14 Nisan 2017 Cuma

Dino Amca'nın Kasırgalar ve Hatunlar ile İmtihanı

Dino Amcanız bir zamanlar Kaş’ta çalışıyordu. Harika bir butik otelde yöneticiydi. Bu otele girişi ilginç bir tesadüf sonrası olmuştu. Bu ayrı bir hikaye konusudur ve vakti gelince o da kaleme alınacaktır…

Bundan yaklaşık 30 yıl önceden bahsediyoruz. 1980’lerin sonları. Oteller o zaman böyle yolgeçen hanı değildi. Hiçbir yerde tutunamamış işsizler değil, mesleği sanat gibi icra edenler çalışırdı. Bu da ayrı bir hikaye konusudur. Bir gün kaleme alınacaktır.

Dino Amca tam da ‘dağdan indim düze’ misali gelmişti bu şirin kasabaya. ( Burada Dino’ya sağlam bir yuh çekilebilir) Dino bu otelde çalışmak için iş teklifi alana kadar Türkiye’de Kaş diye bir kasaba olduğunu bile bilmiyordu.

Dino Amca’nın o güne kadar deniz ile bütün alakası öğrencilik yıllarında, İstanbul’un Karaköy iskelesi ile Haydarpaşa arasındaki 20 dakikalık vapur yolculuğundan ibaretti. Yüzmek falan hak getire… Bu otele işbaşı yaptıktan beş ay sonra deniz ile tanıştı Dino Amcanız. Ama ne tanışma….

Buyurun o zaman…

Aylardan Mayıs. Otel de börtü böcek misali kış uykusundan uyanmış. Hava, o karanlık kış günlerinin yarattığı ruhsal tahribatı bir an önce tedavi etmek istercesine aydınlık ve sıcacık.

Dino Amcanız Kaş’ta o günlere kadar hayalinde bile görmediği güzellikler görüyor. Hem de ne güzellikler. E tabi Dino Amcanız o zamanlar, gençliğin son demlerinde de olsa yine de genç sayılır. Kanı hala kaynıyor… O daracık Kaş sokaklarına çıktığında, kafası yuvasına takılan ampul misali dönüyor

Bu Avrupalı afetlere de kadın deniyor… Güzel deniyor… Ama bu ahir zaman kusursuz heykellerine sadece ‘ güzel kadın’ demek ve orada bırakmak da ayıp oluyor. O renk, boyut, altın oran, eda, yürüyüş, bakış şahanelerine daha farklı şeyler söylemek lazım.

İlkokuldan sonra sadece erkeklerin okuduğu bir yatılı okula girmiş. Hemen ardından da yine erkek ağırlıklı bir Üniversiteye postalanmış. Erkeklerin okuduğu kolejde sekiz yıl hep sakallı, bıyıklıları görmeye alıştıktan sonra, Üniversitede ilk şokunu yaşamış. Türkiye’de genç kızlar varmış meğer… Hatta çok güzel genç kızlar varmış.

Neyse… O yıllar da ayrı bir hikaye konusudur. Fırsat olursa elbette o günler de kayda alınacak ve sevgili okurlara aktarılacaktır.

Meğer 160 cm üzerinde kadın da oluyormuş

Üniversite yılları dahil 160 santimden daha uzun kadın pek görmeyen Dino şimdi adım başı kendisinden bile uzun boylu kuğular, ceylanlar, afetler ile karşılaşmaktadır.

Neyse ey okur… Başta farklı bir başlık attık. Dino’nun denizde dev dalgalarla imtihanı dedik. Merak uyandırdık. Şimdi lafı evelemeden gevelemeden sadede gelelim.

O gün otele üç güzel geldi ki, amanın… Amanın… Üçü de 180 santim civarında… Saçlar… Kaşlar… Gözler… Gülüş… Bakış… Konuşma… Hani biblo derler ya... Tam da öyle işte…

Dino ilk önce Allah’a teşekkür etti. Birçok nedenden ötürü… Önce bu güzellikleri görmesini sağlayan bir çift göz için.. Bu güzelliklerin ağzından çıkan her lafı, her kahkahayı duyan kulaklar için… Veee elbette… Bu üç güzel ile konuşabilmesini sağlayan İngilizceyi bu kadar mükemmel öğrenebildiği o koleji kazandığı için…

Dino bu sefer kafayı takmıştı. Bu üç güzelden birini mutlaka tavlayacaktı.

Tavlamalıydı..

Yahu, komşu pansiyonun satın alma, temizlik işlerine bakan arkadaşı Zühtü her gün bir başka afet ile gününü gün ederken, Dino daha hiçbir afet ile tokalaşmamıştı bile…

Üç güzel geldi… Bir geldi. Pir geldi.

Zamanlardan Mayıs’ın sonu… Hava muhteşem bir Kaş yazını müjdelercesine ılık… Sakin.. Deniz nazlı bir gelin gibi..

Dino, yana yakıla üç selviye yaklaşmanın yollarını arıyordu. Bir akşam yemeğinde fırsat ayağına geldi. Otel sahibi Dino’dan servise yardımcı olmasını rica etti. Hem de üç selvinin masasının olduğu bölümün…

Balıklama daldı. Tut ki kırk yıllık bir garson gelmiş, iş başı yapmış. Takır takır çalışıyor. Bir ara fırsatını buldu. Masalarını temizlerken kızlara selam verdi.

Hollandalılarmış… E doğaldır…  Bu boy ve endam ile Asyalı, Orta Doğulu olacak halleri yoktu ya… Bu boy ancak Hollanda’nın münbit topraklarında böyle büyürdü…

Bülbül gibi İngilizce şakımaya başladılar…

Servis ilerledikçe sohbet de gelişti.. Onlar içtiler güzelleştiler… Dino yutkunurken şişti.. Onlar güzelleşti… Dino yutkundu.. Onlar iki şişe şarabın dibine vurdular. Dino onlara bakarken sarhoş oldu…

Dino planını kurdu…

O günlerde Kaş’ın tadı o tertemiz sahillerinde bir mini Mavi Tur ile çıkıyordu. Kaş ile Simena arasındaki o cennet rota insanın ömrüne ömür katardı.

Hemen bu kulvardan daldı mevzuya…  Tekne turu…

Zaten Dino ve benzeri Anadolu kavruklarının tek taktiği de budur.. Yani ‘ Şiş kebaaap, rakiii’ çapaçulluğunun bir tık üstü…

Anadolu’nun kadınsız, renksiz, heyecansız kasabalarındaki tek tip sosyal zincirlerden boşalıp Akdeniz’in dişi havasına kapılan her kavruk delikanlı hatunlara yaklaşmanın en basit yolunun tekne turu olduğuna inanır…

Ben Türkçesini yazayım… Siz bunun ahulara İngilizce söylendiğini anlayın…

-       Kaş’ı nasıl buldunuz?

-      Henüz doğru dürüst gezemedik… Ama ilk izlenimimiz harika… Sadece otel çevresini görebildik…
Offfff… Körün istediği bir göz… Allah verdi kırk göz… Dino coştu.

-      Bakın bu olmadı Kaş’ı hemen tanımalısınız… Zamanınız az. Gezecek o kadar çok yer var. Bir plan yaptınız mı?

-      Hayır, plansız yaşarız biz. Daha genciz. Planlar yaparak yaşamak için daha çok zamanımız var. Onu yaşlılara bırakalım..

Al buyur… Bu da kılçık oldu işte… Dino’nun saçında her nasılsa oluvermiş birkaç beyaz tel var. Ona mı laf soktu acaba?

-      Ne yani… Ben yaşlı mı oluyorum şimdi? Bana yaşlı dediniz.

-      Bu nereden çıktı şimdi?

-      Siz benim yaşlı olduğumu ima ettiniz..

-      Hayır.. Onu demek istemedik… Sizin dilinizde bir laf var, ne derler, …………….uktan nem kapmak… Sizinki de o hesap yani…

-      E ama biraz terbiye sınırı aşılmadı mı şimdi?

Haydaaa… Kılçık bombardımanı başladı… Şimdi de pimpirikli yaptı Dino’yu iyi mi?..

-      Ehm… Ben yanlış anladım… Özür…

-      Evet… Bizi de üzdünüz biraz… Bunun bedelini ödemelisiniz..

Bedel ödemek? Aman Tanrım… Yahu fırsat ayağına geldi işte Dino’nun. Salonun ortasında çiftetelli oynamamak için zor tuttu kendisini… Yine de işi sağlama almak istedi.

-      Bedel ödemek? Nasıl yani?

-      Biz Türkiye’ye gelmeden önce Hollanda’da Türk arkadaşlarla çok konuştuk ülkeniz hakkında. Geleneklerinizi, sosyal hayatınızı çok iyi biliyoruz. Siz çok konuksever bir milletsiniz. Bu nedenle bize böyle davranmanıza üzüldük. Yakışmadı..

-      E neyin yakışacağını siz söyleyin o zaman..

-      Biz sizin çok güzel bir lafınızı daha biliyoruz..

-      Neymiş o?

-      Ağanın eli tutulmaz… Siz Türklerin çok ilginç sözlerinden birisidir bu..

Aman Allah’ım…

Hayat Dino’ya tatlı bir şaka yapıyor olmalı…

Birileri bir senaryo yazdı. Dino ile kafa buluyorlar.. Daha bu kızlara leb demedi… Onlar Çorum Leblebisinin künyesini yazmaya başladılar sanki..

Bu fırsat kaçar mı? ( Hikayenin sonunda sen karar ver ey okur. Bu fırsat kaçsa daha mı iyi olurmuş acaba?)

Muz ortaya çaktı kafayı Dino Amcanız.

-      E peki o zaman…  Ne yapayım, raconu siz kesin..

-      Bakın biz bu lafınızı da biliyoruz… Mafya ağzıdır bu… Ama biz racon kesmeyelim. Bu tatlı ama alıngan orta yaşlıdan bir tekne turu rica edelim…

-      Tek… Tek… Tekne turu mu?

-      Evet… Çok mu oldu yoksa? Bu adamın bu üç genç kıza Kaş’ı tekne ile tanıtacak zamanı ve gücü yok mu acaba?

Zaman? Güç? Bunlar resmen damara basıyor…

-      Sizden korkan sizin gibi olsun be.. Kabul. Yarın sabah limanda buluşalım. İstikamet Dünya’nın incisi Kekova ve Simena..

-      Tamamdır orta yaşlı adam..

-      ( İçimden ) Siz yarın görürsünüz orta yaşlıyı..

Uzatmayalım ey okur… Dino Amcanız ertesi sabah Kaş limanında buluştu. Hemen kalkmaya hazırlanan tekneye zıpladılar. Kaptan ve yardımcısı Dino’nun ahbabı idi. Kulakların pasını alan tatlı bir dalga sesi ile yola koyuldular.

Hikayenin bu başlangıç ve mola fasıllarında çok matah bir şey yok ey okur. Her yerde ve her turda olan rutin işler işte… Gidişte dalgalarla tango yapa yapa yol alınır. Arada bir mola verilir. 

Mola verilen koyda cumburlop denize… Mayıs sonu da olsa çaktırmadan deriye işleyen hınzır güneşte cascavlak olana kadar yüzme.. Teknenin tepesinden denize balıklama dalıp sağa sola hava atma… Teknenin cazır cuzur ses veren hoparlörlerinden yol boyu cıstak cıstak dinleme…

Hatunlar cıvıl cıvıl. Sohbet zirvede. Keyifler gani. Dino Amcanız akşam yemeğinin sonrasını hayal ediyor. Diskoda kıvrım kıvrım danslar… Zabbaha kadar dans.. ve sonrası tabi..

Üç Adalar nam bir yer vardır.  Her bir Adem evladı ve Havva kızı ahir ömürlerinde burayı görmeden ölürse, eksik giderler. Son mola burada idi. Yemekler yendi.  Bira, rakı hesaba uygun ne varsa içildi. Öğleden sonra saat 4 gibi yolculara çağrı yapıldı. Dino Amcanız da sırım kızlarla beraber güverteye zıpladı.

Bela geliyorum diye nara atıyor

Kaptan startı verdi. Motora bir hamle etti. Ama o ne? Tıs! Motorda çıt yok. Çalışmıyor. Birkaç deneme da boş. Bu pek hayra alamet değil. Hatta daha da kötüsü… Birkaç saat sonra bu daha da kötü olan başa gelecekti.

İki saate yakın bir beklemenin ardından bir yedek tekne geldi. Ama o da doluydu neredeyse… 100 kişi kapasiteli tekneye 100 kişi de biz dolduk, olduk 200 yolcu. Kader ağlarını böyle örüyordu işte.

Hatunlar olan biteni anlamakta zorlanıyor olsalar da, tatil havasını kaybetmeden keyiflerine bakıyorlardı. Bir ara içlerinden en afet olanın teknenin getir götür işlerine bakan yardımcısı ile kesişmesi Dino Amca’nızın gözünden kaçmadı. Bir ara Kaptan da hatunlardan bir başkasına selam verir gibi oldu. Dino Amcanız olan biteni kötüye yormamayı tercih etti.

Ha unutmadan…

Tur paraları, yoldaki yemekler, içecekler, hepsi Dino’nun cebinden çıktı. Bu notu düşelim. Ama olsun. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez ki. Bu olayda kaz ve tavuğun ne olabileceğini okurun hayal gücüne ve hatta libidosuna bırakıyorum…

Ve dönüş… Eh hava kararmaya yüz tutmuş. Yola çıkan tekneye sağdan soldan önden arkadan vurmaya başlayan dalgalar pek hayra alamet değil.  İşin kötüsü dalga boyları da hızla yükseliyor. İlk başlarda teknenin su ile temas eden yerlerine az şiddetli bir tokat gibi inen dalgalar artık bir metreyi aşmaya başladı.

Kaş tarafını bilenler hatırlar. Üç Adalar’ı geçip de açık denize dalınca hafiften şiddetlenir deniz. Kış neyse de, yazın da belli bir saatten sonra patlar.

Nitekim öyle oldu. Üç Adalar geride kaldı ve önce efendi bir kaç dalga tekneyi yokladı. Bir süre sonra da iş yoklamayı aştı, dalgalar tekneyi Yılbaşı gecesi İstiklal Caddesinde sıkıştırılan turist kadınlar misali taciz etmeye başladı. Arkadan vuran babayiğit bir dalga teknenin önünün yarıya kadar suya batırıyor, hemen ardından da sağdan soldan gacırtı sesleri geliyordu. Dino Amcanız önceleri hafif sırıtarak hatunlarla sohbete devam ederken, bir zaman sonra küçülmeye, kabuğuna çekilmeye başladı. Küçüldü. Çekti adeta. Minicik bir nokta kadar kaldı. Birkaç dev dalga daha gelirse güverteden sulara düşmek işten bile değildi.

Birden vurdi karayel

Dalgalar daha da azdı. Deniz kudurdu desek yeridir. O ana kadar güvertede oturan ve hatunlarla sohbet eden Dino Amcanız sarardı. Soldu. Sesi soluğu çıkmaz oldu. Beti benzi attı. Baktı rezil olmaya ramak var. Döndü, güverteye upuzun yattı. Yüzükoyun hem de. Bir taşla iki kuş misali. Hem tekneye doğru akın akın gelen dalgaları görmeyecek, hem de sararıp solan yüzünü saklayacaktı. E işin akşamı da vardı. Ödlek bir Dino’yu kim ciddiye alır, diskoya, bara giderdi ki?
Kaş sanki Kaf Dağı’nın ardında bir masal ülkesi kadar uzak ve erişilmez gibi geliyordu Dino Amcanıza. Git git bitmeyen bir rota. Dev dalgalar. Derken patlayan rüzgar. Çatırtılar. Bağırış, çağırış. Korkmaya başlayan bir çok yolcunun çığlıkları….

Tekne turu birkaç dakikada bir korku filmine dönüştü. Her nasılsa tura katılmış kimi erkek yolculardan anırmaya benzer naralar gelirken, birçok kadın da en tiz perdeden çığlıklar atıyordu. Dino Amcanızın midesi kasıldı. Başı dönmeye başladı. Kulakları uğulduyordu. O zamanlar hala kafasını örtmekte direnen lepiska saçları dikenleşti. Dino Amca korkudan dikenlerini çıkarmış bir kirpiye benzedi.

İşte önden dev bir dalga… Tekneye, arkaya doğru break dans hareketi yaptırdı. Derken bir yan dalga tekne bu sefer bir hacı yatmaz oldu.

Dino’nun hayati bir film şeridi misali

Dino Amca bir an midesinde ne varsa güverteye dökmekten korktu. Ama bütün bunlar olurken yüzünü saklamayı beceriyordu elbette. Suratı güverteye yapışmıştı. Elleri ile yüzünün iki taraftan açıkta kalan bölümlerini saklıyordu. Ama bir yandan da hemen yanında güverteye yapışmış hatunların ağlama inleme arası bağırmaları da yüreğini dağlıyordu. Da olmazdı. Yüzünü kaldırıp onlara bakamazdı. Korkudan gece vakti gözlerine fener tutulmuş yarasaya dönen suratını gösteremezdi. Bütün karizma çizilirdi. Uyuyor ayağına yattı. Hatta bir ara inandırıcı olmak için horladı da…

Tekne artık dalgalar arasında kah tango kah break dans yapan, yerinde duramayan bir yeni yetme misali zangır zangır sarsılmaya başladı. Dino Amcanız arada bir kafasını hafifçe çevirip sahile bakıyordu, acaba kör topal da olsa oraya kadar yüzebilir mi, diye…

Bu arada çocukluğunda gittiği Kuran kursları için gönderenlere ve Hocalarına teşekkür etti içinden. Öyle ya şu birkaç saatlik macerada neredeyse hatim indirmişti korkudan. Karada ve normal zamanlarda besmeleyi bile unutan Dino, her dalga vuruşunun ardından bir ayet okuyor ve dualar ediyordu o gün.

Ömründen ömür, nefesinden nefes, canından can gitti o gün. Bir asır gibi gelen bir sürenin ardından Kaş sahilleri göründü. Işıl ışıl kara Cennet gibi göründü gözüne. Yaklaştıkça sakinleşti. Nabız normale döndü. Ağız kuruluğu geçti.

Tekne adeta üzerinden bir ordu geçmiş hayat kadını gibi bitkin, bezgin, bıkkın vaziyette karaya yanaştı. İskeleye halat bağladı. O saniyeye kadar hala bağıran, çağıran, inleyen bir sürü yolcu cehennemden kaçarcasına koştu tekneden aşağıya.

Bu Dino tam bir artist yahu
Dino Amcanız oynadığı rolün hakkını vermek için ağır havaları devam ettirdi tabi. Sanki uzun bir uykudan uyanmış gibi ağır ağır doğruldu, ayağa kalktı. Birkaç esnemeyi de ihmal etmedi. Hatunlar merak ve hayranlık ile bakıyordu Dino’ya. Akıllarından geçeni okudu adeta. Cesaretine ve sakinliğine övgüler düzüyorlardı içlerinden, emindi.

-      Heeey. Orta yaşlı adam… Bütün Tekne saatlerdir ağlamaktan, panikten mahvoldu. Çığlıklar, haykırışlar kulaklarımızda patlıyor hala. Sen orada horuldayarak uyudun.

Dino Amca aslında tekneden iner inmez toprağa eğilse ve öpse nasıl olur, diye düşünüyordu. Ama bozuntuya vermedi. Yalandan kim ölmüş?

-      Yahu hanımlar bu ne ki? Biz alışkınız. Bunun birkaç misli daha devasa dalgaları biz çok gördük. Çok fırtına yaşadık. Bunlar vız gelir bize…

Dino ve kızlar yürüyerek sahilden otele geçti. Akşam için programlarını sordu. Kızlar yarım ağız cevap verdiler. ‘ Görüşürüz’ gibilerden…

Odasına çıkan Dino abdest aldı. Bir şükür namazı kıldı o berbat dalgalardan sağ salim kurtulduğu için. Bir teşekkür de bu kızlarla tanışma fırsatı yakaladığı için elbette. Banyosunu yaptı. Traşını oldu. En klas şortunu ve gömleğini giydi. Lobiye indi. Bir köşede avını bekleyen atmaca misali pozisyon aldı.

Aradan neredeyse bir saat geçmişti. Kızlardan ses seda yoktu. İki saat geçtiğinde bir ara tuvalete gitmek ihtiyacı geldi. Şimşek hızı ile fırladı. Öyle ya oyalanırken falan kızlar odadan inip bir taraflara kaybolabilirdi. İşini bitirdi. Hızla koştu lobiye.

Kader son darbeyi indirmek için yumruğunu kaldırmıştı. Üç ceylanı otelin kapısında gördü bir an. Üçü de beyaz ve tonlarında etekler, şortlar ile kuğu gölünden fırlayıp gelmiş gibiydi. Arkalarından bakakaldı bir an. Lobi doluydu, bağıramadı da… Peşlerinden koştu. Keşke koşmasaydı. O ne? Kapıdan çıktığı anda gördüğü manzara birkaç saat önceki dalgalardan daha beter sarstı Dino’yu. Olduğu yerde yıkıldı kaldı.

Kuğular av olmuş

Üç kaba saba sırtlan üç sırım misali kuğuyu kanatlarından ısırmış sallana sallana gidiyordu Kaş’ın barlar sokağına doğru. Hem de şen şakrak… Hem de şarkılar, ıslıklar arasında… Hem de sırtlanlar kuğuların kanatlarını dişlerinin arasına sıkıştırmış, pençeleri ile de o narin boyunları kavramışlardı. Tut ki az sonra bir kuytuya indirip paramparça edeceklerdi.

E olacağı buydu. Kızlar da en az senin kadar korkmuşlar o turda. Onlar da paniklemişler. Ama bir başka vahim durum daha var. Dino Amca o tur boyunca korkusunu belli etmemek için güverteye manda misali serilip uyur numarası yaparken, kaptan ve iki yardımcısı da nöbetleşe gelip kızları tatlı tatlı sakinleştirmişler. Ellerini tutmuşlar. Saçlarını okşamışlar.

O şefkat… O dik duruş… O sakinlik kızları mest etmiş tabi.

Dino Amca gitti bardan birkaç bira aldı. Odasına çıktı.  Teypte ( yeni nesil bilmez, dedelerine sorabilirler ne olduğunu) Küçük Emrah’ın Boynu Bükükler parçası çalıyordu…

Demek ki neymiş?


Kuğu Gölü Balesini izlerken uyuklamayacaksın.. Yoksa cebinden saçtığın o kadar para gelir boğazına yumruk gibi oturur.

7 Nisan 2017 Cuma

Otelcinin Saçlarını bir Gecede Ağartan Kulüp

İşin ilginç tarafı şu ki, otelci bu kulübe büyük bir aşk ile bağlı. Bu dev kulübün adını vermeyeyim. Hatta otelin adı da bende kalsın.

Ama aşağıda okuyacağınız yazı, bire bir yaşanmış bir hadisedir. Bu hikayenin kahramanı da bu satırları kaleme alan zatı muhteremdir.

Bu zatı muhterem, o bir gün boyunca başına gelenler nedeniyle, kendini çatıdan atmak, tımarhanelik olmak, dağlara kaçmak gibi seçenekler arasında gidip gelmiştir.

Ne oldu? Nasıl oldu?

Bir yaz daha, ruhumuzu hafiften ısıtarak geliyordu.

Daha doğrusu mevsim baharın son demleri, yazın ‘geliyorum’ dediği zamanlardı. Yaşadığı ülkenin en büyük futbol kulübü yüzünden bu yazıyı yazanın başı derde girmişti.

Öyle ki birkaç gün boyunca ülkenin gündemine oturmuş, olmadık sorunlar yaşamıştı. Hatta hayatı ile ilgili tehditler bile gelmişti fanatiklerden…

Merak edenler buyursun okumaya….

Senelerden bir sene… Vakitlerden bir vakit… Diyarlardan bir diyar idi…

Taş devrinde otelciliğin efsanesi olarak bilinen bu yazar henüz müzeye kaldırılmamıştı. Bir otelin Önbüro ve Satış Müdürü idi.

Otel, işlerin çok yoğun olduğu sahillerde değil bir dağ başında idi… Beş yıldızlı da olsa, o zamanlar daha bir revaçta olan sahil otellerine göre yazın zor satılıyor idi.

Yazar, yazın, otelini spor kulüplerinin kamplarına açmayı düşündü ve bu amaçla ülkedeki bütün büyük spor kulüplerine bir tanıtım seti ve ayrıca bir de faks gönderdi.

Bölgenin güzelliklerini anlattı. Yakındaki modern futbol sahasını tanıttı.

Çabalar kısa bir süre sonra sonuç vermeye başladı.

Aylardan Mayıs. Memleketlerden bir memleketin en çok sevilen, en çok sayılan, en popüler futbol kulübünün teknik ekibi oteli ziyarete geldi.

Boru değil, futbol takımının Avrupalı teknik direktörü de vardı.

Sahi unutmadan… Yazar, bu kulübün sıkı taraftarı idi.

Elleri ayakları birbirine dolanarak koştu, ekibi karşıladı. Çocukluğunun yıldızı olan forvet oyuncusu karşısındaydı. Gözleri parladı.  Her ikisinin de ellerini sıktı.

Kalbi yerinden fırlayacaktı…

Bir kahve molasından sonra ekip oteli ve çevresini gezmek istedi. Yazar hayatının en mutlu ve gururlu rehberliğine hazırlanıyordu.

Odalar, restoranlar, barlar, toplantı odaları, her tarafı gezildi… Bahçe, havuz, fitness her yer ve her şey harika idi.. Otelin konumlandığı yayla ise cana can katan bir havaya ve gözlere şifa bir manzaraya sahipti.

Otel ve çevresinin incelemesi bittikten sonra sıra yarım saat mesafedeki modern stadyumu görmeye gelmişti. Ekip ve özellikle de teknik direktör stadyuma bayıldı.

Tekrar otele döndüler… Yazar, ekibe bir hatır kahvesi ikram etmek için muhteşem göl manzaralı bara davet etti. Mis kokulu kahveler geldi. Harika bir futbol sohbeti başladı. Dino Amca muhteşem forvetin anılarını dinledikçe mest oluyor, mest oldukça bu kulübün taraftarı olmaktan daha büyük bir memnuniyet duyuyordu.

Bir saatin sonunda muhteşem forvet yollarının uzun olduğunu söyleyerek izin istedi. Kalktılar. Yazar, muhteşem forveti kapıya kadar uğurladı. Yolda sohbet ederken de bir minik ricada bulundu. Kısa bir bilgi verdi ve bir belge istedi

Oteller yazılı olarak iletişim kurar

-      ………………… Abi, otelciliğin bazı kuralları vardır. Burada kamp için ne düşünüyorsunuz? Karara vardınız mı? Ben de buna göre hazırlıklar yapacağım. Odalarınızı bloke edeceğim.

-      Çok beğendik Kardeşim. Her şey harika… Biz Temmuz ayı başında geliriz. En az 2 haftalık bir kamp yaparız.

-      Bunu kesin konfirmasyon olarak kabul edebilir miyim?

-      Elbette.. Tabi Kardeşim.. Biz Temmuz’da buradayız.

-      İstanbul’a döndüğünüzde bana tarih, oda sayısı, taleplerinizi içeren bir faks çekebilir misiniz? Ben de buna göre hazırlıklara başlarım..

Tamam Kardeşim…Gidince hallederim..

Ekip, aracına bindi ve çam ormanları arasındaki yolda hızla ilerleyerek gözden kayboldu. Rüyada gibiydi. Gençliğinin yıldızı ile neredeyse yarım gün geçirmişti.

Boru değil, birkaç ay sonra hayallerinin futbol takımı çalıştığı otele gelecek ve 2 hafta kamp yapacaktı. Bundan büyük bir mutluluk olamazdı.

Yazar, o gece uyuyana kadar bu güzel gelişmeyi düşündü ve hayatının en güzel uykularından birisine daldı.

İşleri sağlama almak lazım

Ertesi gün ilk iş bu kamp ile ilgili hazırlıkları başlatmak oldu. Ama hepsinden önce bir konfirmasyon alması gerekiyordu. Bunun için kulübün faks numarasını buldu ve bir faks çekti. Metin aynen şöyle idi;

“ Sayın …………………………

10 Mayıs tarihinde otelimize yapmış olduğunuz ziyaret sonrasında Temmuz ayı başında futbol kampı planladığınızı belirterek ilgili tarihler arasında 2 haftalık bir kamp talebinde bulundunuz. Otelimizin işleyiş kuralları gereği bu sözlü talebin yazılı hale getirilmesi gereklidir. Bu itibarla konaklayacak kişi sayısı, oda dağılımı, tarih aralığı, menüler ve sizin talep edeceğiniz diğer bilgileri de ihtiva eden bir konfirmasyon faksını tarafımıza iletmenizi rica ediyoruz. Teşekkür ederiz.

Cevap?

Gelmedi…

Yazar biraz şaşırdı. Ama otelciliğin de taviz verilmemesi gereken kuralları vardı. Aradan bir hafta geçti, aynı faksı bir kez daha geçti..

Cevap?

Yine gelmedi…

Yazarın duyguları, şaşırmaktan hafif kızmaya doğru evrildi.. Nasıl olur? Hayallerinin takımının Otelde kamp yapması suya mı düşmüştü? Ama olamazdı. Faksı aldı. Birkaç cümle ekledi. Yeniden gönderdi;

““ Sayın …………………………

10 Mayıs tarihinde otelimize yapmış olduğunuz ziyaret sonrasında Temmuz ayı başında ………….  kampı planladığınızı belirterek ilgili tarihler arasında 2 haftalık bir konaklama talebinde bulundunuz. Otelimizin işleyiş kuralları gereği bu sözlü talebin yazılı hale getirilmesi gereklidir. Bu itibarla konaklayacak kişi sayısı, oda dağılımı, tarih aralığı, menüler ve sizin talep edeceğiniz diğer bilgileri de ihtiva eden bir konfirmasyon faksını tarafımıza iletmenizi rica etmiştik. İki gönderime de cevap verilmedi. Kamp tarihlerinde her iki tarafın da bir sorun yaşamaması için konfirmasyonu acilen rica ediyoruz. Teşekkür ederiz.

Cevap?

Yine gelmedi tabi..

Oteldeki mesai arkadaşları, özellikle rakip takımların taraftarı olanlar önceleri hafiften bıyık altı gülümsemelerle kafa bulmaya başladılar. Sonraları dozu arttı.

Aradan bir hafta daha geçti. Faksı biraz daha sertleştirdi. Konunun yasal boyutu ile ilgili yorumunu da ekleyerek bir kez daha faksladı…

Cevap?

Aynen tahmin ettiğiniz gibi... Gelmedi.

Haziran ayı gelmişti. Boş kalma riskine karşı bir şeyler yapması gerekiyordu. Otelciler bilir, sırf hayallerinin takımı gelecek diye opsiyonlu olarak beklettiği gruplar vardı. Süre daraldığı için daha fazla bekletme şansı kalmamıştı. İçi parçalanarak ve burnunun direği sızlayarak bir faks daha hazırladı. Ama bu faksın başına neler getireceğini o gün ne kendisi de de an baba falcı bilemezdi. Ki öyle de oldu. Faksın hemen ardından değil, Temmuz ayı başında kıyametler koptu.

Kader yazara dehşeti yaşatmaya hazırlanıyordu

Neler mi oldu?

Otelin o tarihte boş kalmasından korkan Yazar sonunda dayanamadı ve önce kulübe bir iptal faksı çekti;

“ Sayın …………………………..”

……………………………. Tarihinde Otelimizi ziyaret ederek kamp olanaklarını ve çevreyi incelediniz ve akabinde Temmuz ayı içinde iki hafta sürecek bir kamp yapacağınızı ifade ettiniz. Bu ifadenizi sözlü bir teyit olarak alıp, belirttiğiniz tarihlerde size 25 oda kontenjanı ayırdık. Şu ana kadar size iletmiş olduğumuz 8 faksa geri dönüş yapmadınız ve cevap vermediniz. Buna bağlı olarak sözlü teyidinizi yazılı hale getirmediniz. Bu nedenle ayırmış olduğumuz kontenjanı iptal ediyoruz. Bilgilerinize sunarız. Saygılarımızla

Zavallı Yazar.

Nereden bilsin bu faksı o takıma çekmekle kariyerinin en vahim hatasını yaptığını?

Aradan birkaç hafta geçti. Haziran ayının sonlarına kadar ses seda çıkmadı. Yazar konuyu çözdüğünü düşünüyordu. Aklına bir son dakika golü olasılığı da gelmiyor değildi. Zaten gol de tam bu duruma yakışır bir benzetme idi… Eğer son dakikada beklenmedik bir gelişme olursa, buna tam bir son dakika golü demek icap ederdi.

Günler rutin işlerle geçti. Yazar, Haziran ayı içinde bekleyen birkaç grup içinden en prestiji ve koşulları en uygun ikisi ile yazışmaları sürdürdü. Grup temsilcileri oteli birkaç kez ziyaret ettiler ve her ikisi de Temmuz ayı başına grup rezervasyonlarını konfirme etti.

Her iki grup da üst düzey idi ve çok hatırlıydı.

Her ikisi de çok güçlü idi. Herhangi bir aksamada her iki grup da otele sıkıntı verebilirdi. Birisi ilaç endüstrisinin Amerikalı devi, diğeri ise Ülkenin askeri holding idi.

İki grup otelin bütün odalarını kapattılar. Temmuz ayının ilk haftasını oldukça yüksek fiyatlar ile doldurmuştu. Hem de fiyatlardan hiç taviz vermeden…

Askeri holding 2 Temmuz’da, İlaç devi ise 3 Temmuz’da giriş yapacaktı.

Derkeeeeennn… Geldi 30 Haziran günü…

Yazar, nedense o gün bir darlık, bir sıkıntı ile uyandı. Otelin mükemmel kahvaltı büfesine gitti, ama hiçbir şey yemek gelmedi içinden. Bir çorba içti ve ofisine geçti. Dakikalar geçtikçe içindeki daralma iyice boğucu hale geldi. Sanki berbat bir haber gelecekmiş gibi..

Veeeee…

Zırrrrnnn…. Telefon… İçinden birkaç saniye içinde bildiği bütün dualar geçti. Birkaç dakika daha geçse sanki hatim indirecek gibiydi. Parmakları titreyerek aldı ahizeyi…

Ve beklenen cümle;

-      Efendim sizi ……. Kentinden ( Ülkenin en büyük kentidir)  ………………………….. Bey arıyor. ………………. Kulübünün yönetimindenmiş. Sizinle görüşmek istiyor.

Eyvaahhhhhh! Buyurun cenaze namazına

Yok mu dedirtse? Bayılma numarası mı yapsa? Hemen otelin kapısından fırlayıp bir bilinmeze mi kaçsa? Binanın tepesine çıkıp kendini mi atsa? Hiç birisini yapamadı… Amiyane tabirle ‘ yemedi’… Çıktı telefona…

-      …….. Bey?

-      Buyurun efendim ben ……….

-      Kardeşim merhaba, nasılsın?

-      Sesinizi duydum daha iyi oldum efendim..  ( Yalanını yesinler )

-      Kardeşim biz yarından sonra geliyoruz…

-      Nereye geliyorsunuz Efendim?

-      Sizin otele geliyoruz tabi.. Şaka mı yapıyorsun?

-      Efendim bir sorun var…

-      Ne sorunu kardeşim… Sana o gün dedik, geleceğiz diye…

Yazar tutuldu kaldı. Oturduğu ofis fırdöndü oldu, vızır vızır dönmeye başladı. Midesi bulandı. Başı döndü. Kasları gerildi.

-      Efendim bu mümkün değil..

-      Kardeşim senin aklından zorun mu var?

-      Yok efendim… Ama bu konuşma böyle devam ederse olacak gibi…

-      Anlamadım?

-      Ben bu konuşmanın devamında kafayı yerim… Çıkar ortalığa zarar veririm diye korkuyorum…

-      Lafı geveleme kardeşim… Sen şimdi koskoca ………………………… i otele almıyor musun?

-      Efendim ne haddime..  Sadece kuralları …..

Lafı yarım kaldı… Ünlü forvet bağırarak kapattı konuyu.

-      Benden günah gitti…

En tehlikeli meydan okuma budur.

Asmaktan, kesmekten, kırıp dökmekten dem vuran tehditler pek etkilemez. Ama böyle ucu açık, nereye kadar gideceği belli olmayan meydan okumalar en korkutucusudur.

Net bir eylem yoktur. Şiddeti belli bir darbe ifadesi de hissedilmez. Ama bu üç kelimelik cümle en zalim idam fermanından daha çok etki yapar.

Ve idam hükmü gibi bir gelişme

Bir koca Haziran günü bitmek bilmedi. O gün saniyeler yıla, dakikalar asra döndü sanki. Uyumak için yatağa uzandı. Yatak işkencehaneye döndü. Gözünü kırpmadan sabahı etti.

Kalktı, bir idam mahkumu gibi hazırlandı. En güzel takım elbisesini giydi. Kravatını taktı. Kaldığı lojmanın önüne çıktı. Servisi beklemeye başladı.

Az sonra sabah servisi uzaktan göründü. Yazar arabaya binerken idam kararını duymak için mahkemeye gittiğini düşündü bir an. Araç otele doğru yola çıktı. O sabah o eski şen şakrak Yazardan eser yoktu. Uykusuz, yorgun bitap bir halde Otele vardılar.

Diğer Müdürler kahvaltıya giderken, o ofise geçti. Çalışmaya başladı.

Veee dehşet anı!

Arenada kaplanların arasına atılmak

Belboy alı al moru mor geldi. Şaşkınlıktan dilini yutmuş bir halde, konuşamadan idam fermanını masaya bıraktı. Daha doğrusu, idam fermanı gibi manşet atmış olan bir spor gazetesini getirdi. O gazete alanında bir ilkti. Tamamen spor haberleri yapıyordu.

Manşet:

“ Otel Müdürü …………………………. Kulübünü Otele Almadı”

Haberin devamı;

‘ ………………………. da bulunan 5 yıldızlı otelin Müdürü Kulübe “ Para peşin, kırmızı meşin” dedi.

Yazar oturmasa boylu boyunca yere yıkılacaktı.

Gazeteyi aldı. Tekrar tekrar baktı.

Yanılmamıştı…

Gazete, Yazarı, aç kaplanlarla dolu bir arenanın tam ortasına atıvermişti bir manşetle…

Can havli ile görüşmeyi yaptığı forveti aradı kulüpten.. Ne mümkün… Ulaşamadı.

Kulüp taraftarları Oteli telefon yağmuruna tuttu

Derken fırtına koptu… Santralden aradı asistan;

-      Efendim sizi birisi arıyor…Ama ismini vermedi.. ………………………. .ile ilgili derseniz o anlar, dedi..

-      Bağla bakalım…

Ülkenin en büyük şehrinden arıyordu. O dev kulübün taraftarı imiş… Bir haykırma kulağını patlattı adeta…

-      Ulaaaaaan…. Sen kimsin ulan Müdür bozuntusu? Sen kimsin ulan ………………………… ı Otele almayacak…  Senin ben ana…. Avr…

-      Af edersiniz ben kiminle görüşüyorum?

-      Affını yerin senin laaan…. Bekle geliyorum oraya…

-      Buyurun gelin de … Suçum ne kardeşim?

-      Ulan bir de soruyor… Sen kimsin ulan…

Bu daha başlangıçtı. Akşama kadar susmadı telefonlar… Küfürler… Tehditler…

İş büyüdü. Otelin sahibi olan şirketin Yönetim Kurulu Başkanına kadar gitti.

Oradan daha üst kademeler devreye girdi.

Tehdit ve küfür telefonlarının şoku devam ederken, Yazarı bir de şirketin Yönetim Kurulu Başkanı aradı…  Aynı zamanda Başkent ………………… Taraftarları Derneği’nin de başkanı idi.

Yani bu Kulübün.

Yazar bütün bu süreçte saçlarında hızlı bir beyazlaşma olduğunu hissediyordu.  Bir yandan da, ömründen günlerin, haftaların eksildiğini de…

-      Evladım?

-      Buyurun efendim..

-      Evladım, ne yaptın sen böyle?

-      Ne yaptığımı bilmiyorum, ama ne yapacağımı düşünüyorum efendim..

-      Anlamadım?

-      Bu beladan nasıl kurtulacağımı düşünüyorum kara kara.. Aklımdan kötü kötü şeyler de geçiyor…

-      Aman Allah korusun evladım, kısaca anlat bakalım ne oldu?

Yazar gelişmeleri Mayıs ayındaki ilk görüşmeden alıp bu güne kadar anlattı… Başkan derin bir nefes aldı. Sakin bir ses tonu ile konuşmaya başladı;

İşte bu dev takımın büyüklüğü böyle bir şey

-      Evladım merak etme… Üzülme… Sen de çok sıkı bir …………… taraftarısın biliyorum. Dur bakalım, bir çare bulacağız inşallah.

-      Nasıl olacak efendim? Otel dolu. Kimi çıkaracağız?

-      Evladım sen söyle bakalım, Hangi gruplar var otelde?

-      Efendim birisi çok büyük bir ilaç şirketi. Amerika merkezli. Diğeri de ülkenin askeri holdinginin bir şirketi. O şirketin Fransız ortağının yönetim kurulu da geliyor…

-      Biraz zor bir vaziyet… Ama bir çare bulacağız bakalım…

Bakın belki okurlar arasındaki farklı kulüplerin taraftarları inanmayabilir, ama bu dev kulüp nedeniyle Otel Türkiye’nin en tepelerinin gündemine giriverdi bir anda… Mesele sadece bir otel kampı idi ve bu bile ülkeyi ayağa kaldırmaya yetmişti…

Saatler geçmek bilmedi..

Derken akşamüstü bir telefon… Arayan Yönetim Kurulu Başkanıydı.

-    Hadi gözün aydın evladım.

-      Teşekkür ederim efendim… Nasıl oldu?

-      Evladım o askeri holdingin şirketi var ya…

-      Evet efendim..

-      İşte o grubu bizim  o yakınlardaki otelimize kaydırın..

-      Ama efendim o otel 3 yıldızlı…

-      Sen orasını karıştırma… Hemen gruba yeni otelin bilgilerini geç…

-      Peki efendim..

-      O oteldekilere bu rezervasyon ile ilgili bilgileri geç. Hazırlık yapsınlar..

Bu nasıl bir güç idi böyle? Bu nasıl bir kulüp idi? Girişe iki gün kala, koskoca Holdingin, hem de askeri olanının grubunu beş yıldızlı bir otelden üç yıldızlı bir otele kaydırabiliyordu?

Bu nasıl bir güç ve bu nasıl bir sevda?

Merakını yenemedi..

-      Efendim çok merak ettim. Haddimi bağışlayın, ama nasıl çözümlendi bu iş?

-      Sen sıkı bir …………..  lisin, ama bak bizim gücümüze inanmıyorsun.. Bu kulüp sıradan bir kulüp değil ki? Karşısında kimse duramaz..

-      Evet efendim..

-      Askeriyenin iki numarası senden de, benden de çok daha sıkı bir …………………lidir. Doğrudan onu aradım… Konuyu açtım..

-      Bu nasıl bir güçtür böyle..

-      Öyle işte… Paşaya, bizim futbol takımının,  o şirketin grubu yüzünden kamp yapamayacağını söyledim. Meseleyi tam anlamadı.. Daha fazla bilgi istedi.

-      Evet efendim.

-      Hepsini anlattım işte… Şirketin daha önce yaptırdığı rezervasyon nedeniyle, yaz kampını yapamayacağını belirttim. Bu kampın önemini vurguladım. Hepsi bu…

-      Sonra?

-      Sonrası… Şirketin başka bir otele kaydırılmasını söyledi. Hatta doğrudan kendisi aradı Şirketin Yönetim Kurulu Başkanını… Bizzat emir verdi kaydırma için..

-      Efendim çok teşekkür ederim…Gerisini biz buradan çözeriz.. Merak etmeyin..

İşte böyle dostlar… Bu kulüp böyle bir güce sahip… Gerçekten de o koskoca şirket ve yabancı ortakları iki gün sonra bizim otele değil, üç yıldızlı otele gittiler ve orada konakladılar.

Ülkenin en sevilen, en popüler ve en güçlü kulübünün futbol takımı da geldi, otelde kaldı ve yaz kampını gerçekleştirdi..