Başıboş, aç, umutsuz kitleler, hele bir de en hassas yerlerinden, ırkçı/ulusal damardan yakalanırsa, birkaç hafta içinde olacakları tahmin bile edemezsiniz.

Bu, muhtemel sürecin politik yönüdür.

Ya ekonomik açıdan neler olur?

Batısı ve Doğusu ile Dünyanın Yunanistan ekonomisine yaptığı bütün yatırımlar batar. Küresel finans piyasalarında Yunanistan bonoları, tahvilleri tuvalet kağıdına döner.

Zaten suni teneffüs ile şişirilmiş bütün borsalar iğne batırılmış balon misali patlar.

Sadece Yunanistan ya da Türkiye borsaları değil, New York, Tokyo, Londra, Pekin, Moskova, tümünden bahsediyorum.

Yunanistan sermayesinin küresel yatırımları iflas eder. Somut bir örnek vermek gerekirse Türkiye’deki Finansbank’ın kaderi belirsizleşir. Ki, Yunanistan finans kapitalinin dünyanın bir çok ülkesinde bu tür banka yatırımları vardır ve hepsi sıtma nöbetine tutulur.

Yunanistan ve yakın komşularından başlayan nakite hücum global bir histeriye dönüşür, insanlar genlerinde saklı varlıklarını koruma güdüsü ile varını yoğunu satıp nakit stoklamaya başlar.

Tezgahlar durur.
Ticaret biter.
Üretim tehlikeli boyutlara kadar iner.
Açlık başlar.

2008’i bırakın, gelmiş geçmiş bütün krizlere rahmet okutacak bir karanlık çağa girilir.

Bakın, Yunanistan turizminden girdik, nerelere geldik.

Ama bunlar bir gamlı baykuşun hayali kehanetleri olmayacak kadar net, muhtemel olasılıklardır, zira artık Dünya yek pare bir insan bedeni gibidir.

Orada ne olursa olsun, bana dokunmayan yılan bin yaşasın dönemi bitti.

Gelelim radikal önerimize;

Yunanistan’ın yaşadığı krizin kat kat şiddetlilerine direnmiş ve başarmış Türkiye turizm endüstrisi, vizyoner ve ehil bir turizm profesyonelini Yunanistan’a önerirse...

Küresel ilişkileri olan, Dünyaya 21 yüzyıl penceresinden bakan, cesur, donanımlı bir turizm profesyoneli Papandreu tarafından Yunanistan’a Turizm Bakanı olarak atanırsa…

Tam yetki ile göreve başlayacak olan bu profesyonel, krizi ustaca yönetmeyi ve Yunanistan turizmini ayaklarının üstüne kaldırmayı başarırsa, neler olur?

Kısa bir süre sonra Türk Bakan, önce Yunanistan ile Türkiye arasında bir ortak turizm stratejisini önerir, kabul ettirir ve zaman içinde hayata geçirirse…

Ardından bu başarılı stratejiye ilkin Bulgaristan, Arnavutluk, Bosna, Sırbistan, Hırvatistan, Makedonya, Slovenya ve diğer yakın Balkan ülkeleri katılırsa…

Sağlam bir belkemiği ile hayata geçecek olan bu bedene zaman içinde Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, Kıbrıs, Gürcistan, Azerbaycan da eklemlenirse…

Doğu Akdeniz Turizm Koordinasyonu

Neler olur?



6 Mart 2015 Cuma

Üç kat shorta düşmek bu, boru değil

Okura yaşanmış bir olayı naklediyorum. Abartma yoktur,unutulanlar vardır.

Check-In ( Müşterilerin girişini ifade eden bir kavram) zamanına üç gün vardır. Konuşma Genel Müdür ile Satış ve Pazarlama Müdürü arasında geçer.

-   Efendim bir sıkıntı var.
-   Hayırdır Ahmet?
-   Otel biraz shortta efendim.

Genel Müdür kahkahalara boğulmuştur.

-   Ohooo ! Bu mu  sıkıntı Ahmet? Aşk olsun. Short ne zaman Oteller için sıkıntı oldu ki?
-   Efendim bu sefer biraz yüksek bir short oranı var.
-   Sıkma canını. Hallederiz. Kaç oda? Yirmi?
-   Biraz daha yüksek Müdür Bey…
-   Olabilir Ahmet. Elli mi?

Genel Müdürün gülmesi yüzünde donmuş kalmıştır.

-   Biraz daha yüksek efendim. Bir hayli yüksek.
 Ahmet meraktan öldürme adamı yahu…Yüz oda?
 Ehmmm.Öhmmm…Şeyyy..
-   Anladım. İşimiz biraz zor gibi. Tahmin ettim. İkiyüz elli oda fazlamız var..
 Hemen hemen efendim…

Genel Müdürün tansiyonu fırlamış,yüzü kireç gibi olmuştur.

- Ahmet,bana bin oda shortta olduğumuzu söylemeyeceksin umarım..
- Efendim ikiyüz elli odamız tam yedi yüz adet satılmış..
Koltuk bir tarafta,Genel Müdür bir taraftadır. Hayatı gözlerinin önünden bir film şeridi gibi hızla akıp gitmektedir.
- Müdür Bey..Müdür Bey..Sakin olun..Aman..Heyy..Birisi kolonya getirsin çabuk.

Genel Müdüre şimdilerde musallat olan tansiyon,panik atak,paranoya gibi illetler o günlerden kalmadır.

İkiyüz elli odaya karşılık yediyüz rezervasyon.
Giriş gününe üç gün var.
Çevredeki Otellerin hepsi kapalı.
Komşu otelleri açtırma ricaları da kalın bir imkansızlık duvarına çarpıp geri dönmektedir.

İki Otel yardımcı olmayı kabul eder. Ama pek hatırşinas bir yardımdır bu. Otelin satış fiyatının 50% üstünde  bir fiyat koyarlar masaya.

Yaşanması muhtemel rezaletin bedeli daha da ağır olacaktır. Kabul edilir.

Gruplardan bir tanesi aynı bölgedeki 4 yıldızlı bir otele yerleştirilir.  Elli oda reklamasyon bedeli çoktan not defterlerine kaydedilmiştir. Beş yıldızlı bir otele rezervasyon yaptıran grup doğal olarak tepkilidir.

Bu otel iki gün içinde açılıp hazır hale gelmiştir. Bu nedenle ne mutfak ekibine housekeeping ekibi ne de servis ekibi vardır. Sadece kışın otele göz kulak olmaları için çıkışı verilmeyen birkaç resepsiyonist,bir tane teknik eleman,birkaç tane de güvenlik görevlisi vardır.

Yemekler shorta düşen otelde pişer. Servisi otelin garsonları üstlenir. Shorta düşen otelin kat görevlileri iki otel arasında mekik dokur. Buna karşılık 4 yıldızlı otele yarım pansiyon konaklama  faturası  ayıla bayıla ödenir.

Asıl çıngar arife günü kopar.

Başka bir otele gitmeyi kabul etmeyen ve mutlaka rezervasyon yaptırdıkları otelde konaklama saplantısındaki elli oda sakini lobiye gelir, kısa sürede tanışır, kaynaşır ve örgütlenirler. Komiteler oluşturulur. O yıllarda medyanın körüklediği yaygın bir inanış vardır. Akdeniz ve Ege Otelleri yerli turisti kazıklamaktadır. Turizmin ilk atılımını gerçekleştirdiği zamanlarda bir belediye başkanı da verdiği bir demeç ile bu inanışın yaygınlaşmasına çanak tutmuştur.

Yerli turisti Bodrum’a istemiyoruz. Karadeniz yaylalarına, kıyılarına gitsinler.

Genel Müdür, otelde kalıp müşterileri ikna etmeye çabalamak ile başını alıp dağlara kaçmak ikilemi arasında bocalamaktadır. Katılmış olduğu strese karşı mücadele, baskı altında verimli çalışma seminerlerinde öğrendiklerini hatırlamaya çalışır. Nafile…

Departman Müdürlerinin dolduruşu ile bir toplantı düzenler.  Bir fırsatını bulup iki duble votka ile beyninin cesaret üreten hücrelerini aşka getirir. Yüz müşterinin beklediği salona girer. Giriş o giriş. İçerde ikna edilebilecek insanlar yerine Moğolistan’dan Anadolu’ya at sırtında gelmiş Cengiz Han’ın orduları vardır.

- Nerede bu hanın sahibi? Çabuk bize yatacak yer ve yiyecek yemek versin.
- Hancııııı !!! Çabuk bana içki,atıma da bol yem …
- Yıkarız burayı… Yakarız…

Dakika bir gol sayısız.

- Şimdi efendim, lütfen beni dinler misiniz?
- Kes…Kes…Bize hikaye okuma…Odalarımızı ver.

Yerlere fırlatılan kül tablaları, kafasına gelen domatesle, yumurtalar arasında rakip parti fanatiği köyden kaçan siyasetçi misali kaybolur…
Ah Patron ah! Zamanında şu oteli neden dörtyüz odalı inşa etmedin ki?

Akşam da olmamaktadır. Hain dakikaların her birisi adeta hormonlanmış, saatlere dönüşmüştür. Güneş bile otelde izlemekte olduğu harala güreleye   dalmış, batmayı unutmuş gibidir.

Sonunda tur operatörü sorunu çözer. Elli odayı yerleştirecek oteller bulmuştur. Güneş kıs kıs gülerek ufukta kaybolurken, müşteriler de bütün öfkelerini boşaltmış olarak oteli terk ederler.

Genel Müdür biten savaşın ardından hemen tuvalete koşar. Heyecan, korku ve stres idrar torbasına fazla mesai yaptırmıştır. Uzun bir süre kalkamaz klozetin üstünden.

Derken çıkar, ellerini yıkarken aynaya bakar ve aynadaki aksini görmesiyle canhıraş bir feryat kaplar tuvaleti…

Yüzüne yeni çizgiler eklenmiş, gri olan saçlar beyazlaşmış,gözler ufalmış.Bambaşka bir insana dönüşmüştür.

Nihai darbe ertesi gün indirilir.
Oteli terk eden müşteriler bir gazetenin yerel ilavesinin idare merkezine gitmiş,olup bitenleri bire bin katarak anlatmış ve bir de haberi destekleyecek bir fotoğraf ile mizanseni tamamlamışlardır;

Manşet;

VİCDANSIZ OTEL YÖNETİMİ HAMİLE KADINI KAPI DIŞARI ETTİ !!!

Altta bir taksinin şoför mahalline bitik bir yüz ifadesi ile kurulmuş hamile kadın fotoğrafı. Hanımefendinin karnı şoför mahalline zor sığmaktadır.

Short’un azı karar çoğu zarar demişler.


2 Mart 2015 Pazartesi

Otelciler 'Jargonsuz' anlaşamaz!

Otelcilerin aralarında geliştirdikleri özel bir jargon vardır. Bu jargona sadece kendilerinin vakıf olmasından da büyük bir haz duyarlar.

Bu jargon, Otelcilerin kendi aralarında oluşturmuş oldukları yarı gizli networkün şifrelerinden oluşur. Bu şifreleri duyan ‘sivilller’ şaşırabilirler ve dahi şoka girebilirler. Bu eksikliklerinden ötürü de bu yarı gizli network üyeleri onları parya sınıfına dahil eder.

Öyle ya, nasıl bir ayrıcalıktır short, single supplement, EB, UAI, Paid Out, Blokaj, Comp. Consierge, Fact Sheet gibi kavramları bilmek ve sık sık kullanmak.

A sahi bir de hiyerarşik yapılanma dahilinde bir öteleme/iteleme vaziyetleri vardır.

Kıdemliler acemilerin bu kavramları yerli yersiz kullanmasını kabul edemez ve her fırsatta lafı çakar, acemileri köt üstü oturtur.

Son zamanların yıldız sözcüğü ya da en efektif şifresini söyleyeyim..

SHORT

Acemi otelciler bu sözcüğü ulu orta seslendirirken ‘siviller’in özellikle duymasını isterler ve onların yüzünde oluşan şaşkınlık ifadesinden de büyük bir keyif alırlar. Kıdemliler bu aşamayı geçeli çok olmuştur. 

Shorta düşmek kavramını duyan sivillere kabir azabı çektirmek acemi otelcilerin en başta gelen zevklerinden birisidir. Bir de yanlarına gidip kavramı açıklarken iyice jargon kullanmaya başlarlar ve karşı tarafın psikolojik nakavtını çabuklaştırırlar.

“ Şimdi efendim, biz otelciler gelecek sezon için tur operatörü partnerlerimizle kontratlarımızı imzalarken belli ölçülerde overbook yaparız.  Bunu low siiizında yaşanan occupency shortage’ye karşı bir önlem olarak uygularız.”

Sivil ne olduğunu anlayana kadar psikolojik nakavt gelir…

Bu short kavramının geçmişi ve bugününe raconsal bir bakış..:)

Önceleri Otelciler Klanı arasında bir nevi imdat çağrısı idi, şimdilerde vaka-i adiyeden sayılır oldu. Bir de önlem geliştirdiler. Stop sales kavramı short’un panzehiri olarak üretildi.

Kontratlar imzalanırken, oda sayısının iki hatta üç katı kontenjan verilir. Düşük sezonda dolulukları yüksek tutabilmek için alınan bir tedbirdir.

Temmuz ayına kadar otel satış müdürleri tur operatörünün kapısında kuyruk olur. Yüksek sezonda iş tersine döner.

Tur operatörleri Otellerin satış ve pazarlama müdürlerini kovalar.

Kaçışın sihirli sözcüğü ‘ toplantıda’ dır. Telefon aramalarında, santral görevlisi ile aranan arasında bir pandomim yaşanır bazen.

 El kol hareketleri ile mesaj verilir;

- Yokum…Yokum.. Ofis dışındayım.

Kimi zaman acemi santralcılar mesajı çarşafa dolandırır, sesini alçaltmayı unutur;

- Anlamadım, ofis dışında olduğunuzu mu söyleyeyim, toplantıda olduğunuzu mu?

Temmuz ayından itibaren oteller dolar. 

Tur operatörü doluluk falan dinlemez.

Müşterilerini getirir, lobinin ortasına bırakır, kaçar.

Otel yönetimi sınırdan kaçak giren göçmenlerle baş başa kalmış gibidir.

Komşu otellerden oda rica edilir. Bir kısım müşteri çevre otellere yerleştirilir.

Bazen çevre oteller de doludur, bölge değişiklikleri olur.

Kemer’deki bir otelin müşterisi kendisini Alanya’da bulur.

Otelin genel anlamda imajı zedelenebilir, ama bu short süreci insanların hayatlarına farklı renkler, farklı zevkler de getirebilir…

Hiç unutmam… Bir otelci arkadaşım, bir erkek ve bir kadın konuğunu, otelde ve çevrede yatak bile olmadığı için yazlığında ağırlamıştı birkaç gece…

Otelde yer açıldığı zaman misafirleri aramış ve onları şehirdeki bir lüks restoranda başbaşa romantik bir yemek yerken bulmuştu.

Çift (Ama öyle… bir kaç gece aynı evde konakladıktan sonra ne bekliyordunuz ki?) otele gelmeyi kabul etmemiş, evde tatile devam etmek istemişti. Daha daha sonrasını tahmin edersiniz… Otelci arkadaşıma düğün davetiyesi gelmişti birkaç ay sonra…

Bu arada, zorunluluktan aynı odalarda gecelemek zorunda kalan aynı cinsiyetten insanların deneyimlerine pek girmesek de olur… Ama bu konukların, o birkaç gecelik aynı odada konaklamalarından sonra, hayatlarının artık aynı olmadığı da malumdur…

Otellerin short’a girmekte hızlı, ama telafi etmekte bu kadar usta olmadığı 1990’ların başlarında, adı bende kalsın, acemi bir tur operatörü müşterilerini otobüslere bindirip Kemer’den Hatay’a kadar uzun bir sefere çıkmış, oda bulduğu Otel, motel, pansiyon hatta yazlıkçı evlerine kadar müşterilerini yerleştirmişti.

Kemer’deki Otele rezervasyon yaptırıp Hatay’da konaklayan bir müşterimizden Ülkesine döndükten sonra bir teşekkür mektubu almışlığım bile vardır. Otellerin tatsız tuzsuz büfeleri yerine, Hatay’ın, içli köftesi, muhammarası, künefesi, humusu ile tanışmasına vesile olduğum için bana ne kadar teşekkür etse az olacağını belirtiyordu.

Grubun fiziksel özelliklerine göre bu operasyonlarda otelin değişik departmanları devreye girer. Uçakta iki şişe votkayı devirmiş iri yarı Rus müşterilerin dağıtımına güvenlikten seçmece babayiğitler nezaret eder.

Bu dağıtımlarda Ruslar, tepelerinde dikilen güvenlik görevlileri nedeniyle Gulag Takımadaları’na çalışma kamplarına yollandıkları hissine kapılabilirler.

Akdeniz’in özel şartlarında, oda sayısının yüzde otuzu makul bir short’tur.

Yarı yarıya bir short satış müdürünü uykusuz bırakabilir. Strese neden olur.

İkiyüz elli odalı bir otele aynı gece için üçyüzyetmişbeş oda rezervasyonu gelirse.

Satış müdürü ve tur operatörü komşu satış müdürleri ile beraber çözebilirler sorunu.

İki yüzelli odalı otele beşyüz oda rezervasyonu gelirse strese girme sırası Genel Müdür’dedir. 

Satış Müdürünün limitleri aşılmıştır. Devreye Genel Müdür girer.

Short’a düşmek Temmuz-Ağustos aylarına özgü bir olgudur. Bu aylarda bütün tur operatörleri performanslarının zirvesine çıkarlar. Pazarı oluşturan ülkelerde tatil bu aylarda olduğundan short kavramı artık kabul görmektedir.

Ama, short Kış mevsiminde yaşanırsa orada özel bir beceri vardır. Başaranları kutlamak gerekir. Hem de tur operatörleri en düşük performans ile çalışıyor ise. Hem de pazarı oluşturan ülkelerde tatil falan yoksa.

Hem de short öyle böyle değil, otelin oda sayısının üç katı ise.

Aynı hafta ikiyüz elli odalı otele teyid edilmiş yediyüz oda rezervasyonu varsa

Bu rekor Guinnes’liktir.

Örneği var mıdır?


Vardır! Bekleyin lütfen..