25 Nisan 2015 Cumartesi

İnsani Turizm yapıyor muyuz?

Bakın yine bir itiraf size.

Bu yazı da 2008 yılından aparma.

Ama bir farkla…

O zamanlar kerameti kendinden menkul bir bilmişlik ile çalakalem doldurmuşum sayfaları.

Şimdi işte bu karalamaları elimden geldiğince güzel Türkçe'mizin kurallarına uygun hale getirmeye çalışıyorum.

Yazıların içindeki ukalalıkları temizliyorum. Aradan geçen 7 yılda nice deneyimlerden damıtılmış sözel soslar ile tatlandırıyorum.

Eh, doğrusu yeni hali ile bu karalamaları ben biraz beğeniyorum da…

Gerisi sizin insafınıza kalmış…

Bakın bu kavramı 2008 yılında kullanmışım. Telifi bana aittir, ona göre… İnsani Turizm

Engelliler, Dünya ve Biz

Yıllar önce bir arkadaşım İsveç’e bir gezi yapmış ve oradaki gözlemlerini benimle paylaşmıştı. Yaşam alanlarında engellilerin çokluğu dikkatini çekmiş.

Yorumu da ilginçti;

Nüfusa orantılandığında İsveç’te engelli sayısı daha çokmuş. Güldüm.

Yanıldığını söyledim.

Tam tersine, bizde daha çoktu.

İsveç’te engelliler utanmadan, ezilmeden sosyal hayatın her aşamasında yer alıyordu, ama Türkiye’de biz engellileri eve gelen konuklarımızdan bile saklamayı tercih ediyorduk.

Engellilerin, yaşamın her anına ve alanına tam olarak girebilmesinin önünde o kadar çok engel var ki bu ülkede…

Önce ailelerinin utancı…

Sokakların uygunsuz fiziki yapısı…

İlgisizlik..

Çaresizlik..

Onlar, ulaşım araçları, oteller, restoranlar, alışveriş merkezleri, dinlence yerleri, kaldırımlar ve eğitim kurumlarında hareket kabiliyetlerini kısıtlayan bariyerlere takılıyorlar.

Çoğu işletmeci ve yatırımcı tarafından potansiyel sorun olarak görüldüklerinden, kendilerine yeterince bilgi ve olanak sunulmuyor.

ABD’de sayısız STK arasında en önde gelenlerinden bir tanesi SATH ( Engelliler için Seyahati Geliştirme Derneği ) periyodik konferanslarla toplumu sarsmakta ve destek iradelerini provoke etmektedir.

1999 yılında düzenlediği Dünya Engelliler Konferansında, ABD’de engellilerin toplam nüfusunun 50 Milyon civarında olduğu ve bu kesimin alım gücünün yıllık 175 Milyar USD’ye ulaştığı saptanmıştır.

Avrupa’da ise, yükselen bir insani değer olması nedeniyle, sosyal sorumluluk boyutu öne çıkmakta olan ‘ Engellilik ‘ olgusu hayatın her alanına damgasını vuruyor.

Sosyal sorumluluk boyutu nedeniyle engelliler, ve bir bütün olarak özel gereksinim sahibi bireyler, tatil ve eğlencenin sadece bir nesnesi değil, Turizmin gittikçe büyüyen bir ekonomik değeridir.

Almanya’da 2003 yılında 4000 engelli arasında yapılan bir araştırmaya göre, 40%ı uygun mimari düzenlemeler ve hizmet bileşenleri olmadığından tatile çıkmamayı tercih ediyor. 50% si ise engellilere uygunluk standartlarının olması halinde hemen tatile çıkabileceğini belirtiyor.

İngiltere’de engellilere açık olan ve Birleşik Krallık Turizm Örgütlerine kayıtlı olan bütün tesis ve işletmeleri içeren bir Uluslararası Engellilere Uyumluluk Programı oluşturulmuştur.

Bu programa göre bütün işletmeler denetlenmekte ve uyum oranında kategorilere ayrılarak sınıflandırılmaktadır. Bu sınıfların sembolleri bütün turizm broşür ve kataloglarında yayımlanmaktadır.

Şu durumda, çalışmaların merkezileştirilmesi adına Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın öncülüğünde, bütün turizm örgütlerimiz ile koordinasyon içinde çalışacak merkezi bir yapının oluşturulması öncelikli adımdır.

Bu yapı uluslararası alanda işbirliğini geliştirmeli, Engelli örgütlerle anlaşmalar yaparak Türkiye’yi bir engelli destinasyonu olarak listelerine aldırmalıdır

20 Nisan 2015 Pazartesi

Haaaa! O Oteli ben Açtım!

Sevgili dostlarım;

Bu yazının ilk bölümü yayınlandı. Çıngar koptu. Telefon açıp kutlayanlar. Mail atıp sitem edenler.  Telefonuma sms ile küfür kıyamet dalanlar.  Yazının altına yorum yazıp eğitimimi,  mesleki geçmişimi sorgulayanlar…

Ama ola ki çok merak eden vardır; bu gün itibarıyla ne yaptığımı arz edeyim.

2005-2015 arasında muhteşem bir başarı yolculuğu ile Türkiye turizminin zirvesine yerleşen Kilit Grubunun basit, sıradan, kendi halinde bir mensubuyum.

Crystal Otellerinin Türkiye’ye gurur veren yükseliş sürecinin kendi çapında bir parçasıyım.

Ben bu grupta çalışmaya başladıktan sonra zincire 7 otel eklendi.

Bazılarını satın aldık. Bazılarını kendimiz inşa ettik.

Buraya özel dikkat!

Açılan, satın alınıp renove edilen dahil hiçbir tanesi için bu grupta hiç kimse ‘Haaaaa! O oteli ben açtım’ demiyor…

Demez de!

Buna yatırımcılar da dahildir… Otellerin her aşamasında teri, emeği ile bilfiil bulunan patron dahil, hepimiz ‘ Haaa! O Oteli BİZ açtık’ deriz…

BEN değil…

Zira Otel açılışı bir ONE MAN SHOW değildir…

En son gün bahçeyi temizleyen bahçıvan dahil herkesin bu güzel açılışı başından sonuna kadar sahiplenme ve bununla gurur duyma hakkı vardır.

“ Haaa! O Oteli ben açtım”

Bakın bu otel açma ayrıcalığı herkese nasip olmayan bir eylemdir.

Bir otelin açılışını sahiplenme nedeniyle çıkan çok kavga gördüm. Çok otelci birbiri ile küstür bu kavgalar yüzünden…

Bu cümle insana öyle bir ağırlık kazandırır ki, aklınız almaz… Bir oteli açmak ve bunu özgeçmişe büyük puntolarla kazımak otelciyi ağır sıklet seviyesine yükseltir.

Düşünün…

Binlerce yataklı bir tesis…

Bir bakıyorsunuz, bomboş bir araziye bir anda binalar, havuzlar, barlar, anfitiyatrolar doluvermiş. Bakir plaj bir anda binlerce şezlong ve şemsiye ile dolmuş.

Tonlarca demir, çelik, cam, bilmem kaç metreküp ahşap, binlerce metre tekstil, seramikler, tuğlalar, makineler bir araya gelmiş…

Bir otel ortaya çıkmış.

Kim yaptı bütün bu işleri?

Bizim genel müdürlerimize ve departman müdürlerimize sorarsanız cevap açıktır…

“ Haaaa! O Oteli ben açtım”

Gelgelelim abartmakta da üstümüze yoktur… E en güzel örneği burada. İşte tam da bu yazının içinde, hani derler ya, anasının nikahına kadar abartma var.. J

Bir önceki yazıda ‘Haaa! O Oteli ben Açtım’cıların listesini eksik bırakmışım…

E Otelin en küçük birimi olan Önbüro Müdürü birkaç ay sistemlerin kurulması ile ilgilenip bir de ekibine eğitim verdikten sonra otel açılışını tek başına sahipleniyorsa, Bilgi İşlem Müdürü ondan geri kalır mı?

“Haaa! O Oteli ben açtım”

Nasıl oldu bu iş? Nasıl açtın?

“Em küm kem hık pık…”

Bakın –fazla da- abartmıyorum… Ama inşaat sürecinin son ayında, artık açılışa haftalar kala şantiyeye gelen animasyon şefinin bile yıllar sonra o otelin bahsi geçtiğinde bir genel müdürü bile aşan gerinme ve ağırlık ile;

“ Haaaaaa! O Oteli ben açtım” dediğini duymuşluğum vardır.

Bu “ Haaaa! O oteli ben açtım” cümlesini kullanma hususunda takım çalışmasına da denk gelmişimdir. Genelde aynı departmandan, ya da birbirine yakın departmanlardan kısım şefleri, asistanlar bir araya gelip Ben yerine Biz diyerek otel açılışını sahiplenirler.

“ Haaaa! O Oteli biz açtık”…

Yahu, hadi otelin açılışını genel müdürün, departman müdürlerinin, hatta şeflerin sahiplenmesini anlarım…
Şantiyede aylarca ter döken mimar, mühendis, taşeron, amele… Bunların da “ Haaaa! O oteli biz açtık” diyerek mevzuyu sahiplenmesine de eyvallah…

Otelin demirini, ahşabını, fayansını, camını, tuğlasını gönderen şirketlerin yöneticileri, birader siz bari yapmayın… Yahu sizin ağzınızda hakikaten pek bir suni duruyor bu cümle.
Siz bari “ Haaa! O oteli ben açtım” topuna girmeyin… Siz yaparsanız ipin ucu kaçar. Toplayamayız. Hatta iş taaa Yurtdışına kadar gider..

Otelde kullanılan Çin malı malzemeyi üretenler… İthal ekipmanı ve makineleri üreten firmalar… Yerli montaj şirketleri, toptancılar, perakendeciler… Herkesin ağzına sakız olur…

Bak ey okur, Allah seni inandırsın, ben otel açılışını sahiplenen dükkancı bile biliyorum.

Kuaförler…Hamamcılar… Tattoocular… Nargileciler… Rent A Car’cılar… Su Sporları… Gözlükçüler… Marketçiler… Evkurcular…

Bir seferinde hamamcı ile marketçinin sırf bu yüzden kavga ettiğini bile hatırlarım…  Ben açtım, sen açtın diye kafa göz girmişlerdi birbirlerine…

E hadi otel içindeki dükkanlara da bu hakkı tanıyalım. Tamam, onların emeklerine, gül hatırına “ Haaa! O oteli ben açtım” gerinmelerine de saygı duyalım…

Ama ey okur, el insaf…

Otelin personel ulaşımını sağlayan şirketin sahibi de bu topa nasıl girer be yahu? Dahası güvenlik işlerini yapan tedarikçi?

Hatta ve hatta iki haftada bir otelde kurulan Türk Gecesi yaymacı pazarının esnafı bile kullanıyor bu cümleyi…” Haaa! O Oteli ben açtım”

Bakın, benden demesi, bu sihirli cümlenin gücü böyle devam ederse, yarın bir gün otellerin karşısına konduruluveren barakalardaki bakkal, cafe, derici, kilimci bile “ Haaa! O oteli biz açtık” demeye başlar.

Yahu bölgenin kıdemli bir müzisyeninden bile duydum bu lafı…

Sevgili ağabeyimiz haftada bir gün gidip lobide 1 saat müzik yapar ve gider…

Hepsi bu..

Ondan bile duydum;

“ Haaa! O Oteli ben açtım”

İyi de ‘Haaa, o oteli siz açarken’ Patron ne yapıyordu sahi?


18 Nisan 2015 Cumartesi

En Çok Oteli Hangi Genel Müdür Açtı? – Ben değil :)

Otelci arkadaşlar… Genel Müdürler…

Departman Müdürleri…

Bu sefer size sarıyorum birazcık, darılmaca yok…  

Kabul, azıcık abartma olacak yazdıklarımda. Ama çoğu da doğru be kardeşim.  Hepimiz, hepiniz bir zaman bu dediklerimi yaptık, yaptınız..

Çoğunuz hala da yapıyor…

Bu yazının amacı size biraz daha alçakgönüllü olma çağrısı yapmaktır. Lütfen biraz daha az ego ve biraz daha çok tevazu.

Söze başlamadan bir önemli not…

Otelcilikte çok saygın, çok başarılı, çok alçakgönüllü departman müdürlerimiz, genel müdürlerimiz var… Onları bu yazacaklarımdan muaf tutuyorum…

Onlar kimler mi?

Ya da kimler bu değerlendirmenin dışında?

Orası cısss! Yarası olan gocunsun!

Konu nedir?

Otel açmak!

Türkiye’de otel açma eylemi kapışanın elinde kalan bulunmaz bir Hint kumaşıdır sanki.

Otel açma eylemine, benim hala anlamakta zorlandığım bir kutsallık atfedilir. 

Bir meclis düşünün. Konu döndü dolaştı, bir otele geldi. Aman Allah. Eğer o mecliste bu otelin açılışında çalışmış bir otelci var ise yandınız!

Eleman o otelin adını duyduğunda dudaklarına hacca gitmiş gibi bir uhrevi gülümseme kondurur. Sırtını koltuğa yaslar. Hayatın sırrını verir gibi bir tonda orta yere koyar ilahi cümleyi..

-         “ Haaaa! O oteli ben açtım yahu”

Dikkat buyurun… Biz değil, BEN! Bir de olmazsa olmaz bir nida; ‘Haaa!’ Bu nida ne kadar uzatılırsa o kadar iyi. Uzatılmış bir ‘Haaaaaa’ olaya daha fazla inandırıcılık katar.

Eleman projeyi şettirivermiş.. Bütçeyi hazırlamış. İnşaat ekiplerini kurmuş. Temeli kazmış. Harç karmış. Demir bükmüş… Velhasıl kelam, otelin temeline ilk kazma vurulmasndan itibaren, müşteri girişine kadar ne varsa, hepsini tek başına derlemiş, toplamış, oteli açıvermiş..

Bir keresinde yine böyle bir muhabetteyiz. Departman Müdürleri, Genel Müdürler… Birisi bu cümleyi ağzında bir ego sosu ile karıştırdı ve orta yere servis etti;

-         “Haaaa! Orası mı? O oteli ben açtım…”

Boş bulundum. Bitirim mizahçılığım patladı. Ben de safiyane bir soruyu, itina ile popo indirme tezgahında tam kıvamına getirdim, orta yere bırakıverdim;

-         “ Yahu kardeşim, ben hatırlıyorum. O oteli Bakan ve Belediye Başkanı açmıştı. Sen o zamanlar Antalya protokolünde miydin?”

Sonuç?
İnen popo! Alınan gaz! Sönen ego! Haddini bilmeye dönüş!

Bedeli mi?

Bu, ‘Nöbetçi Otel Açma Ustası’ Benimle birkaç yıl küs kaldı!

İşin doğrusu ben bu ‘O Oteli Ben Açtım’ cümlesine yeni ‘ayıktım’ Bu cümle meğer otelciler arasında bir kıdem vesilesi imiş.

Ne kadar çok otel açtın, o kadar kıdemlisin!

Şöyle de diyebiliriz;

Otel açmak omuzlara serpiştirilen apolet ise, 4 otel açan otelciliğin orgeneralidir. Üç otel açan kor, iki otel açan tüm, bir otelde kalan ise tuğ rütbesinde kalmıştır.

4 otelden daha fazlasını açanları yerleştireceğimiz bir rütbe pek yok gibi...

Ha unutmadan, bu ‘O Oteli Ben Açtım’cılara sakın şöyle bir soru sormayın.

-         “ İyi de kardeşim, neden açtığın otellerden birisinde bile açılış sonrası bir yıldan fazla kal-a- madın? Sen otelciliğin Arteması mısın? Ne o öyle aç kapa, aç kapa!

Ego bombasının klişe cevabı adeta bir eldiven olur, yanağınıza bir sözel düello çağrısı gibi şapadanak iniverir.

-         “ E ama ben Otel Açılış Profesyoneliyim. Tabi sen bunları pek anlamazsın.”

He! He! demenizi ve geçiştirmenizi tavsiye ederim. İş kavgaya kadar gider, ona göre.

Bilmelisiniz ki, Akdeniz’de otel açmak hacca gitmek gibidir. Eğer otel açamamışsanız, renovasyon sırasında o işletmede çalışmanız bile yeter. Umre’ye gitmiş gibi olursunuz.

Yahu bir keresinde otelin açılışından birkaç gün önce işe başlamış bir departman müdüründen bile duydun bu lafı;

-         “ Haaa! O oteli ben açtım”

Hep sorasım gelmiştir. Yahu kardeşim, sen o otelin açılışında bir Housekeeper’dın. Açılıştan birkaç gün önce işe başladın. İnşaat artıklarını temizledin. Odalara yatakları, masaları, dolapları yerleştirdin. Perdeleri taktın. Çarşafları yaydın. Tuvaleti, banyoyu hazır ettin. Sabun, şampuan koydun.

Eeeeee?

-         “ Haaaaaa! O oteli ben açtım”

Hadi canım! İnanmıyorum!

Bakın bu konuda Akdeniz çok verimli, malzemesi bol bir coğrafyadır. Nedense bu taraflara bulaşan hemen bir Otel Açma Mesihliği’ne soyunur. Otel açmak ego balonlarını şişiren bir gazdır sanki.

Bildiğim, duyduğum için söylüyorum.  Aşağıda okuyacaklarınızdan sadece yüzde 5 abartma payı düşün.

(E akşamın bu vaktinde sizi şu ‘hıyar’ Dünyada bir nebze gülümsetmek için bu kadar zahmete giriyorum. Koltuğa gömülmüşüm. Son sistem bir sette olağanüstü bir New Age çalıyor. Başka türlü yazma eylemine başlayamam. İlham perimi davet edemem. Yan taraftaki sehpada bir duble Macallan. -Aman ha, bana Macallan nedir, diye sormaya cüret eden okumayı kesebilir-. Yanında bir minik kase buzlu badem. Sizin için bütün bunlara katlanıyorum, siz de bana bu kadar abartma hakkını verin lütfen)

Ne demiştim?

Akdeniz’e gelen herkese bulaşan bir virüs gibidir ‘Haaa! O oteli ben açtım’ cümlesi. Kimlerden duymadım ki…

Yahu kardeşim,

Bu kentte geçen 20 yıllık hayatımda bu cümleyi duyduğum otel çalışanlarını arz edeyim, siz de ister hak verin, ister kızın…

Housekeeperlar… Önbüro Müdürleri… Yiyecek İçecek Müdürleri… Mutfak Şefleri… Güvenlik Müdürleri… Personel Müdürleri… Muhasebe Müdürleri… Teknik Müdürler…

Bakın daha alt kademedekilerden de duydum… Ama onlar lütfedip olayı bir ekip çalışmasına bağlayabildiler…

Su şefi yanına Kasaphane şefini, Soğuk şefini, kahvaltıcıyı alıp ‘ Haaa! O Oteli Biz açtık’ dedi… 

Haddini bildi yani.. J

Birkaç kat şefinin, meydancının bir ekip kurup bu kutsal cümleyi birlikte sarf ettiklerini de duymuşluğum vardır…

-         “ Haaaaa! O oteli biz açtık”.. J

E tabi Akdeniz otelciliğinin bir karakteristiği daha vardır.

Nedir? Nedir? Nedir?

Yirmi yıllık bir departman müdürü ortalama 10-15 otel değiştirmiştir. Bu nedenle kimi zaman karışıklıklar yaşanabilir.  Bir rakı masasında sürer bu ' Haaaaa! O oteli ben açtım’ muhabbeti. Kafalar dumanlıdır.  Departman Müdürleri açtıkları ve ‘kaçtıkları’ otelleri karıştırabilir. İş kavgaya sarar.

-         “ Haaaaa! O Oteli ben açtım”
-         “ E oğlum sen o otelin açılışında O değil, Şu otelde çalışmıyor muydun?”
-         “ Ne yani, sen bana yalancı mı diyorsun?”
-         “ Yahu çok iyi hatırlıyorum, sen o zaman O değil, Bu oteldeydin…”

Sonuç?  Kavga elbette…

Bu mavranın devamı var…  Daha kimler bu ‘ Haaaaa! O oteli ben açtım’ cümlesi ile ego balonlarını şişirmiyor ki…

Az bekleyin… Bir sonraki yazıda daha da çok gülmek garanti..:)

15 Nisan 2015 Çarşamba

Alanya Ana- Bu tabir çok yakışır

Alanya tarihi boyunca kendi içinde ürettiği ve çevreye yaydığı enerji nedeniyle hep bir çekim merkezi oldu. Bu nedenle odak noktasında olduğu coğrafyanın adı Pamfilya- Çok Kültürlü ve Çok Dilli Ülke- oldu.

Bugün üzerine bastığımız topraklarda Hititler, Kilikya’lılar, Pamhilialılar,  Coracesiumlular, Kolonoroslular, Araplar, Selçuklular, Osmanlılar at sürdü.

Özenli bir kazı programı sonunda Alanya binlerce yıla tanıklık edebileceğimiz bir açık hava müzesine dönüşebilir.

Kazı programının bugünden yarına başlayıp bitirilmesini beklemek çok gerçekçi olmayabilir. Zorlu bir kamulaştırma ve çok titiz bir kazı faaliyeti sonrasında en az 30-40 yıllık bir takvim beklentisi daha sağlıklı bir yaklaşım olur. Bu takvimi çok kısa vadeli hayallere kapılmadan, bir an önce başlatmak da gelecek nesillere olan vicdani borcumuzdur.

Kısa ve orta vadede, Alanya, tarihi ile özlem giderme atılımının ön adımı olarak kenti iz bırakmış hükümdarların, sanatçıların, düşünce adamlarının heykelleri ile donatabilir. İddialı bir öneri mi olur, bilemiyorum, ama Alanya’yı bin bir heykel kenti olarak akıllara kazıyacak bir kampanya, Dünyadaki imajına silinmesi zor bir cila atar. Heykeller, dünyanın her yerinde ziyaretçilerin hafızasına atılan yaldızlı bir çengel görevi görür.

Bu girişten hareketle, Alanya tarihini, SWOT analizinde güçlü yanlardan birisi olarak kaydedebiliriz.

KONUKSEVERLİK
Alanya konukseverliği sözlüklerdeki kuru tanımları kıskandıracak bir insani derinlik taşır. Anadolu’nun bir çok kent ve kasabası, yabancı ziyaretçilere dinci/milliyetçi bir refleks ile "gavur" nitelemesini yakıştırdığı zamanlarda, Alanya, Avrupalı konuklara, işin ticari boyutunu hiç düşünmeden kucak açan insanların kasabası idi.

Avrupalılar, bir ucunda Tanrı misafirliği, diğer ucunda, darda kalmış ziyaretçi teşhisinin olduğu bir tahteravallide inip çıkan duygularla ağırlanırdı. Otel olmadığı için konuklar sınırlı sayıdaki pansiyonlarda, evlerde ve sahildeki obalarda ağırlanır ve gönüllü elçiler olarak uğurlanırdı.

1970’lerde, Alanya’yı, turizmin bölgesel amatör kümesinden ulusal lige terfi ettiren mancınık, bu gönüllü elçilerin Avrupa’ya taşıdığı mesajlar oldu. Bir süre sonra da, Alanya, yaşlı Avrupalıların hayal bile edemeyecekleri bir doğada son demlerini sürmek için yanıp tutuştukları bir sosyal hac destinasyonuna dönüştü.

2008’de Alanya’nın bu dillere destan konukseverliği, yerini, konukların cüzdanını bırakın, cebindeki son delikli kuruşa göz diken çarpık bir ticari anlayışa bıraktı.

Alanya’nın sosyal yaşam senaryosunda başrol, konukların nefes almasını bile paraya tahvil edebilme olanaklarını araştıran tuhaf bir kimliğe aittir artık. Eğer bütün marifetiniz bu ise, insanların cebini daha ustaca, daha acıtmadan boşaltmasını bilen yığınla rakibiniz var ve siz bu yarışı bitirebilecek özelliklere sahip değilsiniz. Binlerce yılda biçimlenen Alanyalı kimliğinizin silinmesi zor genetik şifreleri buna izin vermez. Konuşmanıza, bakışlarınıza ve ruhunuza sinmiş konukseverlik sizi bu etik olmayan yarışta yaya bırakır.

Gelin, bu göreceli olumsuzluğu Dünyada ses getirecek bir silaha dönüştürün. Doğrusu da budur. AB metropollerindeki yüksek apartmanların izole katlarında bir selamdan mahrum yaşayan yüz milyonlarca insanın buna ihtiyacı var. Bu özelliğinizin, özenle ve insanca biçimlendirilecek Alanya markasına, yürekleri titreten bir renk katacağından emin olabilirsiniz.

İçinizdeki maço ruha ters gelir mi bilemiyorum, ama sadece bu özelliğinizle bile Alanya’ya dişi bir kimlik kazandıracağınızı bilmelisiniz. Yılın on iki ayında Avrupalıların ‘ Alanya Ana’ diyerek sizin kucağınıza koşması, ziyaretlerini ‘ eve dönüş ‘ gibi hissetmeleri fena mı olur?

İlerleyen haftalarda, Anadolu’nun kadim zamanlarında anaerkil uygarlıkların hüküm sürdüğünü inceleyeceğiz. Kibele bu kadim zamanların Ana Tanrıçasıdır. Alanya, o zamanlardan bugüne ulaşan geleneği sahiplenebilir, kendisini böyle anaç bir senaryoya konumlandırabilir ve çok da iyi eder.

Bana sorarsanız, Dünyaya sunulacak Alanya Ana imajı, günümüzün yalnız ve yorgun insanının yüreğinde çocukça titreşimler yaratır. 

MUTFAK
Alanya insanının beslenme geleneği tam da bu iklime, bu doğaya uyacak formüllerle biçimlenmiştir. Bir yanda deniz bir yanda bereketli topraklar, Alanya insanına dünden bugüne en sağlıklı beslenme tarzını hediye etmiştir.

Antalya mutfağına paralel olarak Alanya’da da sıcağa, kışın ıslak soğuğuna ve rutubete karşı bedeni zinde tutacak, gereğinden fazla kalori yüklemeyecek hafif bir mutfak gelişmiştir.

Otlara verilen önem, Girit mutfağı ile yarışacak bir lezzet katkısı sağlar. Son birkaç on yılda Alanya’yı da saran fast food beslenme tarzı, Alanya insanının diri ve güçlü fiziğini örselemiş olsa da, geçmişte son derece sağlıklı ve güçlü nesillerin yaşamasının nedeni bu hafif mutfaktır.

Dünyada, klasik turizm hareketliliğinden bağımsız olarak seyreden bir de ‘ Lezzet Turları ‘ var. Bir başka ifade ile özgün tatlar sunan mutfak arayışları diyebiliriz. Modern çağ ile birlikte insanlar, bu yüzyıla kadar yemek masalarına ambargo koymuş olan bilinen mutfakları bir yana bırakıp, otantik, füzyon vb. mutfaklara bir keşif seferi başlattılar.

Bu arayışlara yeni bir destinasyon yaratabilecek çok ilginç bir çalışma da Ülkemizde başarıldı. Çorum Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi Eğitmenleri Asuman Albayrak ve Ülkü Menşure Solak,  Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Görevlisi Ahmet Uhri ile birlikte bir kitap hazırladılar.
Özsözünü Mahfi Eğilmez’in yazdığı kitabın adı;

DENEYSEL BİR ARKEOLOJİ ÇALIŞMASI OLARAK HİTİT MUTFAĞI
Çorum’daki çömlek ustalarına, Hitit kazılarında bulunan seramik kapların benzerlerini ürettirmişler. Deneme yanılma yöntemleri ile 3500 yıl önceki Hitit yemeklerine yeniden hayat kazandırmışlar. Konserve, salamura, peynir ve yoğurt üretebildikleri yazılı ve arkeolojik kanıtlarla ispat edilen Hititlerin 180den fazla ekmek ve unlu mamul çeşidine sahip oldukları biliniyor.

Hititlere göre daha yakın bir geçmişe konumlanan Pamphilia mutfağı için böyle bir çalışma yapılamaz mı? Kaldı ki, Alanya ve Antalya toprağı ve müzeler Likya, Pamphilia hakkında yeterince belge ve bilgi ile doludur.

Alanya’nın binlerce yıllık tarihten bugüne süzülen mutfağı mevsimsel döngülerle konuklara çok farklı bir yaşam deneyimi olarak sunulamaz mı? Çorum’daki çalışmanın bir benzeri, hatta daha da ayrıntılı olanı Alanya’da başarılabilir. Her bir mevsimde, iklime koşullarına uyum sağlayabilecek menüler ile Pamphilia, Kilikya.  Arap, Selçuklu, Osmanlı mutfakları gurmelere sunulabilir.  Bu mevsimsel mutfak aktiviteleri yılda bir hafta sürecek bir Mutfak festivali ile en yüksek düzeyde bir tanıtım fırsatı ile taçlandırılabilir. Hatta bu tarihsel mutfak mirasından örnekler bugünün beslenme alışkanlıklarına uyarlanarak, mutfak şeflerinin ortaklaşa çalışmaları ile günümüz Otel menüleri de zenginleştirilebilir.

Alanya turizmini zirveye taşımak için yapılabilecek o kadar çok öneri aklıma geliyor ki, iki makalede hepsini sunabilmem mümkün değil. Anlaşılan o ki, bu çalışma birkaç hafta sürecek. Sabrınıza ve Alanya’nın, okurların çoğunun hafızasında bırakmış olabileceği tatlı anılara güvenerek, gelecek hafta da bu analize devam edeceğiz.



12 Nisan 2015 Pazar

Türkiye ile Hilton ortak olsun

Geçen yıllardan birisinde, Marriott Otelleri ile Tayland arasında harika bir tanıtım işbirliğine dair bir haber okumuştum.

20 Ekim 2010 tarihinde yeryüzündeki bütün Marriott otellerinde aynı anda Tom Yum Goong ve Pad Thai noodle servis edecekti…

Amaç Dünya’nın en büyük Thai sofrasını oluşturmak ve Guinness’e girmekti. Bu girişimin arka planındaki muhteşem tanıtım potansiyelinin farkındalar mıydı acaba?

O olağanüstü organizasyonu akıl eden beyini kıskanmadım dersem yalan olur. Ama her nerede ise beni bağışlasın.

Bu yazımda onun bu harika projesini biraz eğip büküp kendi ülkemin tanıtımı için kullanacağım. Peşinen özür dilerim.

Türkiye’de en hızlı ve agresif büyüyen yabancı zincir hangisi dersem, otelcilik ile ilgisi olmayan okur dahi hemen Hilton olduğunu söyleyecektir. Öylesine güçlü bir gelişme yani.

Gelin Hilton ile Türkiye turizmi bir stratejik işbirliğine girişsin… Bir kazan-kazan oyunu oynayalım birlikte.

Daha doğrusu Kültür ve Turizm Bakanlığı bu stratejik ortaklığın önünü açsın. Hilton Worldwide’ın Türkiye’de halen 22 oteli var.

Bu sayısı gerekirse 222’ye çıkarması için ne gerekiyor ise yapılsın. Önünü açalım. Türkiye’nin en yaygın yabancı zinciri olsun. Yatırım, vergi ve benzeri alanlarda kolaylıklar sağlansın.

Ama Hilton da Türkiye’ye muhteşem tanıtım gücünü tahsis ederek teşekkür etsin.

Nasıl mı?

Anlatayım…

Yeryüzünde sadece Doubletree markası ile işletilen 200’den fazla otel var. Dahası, Hilton’un olmadığı ülke yok. Daha da ötesi Batı’da Hilton’un markalarından bir tanesinin olmadığı şehir yok. Tam 10 tane marka altında binlerce otel…

Daha da netleştirelim;

10 marka, 3750 otel, 85 ülke ve 140 bin çalışan…

Hilton Türkiye’ye nasıl teşekkür edebilir?

Her yıl Mayıs ayının ilk haftasını bütün otellerinde Turkish Week olarak kutlayarak.

Mayıs ayının ilk yedi günü restoranlarında Türk Mutfağından yemekler servis ederek.

Aynı günlerde otellerinin lobisinin bir köşesine Türkiye tanıtım standı koyarak.

Odalarındaki televizyonların bir kanalını Türkiye’nin tanıtım videolarına ayırarak.

Bir hafta boyunca, dahili müzik yayınında ağırlıklı olarak Türk müziklerini tercih ederek.

Yedi günün bir akşamında konferans salonunu Türkiye ile ilgili bir gösteri için tahsis ederek ve bu gösteriyi misafirlerine tanıtarak.

Bu gösteri ne olabilir?

Mehter Takımları… Anadolu Ateşi benzeri dans performansları… Anadolu’ya ait folklorik oyunlar ve daha neler neler…

Hilton bütün bunları tek başına yapamaz.

Ona bu bir hafta ile ilgili her türlü desteği verecek çok güçlü bir Kültür ve Turizm Bakanlığı teşkilatı var… Doğru yönlendirilirse elinden gelenin daha da fazlasını yapabilecek turizm ataşeliklerimiz var… Artık rüştünü ispatlamanın da ötesinde, olgunluk dönemini yaşayan turizm profesyonelleriniz, özel sektör yatırımcılarımız var…

Hayali bile insanın içine ateş düşürüyor.

Ne dersiniz?


8 Nisan 2015 Çarşamba

İlk atak... Ya batarsınız, ya çıkarsınız!

Fabrika, fırın, bakkal, tamirci, simitçi…

Hiç fark etmez.

Ya fark yaratırsınız. Kendi pazarınızı oluşturur amiyane tabirle ‘malı götürürsünüz’.

Ya da pazarınızdaki rakiplerin yarattığı anafora kapılır, akıntıdan payınıza ne düşerse onunla yetinmek zorunda kalırsınız.

İster bir fabrika kurun ve üretim yapın, ister sokaklarda simit satın. Farklı olursanız kazanırsınız. Farklı olmak yapılan işe kendi kişiliğini katabilmekten geçer.

Bütün mesele ilk birkaç dakikadır. Tıpkı bir 100 metre koşucusu gibi, ilk atak çok önemlidir. O ilk atak ile bütün bir yarışın kaderi belli olur.

Bir farklılık örneği

Adamımız yeni emekli olmuş, kıyıda köşede biriktirdiği tasarrufuna sağlam bir yatırım fırsatı arıyordu.

Birikimlerini bankaya yatırmak ve faizi ile yaşamak dönemi sona ermişti. Kendi haline bırakılan tasarruflar da eriyeceğine göre çözüm bir yatırım yapmak idi.

Kentin hemen dışından geçen çevre yolunda bir OTO YIKAMA SERVİSİ kuracaktı. Dostları uyardılar. Bu tür servisler son bir yıl içinde pıtrak gibi çoğalmıştı. Bu alanda rekabet acımasızdı, orman yasaları geçerliydi.

Bir süre Kentteki tüm OTO YIKAMA SERVİSLERİNİ gezdi. İşleyişe baktı. Gözlemler yaptı. Ne yapması ve ne yapmaması gerektiği kafasında şekillendi.

Gözlemlerini notlar halinde kağıda döktü. Günlerce üzerinde çalıştı.

Tümünde karşılama aynı. İşyerinde çalışan bir çocuk araç sahiplerini son derece renksiz ve donuk bir tonda karşılıyor ve klasik bir soru soruyordu;

- ‘’ Abi iç dış mı? ‘’

İç-dış yıkama bedeli de yaklaşık olarak 5-7 Milyon TL arasında idi. Basit ve alışılmış bir hizmet ve buna paralel bir gelir.

O anda işi olmayan ve aracının yıkanmasını beklemek zorunda kalanlar için hiçbir ekstra hizmet yok. Sağa sola serpiştirilmiş koltuklarda veya tahta sandalyelerde zar zor oturan müşteriler, oflaya puflaya bekliyor.

Uzmanlaşma yok. Herkes her işi yapıyor.

Uzmanlaşma olmadığı için, ne işe alınanlarda asgari bir eğitim düzeyi aranıyor, ne de işe alındıktan sonra herhangi bir mesleki ya da teorik eğitim veriliyor. İnsanlar gün boyu araba yıkıyor ve akşam yevmiyelerini alıp işyerini terk ediyor.

Duvarlar ya bembeyaz ya da sapsarı. Ne bir tablo ( taklit bile olsa kabul).Ne bekleyenleri rahatlatacak ya da canlandıracak bir müzik.

Farklı birkaç düzenleme ve sıradanlığı aşarak bu alanda para kazanmak mümkündü. Önce farklı olmak ve sonra bu farklılığı insanlara duyurmak gerekiyordu. Fark yaratmak. İnsanların ödediği paranın arkasından ‘ Helal olsun’ dedirtmek idi bütün mesele.

Bunun için de önce kendisi farklı olmalı ve yapacağı işe beynini, ruhunu ve tüm gücünü katmalıydı. İşine kişiliğinin özelliklerini yansıtmak gerekirdi.

Gerekli makineleri aldı. Tesisin belkemiğini kurmuştu. Yani hemen o anda yıkamaya başlayabilirdi. Ama sabretti.

İlkin en az lise mezunu, diksiyonu düzgün ve saygılı elemanlar aradı ve buldu. Onlarla bir süre uzun sohbetler yaptı ve yapacakları işin önemini ve güzelliğini anlattı.

Hepsinin inanmışlık ve adanmışlık düzeyini kendisi ile aynı düzeye çıkarttı. Küçük fedakarlıklar ve farklarla onlar da diğer işyerlerindeki meslektaşlarından daha fazla gelir elde edecekler, dahası muhatap oldukları müşterilerden saygı ve takdir göreceklerdi.

En önemlisi iletişim

Bunca yıllık yaşam deneyiminden hareketle ve ekibinin de desteği ile gelen müşterilere yönelik en saygılı karşılama cümlelerini tespit etti. Bu cümleleri standartlaştırdı ve hazırladığı minik el kitapları ile tüm çalışanlara dağıttı, hepsi ezberlediler.

Sihirli sözcükleri temel karşılama cümlelerine özenle serpiştirdiler; EFENDİM-BEYEFENDİ-HANIMEFENDİ-ELBETTE-HAY HAY-LÜTFEN-ÖZÜR DİLERİM-BAŞKA BİR EMRİNİZ VAR MI? gibi.

Tüm çalışanlara göz okşayan renklerde ve işyerinin kurumsal kimliğinin bir parçası olarak üniformalar giydirdi. Üniformaların üzerine giyilen muşamba önlükler ve harika renklerdeki çizmeler hem ıslanmanın önüne geçiyor, hem de kirlenmeyi önlüyordu.

Kasa/kabul yeri/enformasyon masasında son derece güler yüzlü bir hanımefendi tüm güzellikleri taçlandıran bir motif idi. Halkla ilişkiler eğitimi almıştı. Lise mezunu olarak kalma dezavantajını zengin bir genel kültür birikimi ile telafi eden, konuşkan ve hazır cevap bir hanımefendi tesise saygınlık ve renk katmıştı.

Mekana sıcaklık katmak

Sıcak yaz günleri ve kışın soğuğuna karşı bekleme odasını güçlü bir klima ile donatarak bekleyen müşterilerin yazın ter içinde kalmasının, kışın titremesinin önüne geçti.

Bekleme salonunu son derece hoş, sıcak bir manzara oluşturan oturma grupları ile zenginleştirdi. Bir köşede birkaç tane tavla, bir köşede birkaç tane satranç tahtası, bir başka köşede internet bağlantılı birkaç bilgisayar, beklemekten sıkılan Müşterilere değişik zaman değerlendirme seçeneği sunmanın çok ötesinde, spontane olarak yeni dostlar edinme fırsatı da sunuyordu. Ki öyle de olacaktı.

Nice heyecanlı tavla ya da satranç maçlarının ardından kart değiş tokuşları, hemen oradan kalkıp gidiliveren iki tek atma seferleri onu haksız çıkarmayacaktı.

Salonun bir başka köşesine kurulan barda, sıcak ve soğuk içecekler, kahve çeşitleri, snack türü yiyecekler bekleme süresinin sıkıntısını ve gerginliğini azaltacaktı.

 Her masada ve sehpada günün gazeteleri, bir köşede kurulan kütüphanede ise dergiler, kitaplar, ansiklopediler önemli bir ihtiyaca cevap verecekti. Bekleme odası sıradanlıktan çıkıp özlenen, aranan bir mekana dönüştü.

Bir uygulama daha kattı hizmetlerine. İşyerinden, evinden ayrılma şansı olmayan müşterilere evlere/işyerlerine hizmet servisi. Alo Yıkama ile bir telefon yeterli idi. Araç alınacak, yıkanacak, parfümlenecek ve yine adrese teslim edilecekti. İstenen tüm hizmetler eksiksiz yerine getirilmiş olarak.

Bitmeyen ilgi ve dikkat

Adrese teslim ya da işyerinde yıkanan tüm araçlara bazı jestler de yapmak gerekirdi adamımıza göre. Büyük ve güçlü bir petrol istasyonu ile anlaştı ve O petrol istasyonu ile ortak bir kart bastırdı. Kartta hem petrol istasyonunun adı, telefonları ve adresi, hem de kendisinin bilgileri yazılı idi ve kartın en altında da TEŞEKKÜR EDERİZ. LÜTFEN HER YOLCULUKTA EMNİYET KEMERİNİZİ BAĞLAYINIZ ibaresi yer alıyordu. 

Kart ise petrol şirketinin yıl boyu yakıt alanlara dağıttığı eşantiyonlardan oluşan bir paketin üzerine iliştirilmişti. Aynı paketin bir başka köşesine iliştirilmiş bir kartta ise, Türkiye Cumhuriyetinin araç vergileri, sigortalar vb gerekli bilgiler, Kentteki çekici ve kurtarma servislerinden birkaç tanesinin telefon ve adresleri yazılı idi.

İnsanları bilgilendirmeli

Kabul masasındaki hanımefendinin masasında ise Kentteki sanayi sitesinde faaliyet gösteren araç servislerinin kayıtlı olduğu bir adres defteri vardı ve kartlardan bir tanesinde bu hizmet de belirtilmişti. Hangi marka araç olursa olsun, mesai saatleri içinde aranması halinde hanımefendiden bu servislerin telefonunu edinmek mümkündü.

Şimdi düşünelim bakalım. Böyle katma değeri yüksek bir hizmet sunan bir yıkama servisinde aracınızı yıkatmanın ve sunulan tüm güzellikleri tatmanın bedeli o kadar önemli midir acaba?

Böyle bir servis yok şu an. Ama olursa rakiplerine göre kaç adım önde olur ve onlardan kaç kat fazla para kazanır?

Bütün mesele burada… Fark yaratmak!