27 Şubat 2015 Cuma

Otellerin 2008 (Ya da her yıl) Kış Falı

Sevgili dostlar, aman laf aramızda kalsın, ben hala sermayeden yiyorum.  Bu abuk sabuk yazıyı da bundan 8 yıl önce karalamışım… Hem zamanım çokmuş, hem de enerjim elbette… İlginç olan şu; bu yazılanlar hala doğru. Aradan geçen bu kadar yıldan sonra hala aynı yerdeyiz…

Yazık!

Buyurun 2008 ( ya da 2015) kış dönemi falına…J

1 yatırıp 50 almaya alışmış olan Otel patronu şaşkındır, kızgındır, şoktadır… Milyonlarca dolar yatırdığı oteli hepi topu yüzde 30 gibi bir karlılık ile sezonu kapatmıştır. 1 koyup 20 almak dururken, yüzde 30 gibi tuhaf bir kazanç da neyin nesidir?

Bu durumda, Otel yönetiminin mesajı almaktan başka çaresi yoktur.

Herkes fedakarlık yapacaktır.

Ama nasıl mı?

E kolay!

Aylarca canını dişine takan bu cengaverler bir de ücretsiz izin yapacaktır.

Ve yapmıştır!

Buyurun gerisi…

Kasım, Aralık aylarında 15’er gün ücretsiz izin yapmış ve otellerin bütçesine büyük! bir katkıda bulunmuş olan departman şefleri, müdürler, genel müdür yardımcıları ve genel müdürler Şubat ayı itibarıyla tam kadro hazır olacak.

Şubat ayının ortalarında, maaşını alamayan personelin, çekleri ödenmeyen tedarikçilerin baskısı altında bunalmış olan Genel Müdür her zamanki finansman kaynağına yönelecek. Ama bunun yapmakta oldukları Otelcilik işi ile alakası olmayacak…

Otelin dükkanları için, mümkünse peşin ödeme ile kiralanmak üzere gazetelere ilan verecek.  İlanlarda Otelin yaz kış açık olduğu özellikle vurgulanacak. Kışın oteldeki dolulukların ne düzeyde olduğu sorusu cevapsız bırakılacak.

Birkaç yıldır Antalya’da yaşayan, otellerde dükkan kiralayan ve bu geyiğe karşı şerbetli olanlar yutmayacak, ama el mecbur yemiş görünecek.

Bir zamanlar kuyumcu, derici, halıcı, market, fotoğrafçı ve hamamdan ibaret olan otel dükkanları portföyünün genişlediği görülecek. Kazan dairesinden, personel soyunma odalarından ve bahçe şefinin ofisinden kazanılan alanlar dükkana çevrilmiş olacak.

Yeni dükkanlar şikayeti olan müşteriler için arzuhalci, çakmaklara gaz, tavşana niyet çektirmeci, nalbant, seyyar terzi, bohçacı, simitçi, piyangocu olarak kiraya verilecek.

Tekstil ürünleri satışının mitoz bölünme ile çoğalması sağlanacak. Ev tekstili, giyim kuşam birkaç parçaya bölünecek. Havlu, yatak yorgan takımları, masa örtüleri ayrı birer dükkana bölüştürülecek.

Giyim kuşam ürünleri ise, Tshirtçüler, pantoloncular, gömlekçiler, atlet ve boxercılar, çorapçılar alt kategorilerine ayrıştırılacak.

Tattoo da çok verimli bir kira alanı olarak birkaç kategoriye bölünecek. Kadınlara, Erkeklere, Teenager’lara ayrı ayrı tattoo kategorisi belirlenecek. Kadınlara mahsus tattoo dükkanı da bölümlere ayrılacak. Belden aşağı ve belden yukarı Tattoo dükkanları olacak. Belden yukarı tattoo dükkanları da kollar, boyun, ense, yüz ve omuz bir dükkan, göğüs, bel, karın bir dükkan olmak üzere ikiye bölünüp kiralanacak. Belden aşağı tattoo servisinin kaça bölündüğünü ve bunların nereler olduğunu burada yazmam mümkün değil… Blog kapanabilir HafazanAllah!

En yüksek tattoo dükkan kiraları kadınların bel, karın ve göğüs kısımlarına yapılanların olduğu bölümler olacak. Belden aşağı tattoo dükkanlarının kiraları için hır çıkacak. Devreye mafya girecek. İş adliyede bitecek.

Erkeklere tattoo dükkanlarının kiraları kadınlarınkine nazaran daha düşük olacak. Hem piyasası dar hem de erkek Tattoo ustaları için bir işkence olması nedeniyle pek rağbet görmeyecek.

Bu yıl atağa geçmek ve genel müdürün yerini almak hayallerinden vazgeçmeyen genel müdür yardımcısı, ilk toplantıda arazinin bir bölümünde otopark, oto yıkama yağlama istasyonu yapılması fikrini ortaya atacak. Bir başka müdür altta kalmamak için otel arazisinin geri kalan bölümünün şehrin lunaparkçısına kiraya verilmesini önerecek.

Genel müdür yardımcısı sinirlenecek, fikrinin üstüne fikir gelmesinin karizmasını çizdiğini düşünecek, Belediye Başkanı ile görüşülerek arazinin geri kalan bölümüne kapalı pazar yeri inşa edilmesi projesini ortaya atacak.

Bir başka müdür otel arazisinin bir bölümünün sera olarak değerlendirilmesini ve çevre köylülerin seralarda maraba olarak istihdam edilmesini önerecek. Ardından bir başka müdür de seradan elde edilecek ürünlerin, bir önceki Müdürün önerdiği kapalı pazarda değerlendirilmesi için yer kiralanmasını önerecek.

Bir başka müdür iki haftada bir kurulan otantik pazarın günaşırı olması önerisini iletecek. Perakende sektörü canlanacak, köylünün ürünü para edecek.

Oteller alışveriş merkezlerinin pabucunu dama atar hale gelecek. Migros, Makro, Tekpa, Tansaş haksız rekabet suçlaması ile otellere dava açacak.

Elliden fazla dükkan içinde en yoğun ilgi hamamlara olacak. Hayata hamam/sauna olarak gözlerini açmış olan bu üniteler nüfus kağıtlarına spa/wellness yazdıracak.

Antalya dışında yaşayan, ama ‘ Ulan bu hamamlarda iyi para varmış ‘ balonu kasabalarının semalarında yeni yeni görünen kefaller, çifti, çubuğu, evi barkı satıp hamamlardan köşeyi dönmek için Antalya’ya koşacaklar.

Bu oltaya daha önce yakalanmış olan kefaller insaniyet namına bu acemileri uyarmak yerine sırtlarından pışpışlayacaklar. Arkalarından da katıla katıla gülecekler.

( Laf aramızda böyle giderse, Otel sahipleri bir gün otellerine dışarıdan bakıp tanıyamayacak.   "Yahu, biz bu binaları ne olarak inşa etmiştik?" diyecekler. )

Şubat ayının sonuna doğru gazetelerin yerel eklerinde otellerin personel ilanları yayınlanacak. Bu yıl da hiçbir ilan diğerlerinden içerik ve başlık olarak çok farklı olmayacak.  Yarıdan fazlasının başlığı  'Ailemize yeni üyeler arıyoruz' olacak.

Birçoğunun giriş cümlesi '12 ay açık olan otelimiz' olacak. Bilim adamları bu cümlenin artık turizm sektörünün genlerine işlemiş bir kod haline geldiğini saptayacak.

Turizm sektöründe her kış aylarca işsiz kalan personel En Baba Palavra Oscar’ını bu cümleye verecek. Avcılar en belirgin özelliklerinin artık otelciler tarafından kopyalandığını görünce maraza çıkaracaklar. Onlar da, inat adına, av turizmi için yurt dışında tanıtım reklamları yaparken Anadolu’da Aslan, Kaplan, Çita, Leopar Kutup ayısı avı promosyonlarından bahsedecekler.

Önceki Ekim ayının sonlarında, personel çıkışlarındaki helalleşmelerin haklı olduğu ortaya çıkacak. ‘ Gidip de dönmemek, gelip de görmemek ‘ cümlesi turizm personeli arasında atasözü derecesine yükseltilecek.

Önceki sezon çalışan ve çıkışı verilen  personelin hemen hemen tamamının sektörü terk etmiş olduğu anlaşılacak.

Departmanlara yeni alınan personelin deneyimsizliği ve hatta beceriksizliği karşısında otel yönetimleri kırılabilir eşyaları yüksek primlerle sigortalatacaklar.

Bütçelerde tabak, bardak, çanak çömlek fire oranları yarı yarıya arttırılacak. Uzak görüşlü olan kimi otel yönetimleri bulaşık makinelerinin, klima sistemlerinin, kazan dairesinin sigorta primlerini de yükseltecek.

Önceki sezondan kalan üniformalar yeni personel üstünde sırıtacak. Uymayacak. Otel yönetiminin yeni üniforma talebi yatırımcıların evrak dosyaları arasında kaybolacak. Önceki sezonun üniformaları ile devam kararı alınacak.

Mart ayı geldiğinde fuarlar başlayacak. Daha önce Rusya ve Almanya’yı görmemiş olan genel müdürler ya da satış ve pazarlama müdürleri Türkiye turizminin nabzının her iki fuarda attığı gerekçesi ile Berlin ve Moskova’ya birer turistik gezi yapacak.

Açılışta ve kapanışta fuar alanına şöyle bir uğranılacak. Geri kalan zaman Moskova ve Berlin’in turizm potansiyelinin incelenmesi için değerlendirilecek.

Akşamları her iki kentin bar, disko, casino, pub gibi turizm ünitelerinde Rus ve Alman profesyoneller ile bilgi ve görgü alışverişi yapılacak. 

Mart sonunda oteller açılacak. Her şey dahilin mitoz bölünme hızından bir şey kaybetmediği gözlemlenecek. Süper, Ultra, Emperyal, Marjinal derecelerine, Bu ne Yahu, E Yuh Artık, Yok Artık, Ay İnanmıyorum, E Anasının Nikahı sistemleri eklenmiş olacak.

Nisan ayı ortalarında hareketlilik başlayacak. Oteller yarı yarıya dolacak.  Türk Telekom, otel satış müdürleri ile tur operatörleri arasında yoğunlaşan telefon, msn iletişimi trafiğini ellerini oğuşturarak izlemeye başlayacak.

Otel satış müdürlerinin msn listelerinde kış ayları boyunca önceliği olanlar sırayı tur operatörlerinde çalışanlara terk edecek. Kıskançlık kavgaları yaşanacak. Kış ayları boyunca satış müdürlerinin kahrını çekmiş olanlar kendilerini kullanılıp atılmış gibi hissedecekler.

Oda ve yatak borsası uzun kış uykusundan uyanacak. Açık eksiltmeler başlayacak. Pazarda otel ismi belirtilmeden satılan 'Antalya 5 yıldız' rezervasyonlar en çok eksiltenin elinde kalacak.

2008’de tur operatörleri açık eksiltmelere katılabilmek için otellerden yeterlik belgesi, ihracatcı belgesi isteyecek.

2009’da isimsiz rezervasyonlar ihalesine katılmak için önceden belirli bir bedel karşılığı dosya alınması talep edilecek. Depozito istenecek.

TÜRSAB gelişmelere müdahale edecek, şaibelerin önünü kesmek için açık eksiltme ihaleleri televizyonlardan yayınlanacak. İhalenin en az onbeş gün önce bir gazetede duyurulması bir sirküler ile tüm acentelere bildirilecek.

Nisan ayında da turistler sabah kahvaltı yapacaklar, denize girecekler, öğlen yemek yiyecekler, denize girecekler, akşam yemek yiyecekler, gece anfitiyatroda şov izleyecekler. Tatili biten uçağına binip gidecek.

Oteller dolacak, yıl sonunda el elde, baş başta kalacak.

Biz turizm yapıyor olacağız.


İşte böyle.

16 Şubat 2015 Pazartesi

Kurbanlık Koyun Kaynağı- Oteller


Dolandırıcılık bir sanattır. Olağanüstü beceriler ister. Cesaret, zamanlama ustalığı, akıl, insan tanıma, pervasızlık, acımasızlık, hepsi olmalı bir dolandırıcıda. 

Bir tanesi eksik olsa çarşafa dolaşır… Korkarım… Kızarım… Ama çaktırmadan da hayranlık duyarım…

Yaptıkları her üçkağıt olağanüstü bir kurguya dayanır. Müthiş bir beceri ve cesaret ister.. Kurbanlarını seçerken mutlaka çok ayrıntılı bir fizibilite etüdü yaparlar. 

Dolandırıcılar için, fizibilite etüdü, kurbanın tufaya gelme olasılığının, yani sazanlık katsayısının, neredeyse kesine yakın bir doğrulukla tahmin edilmesidir.

Çok başarılılar. Her seferinde oltaya gelen bir kurban olarak kendimden biliyorum.

Bir Kentte yaşayan milyonlarca insan arasından en safını seçebilmek için çok hassas bir koku alma yeteneği olmalı bir dolandırıcının.

Gündemi takip ederler. Toplumun dönemsel ya da genel anlamda bütün hassasiyetlerini bir sosyolog mahareti ile gözlemlerler.

Vergi denetimlerinin yoğunlaştığı dönemlerde Tüm Maliye Mensupları ve Emeklileri Derneği Başkanı olarak zuhur ederler. Her dem geçerli senaryolardan bazıları Şehit ailelerinin istismarı, Silahlı Kuvvetler ile dayanışma ve Emekli Polis Derneklerine yardım mevzuudur.

Toplumun büyük bir kesiminin vergi ile arası pek hoş değilse, hayatında bir kez polis ile başı derde girmişse, yetmezmiş gibi bir de ihtilal dönemine tanıklık etmiş, hatta yakalanıp sıkıyönetimde yargılanmışsa, bu senaryoların hepsinin karşısında ayağa kalkar, önünü ilikler biçareler..

Bir 12 Eylülzede olarak benim hassasiyetim askeri mizansenlere karşı çok yüksektir. Çevremden birilerinin bu konuda dolandırıcılarla işbirliği içinde olduğundan da kuşkulanmıyor değilim. Özellikle bu alanda uzmanlaşmış dolandırıcıların hangi otelde işe başlasam birkaç hafta sonra beni elleriyle koymuş gibi şıp diye bulmalarını nasıl açıklayabiliriz ki?

Meslek yaşantım boyunca her otelde bu senaryoya kurban olarak dahil edildim, açık yüreklilikle itiraf edeyim.

Bir tanesinden, uyanık, İstanbul bitirimi muhasebe müdürü tarafından son dakikada kurtarıldım, ki eğer o zokayı yutsaydım patron beni mutlaka işten atardı.

Kaptırılan para nedeniyle değil, “ Yahu ben milyonlarca dolarlık tesisi bu safa mı emanet ettim?” diyerek

Alın size bir örnek.

Dahili hattan sekreter hanım;- ........ Bey, emekli Albay …….. …….. arıyor efendim.
- Hemen bağla.
Ayağa kalkılır. Ceket düğmeleri iliklenir. Ne olur, ne olmaz, belki uzaklarda bir yerlerden dürbünle beni izliyordur, saygısızlık yapmaya gelmez.
-Alo... ………. …………. ile mi görüşüyorum?
- Buyurun Komutanım, benim. Emredin !
- Hayır .... Bey, ben komutanımın korumasıyım. Sizi Sayın Komutanıma takdim ediyorum.
- Teslimiyet ile ve huşu içinde bekliyorum…
- ……………………..     
Korumanın sesi böyle Zaloğlu Rüstem misali ise kendisi nasıl gürleyecektir, kim bilir? Kulak damlamı damlatsa mıydım acaba? Ya dediklerini tam anlayamazsam? İyi de Silahlı Kuvvetler emekli subaylarına koruma tahsis ediyor muydu yahu? Aman aman. Bırak. Belki Albay hala etkin bir görevdedir... Allah'tan kısa künye vermeyi unutmamışım.

Uzun bir bekleme süresi. Fonda Çanakkale Marşı…

- …….  Bey …  Evladım?
- ……. ………… İstanbul. Emredin komutanım.
- İşte vatan yiğitleri bunlar. Aslanım benim.
- Sağol !!!
- …………. evladım, bizler malum Şehitlerimiz ve emekli askerlerimiz için çalışıyoruz.
- Sağol!!!-    

Bu kadar sağol fazla mı oldu ki ? Komutan ya istihbaratçı ise.? Ya kuşkulanırsa?

- …………. evladım, bu ulvi vazife için paraya ihtiyacımız var. Bu işler para olmadan yürümüyor. Senin gibi halis vatan evlatlarının katkısı olmasa mahcup olacağız şehitlerimizin ailelerine, emekli askerlerimize.

- Sağollll !!!
- Para diyorum...
- Komutanım, emredin. Ne yapabiliriz?
- Sizin bölgede evlatlarımız var, derneğimizin milleti bilinçlendirmek ve son Türk Devletinin ayakta kalmasına katkıda bulunmak için çıkardığı dergilerimizi, gazetelerimizi bağış mukabili dağıtıyorlar.
- Komutanım, kardeşlerimiz sağa sola koşturarak yorulmasınlar. Emredin hepsini getirsinler. Üstümüze düşen ne ise yapmaya hazırız. Bizim de vatan savunmasına bir katkımız olsun.

Bu sözleri telefonda haykırarak söylediğimi fark ettim bir ara. Oda çın çın ötüyordu. Kapıda sekreter hanımı fark ettim.

- Hayır mı efendim? Seferberlik mi çıktı? Savaşa mı giriyoruz?
- Su uyur düşman uyumaz, bilmiyor musunuz? Hazır ol cenge ister isen sulhu salahı...
- Anlıyorum efendim. Haklısınız. Tansiyon ilacınızı vermemi ister misiniz?
- Az sonra Muhasebe Müdürünü çağır bana lütfen.
- Peki efendim.

Komutanı hatta bekletmek ne kadar büyük bir kabalık oldu. Eyvahlar olsun.

- Komutanım, lütfen emir buyurun kardeşlerimiz hemen gelsinler. İhtiyaçlarını sağlayalım. Yemek ikram edelim. Bir kahvemizi içsinler. Bu arada da biz şanımıza yaraşır miktarda katkımızı yapalım hareketinize.
- Sağol evladım. Sağol ………..  Bey. Bundan hiç kuşkum yok zaten.
- Bekliyorum komutanım. Ellerinizden öperim.
- Gözlerinden öperim evladım.

Muhasebe Müdürü kapıda... Şaşkınlığını belli etmemeye çalışıyor. Meraktan da ölüyor.
- Efendim, hayırdır. Seferberlik emri mi geldi? Askere mi gidiyorsunuz yeniden?
- Hayır…… Bey…. Bu da vatan görevinin bir başka biçimidir. Askere gitmesek de bu Ülkeye yapılabilecek bir hizmet daima vardır.
- Ne gibi komutanım? Şey afedersiniz, ses tonunuzdan bir an talimde olduğumu sandım. Ne gibi Müdür Bey?
- …… Bey, az sonra Şehit Aileleri ve Emekli Subaylarla ilgili bir Dernekten gelecekler. Dergi ve gazeteleri varmış. Bağış karşılığı veriyorlar. Şöyle okkalı bir miktarda bağış yapalım. Çocukları da yedirelim, içirelim. Memnun ve mutlu yollayalım lütfen.
- Peki Müdür Bey...

Vatana hizmet budur işte. Madem silah altına alınamıyoruz, vatan savunmasında katkısı olanlara destek verelim hiç olmazsa.

Bir saat sonra...
Sekreter Hanım yine kapıda. Yüzünde gizlemeye çalıştığı bir gülümseme. Erkek olsa bıyık altından gülüyor diyeceğim ama...
- Efendim Muhasebe Müdürü geldi tekrar. Hemen alayım mı içeri.
- Elbette. Hayırdır?
- Muhasebe Müdürümüz anlatsın efendim... Bana az bir bilgi verdi, ama bir şey anlamadım.
- Buyrun …… Bey. Anlatın bakalım.
- Efendim, kızmayın ama..
- Söyle yahu. Yaramazlık yapmış evladını azarlayan baba havasına sokma bizi.
- Müdür Bey, siz bu dergi, gazete dağıtanları gördünüz mü hiç?
- Hayır, görmedim. Ama Albayım yolladığına göre herhalde doğru düzgün insanlardır.
- Efendim üç tane at hırsızı kılıklı tip bunlar yahu... Hepsi berduş. Üçkağıtçı.
- İyi de …….. Bey, koskoca Albayın ne işi olur berduşla, it kopukla?
- Efendim, bu herifler İstanbul'u epey bir harmanladılar, afişe oldular. Soyacak, tufaya getirecek pek kimse kalmadı.
- Hadi ya! Al getir şunları bakalım. Bir de ben göreyim.
- Yalnız biraz kafaları iyi oldu. Sarhoşlar.
- Hayda! Sarhoş sarhoş mu geziyorlar gazete, dergi satmak için?
- Yok Efendim. Burada oldu. Yemeğe aldık. Büfeye piranhalar gibi saldırdılar. Anladık ki ilk kez böyle büfeleri görüyorlar. İşkillendim. Bunlara alkol de ikram ettim. Hepsi zurna gibi oldu. Hepsinin dili bülbül gibi çözüldü.
- Eeee..
- Efendim, size olan saygım gereği her söylediklerini aktarmayayım ben. Ama çözdük herifleri. Bunlar şebeke.
- Söyle …… Bey, merak ettim bak şimdi.
- Efendim, sizi Albay diye arayan bunların beyni. Sabahtan beri en az yedi, sekiz oteli aramış. 

Ama hep İstanbul kökenli Genel Müdürlere denk gelmiş. Hepsi küfür kıyamet defetmişler. İlk cevap veren ve hem de bütün dergi ve gazeteleri satın alma sözü veren, çok özür dilerim, kefal sizmişsiniz.
- Cem, güvenlik müdürünü çağır hemen, bir temiz pataklasın şunları. Hatta getirsin, kafa, göz ben de dalayım.

Muhasebe Müdürü hemen güvenlik müdürünü aradı. Suratı asıldı.

- Efendim, sahilden kaçmışlar...
- Tüh be... Ulan şimdi şunları elime alıp, Allah yarattı demeden... Bana ha! Benim gibi külyutmaza ha... Benim gibi bir uyanığa ha!

Muhasebe Müdürünün yanında enayiliğimi itiraf edecek halim yoktu yani. Ama golü yediğimiz de aşikardı.

(Aslında bir an bütün hepsinin bir kurgu olduğunu, başından beri her şeyi takip ettiğimi söylesem mi, diye geçti içimden bir an… Muhasebe Müdürümüzün uyanıklığını ölçmek için böyle bir tezgah kurduğumuzu söylesem üstüme yapışan bu kefal etiketi kalkar mı, diye düşündüm… Ama bu İstanbul uyanığı yemezdi..)

Gıyabında sana yapılan yakıştırmalara mı kızarsın?

Odana her gelişinde masanı, koltuğunu, duvarları, yerdeki halıyı alıcı gözü ile izleyen Muhasebe Müdüründen yediğin gole mi yanarsın?

İçimde biriken öfkeyi de bir şekilde boşaltmam lazım. Beni arayan sahte Albay emeklisinin telefonunu almayı akıl etmiş aslan Sekreterim. Nasıl becerdi ise, bravo.

Herifin telefonunu istedim hemen. Aradım;

- Alo.
- Buyurun efendim.
- Sayın Albayımla görüşmek istiyorum. Ben Antalya'dan ………….
- Tabi ……. Bey. Sizi komutanıma takdim ediyorum.
İnşallah otelden kaçan sopalık berduşlar arayıp olan biteni anlatmamıştır.
- Aloooo. ……… Evladım?

Şuna bak yahu. Bu oniki eylülün yarattığı korku sadece yüreğimde kaldı sanıyordum, hücrelerime işlemiş be. Yine ayağa kalkıp esas duruş gösterecektim az daha...

- Komutanım, saygılar. Bu arkadaşlar henüz gelmediler. Gelsinler gerekeni yapacağız. Sahi aklıma takıldı. Benim Amcam da emekli Albay. Belki aynı devre olabilirsiniz. Siz karacı mısınız?
- Evet …….. Evladım.
- Hangi sınıf Albayım? Hangi birlikten emekli oldunuz?

- Komando …….. Bey evladım… Mersin'de avcı er eğitim tabur komutanlığından emekli oldum.

Aha yakaladım ulan seni. Hiç kuşkum kalmadı artık. Avcı Er eğitim taburu Tokat'ta. Mersin'de sadece deniz erleri acemi birliği var. Hem Albayın tabur komutanlığında ne işi var?

Allah'tan askerliğimi kısa dönem avcı taburunda yapmışım.

- Ulan pabucumun albay taklidi. Telefonundan adresini tespit ettiriyorum şimdi. Seni şerefsiz üçkağıtçı. Bulacağız ulan seni...
- Çattt..

Telefon kapandı.

Bu, tufaya gelmeye ramak kala kurtarılmış olduğum tezgah.. Daha bana sazan rolü verilen epey senaryo var. Her salatalık sahibine elimde tuzluk ile koşturmak gibi bir şey bu... Alışkanlık yaptı galiba..

Şehit Polis Aileleri Derneği, Tüm Emekli Maliye Mensupları Derneği, Gurbette Türk Örf ve Adetlerini Yaşatma Derneği, Kıbrıs Muharipleri ile Dayanışma Derneği sahtekarlığı başta olmak üzere, beni kaba tabirle kekleyen epey bir üçkağıtçı daha var. Hepsini anlatmaya kalkarsam, bu safı normal hayata kim saldı, diye gelip beni koruma altına almaya kalkabilirler. Caretta muamelesi görebilirim.

14 Şubat 2015 Cumartesi

Dertli Turizmcinin dermanı- Dino Amca

Hayattaki en büyük korkum ciddiye alınmaktır.
Bu kavramın ne anlama geldiğini bilmem. Ciddiyet, tanımı olmayan, sınırsız, şekilsiz bir kavramdır. Her isteyen bu tuhaf kavrama dilediği anlamları yükler.
Bir bakmışsınız ciddiyet denilen sözcük bir süre sonra yüzlerce aşıktan arta kalan bir hayat kadınına dönmüş.
Çıkın sokağa yüzlerce insana ciddiyetin ne olduğunu sorun, bir o kadar çok tanımlama alacaksınız, bunu garanti ediyorum. Çok ciddiyim ona göre!
Ciddiye alınmanın en büyük risklerinden birisi de önemli, alim, muktedir birisi gibi algılanmaktır. Ben çok korkarım önemli adamlardan. Tercihim değerli olmaktır. Önemli adam olarak görüldüğümde değersizleştiğimi düşünürüm.  
Neşeli ve hiçbir şeyi takmaz bir tavır sahibi olmamda, Türkiye turizminin öncülerinden Dino Amca’mın çok katkısı olduğunu itiraf etmeliyim.  En acıtıcı ve en çetrefilli sorunlara şeker gibi çözümler bulmakta üstüne yoktur.

Bu haftadan başlayarak, sektörün duayenlerinden olup, yeni nesil turizm profesyonelleri arasında DİNOZOR olarak isimlendirilen Dino Amca’yı konuk edeceğim arada bir.

Bu hafta birkaç mektup geldi bile.

**

Dino Amca,

Beş yıldızlı bir otelin Genel Müdürüyüm. Geçen yaz Önbüro müdürüne acilen plaja gitmesini rica ettim. Shuttle beklediğini söyledi. Ben ‘şezlong ‘ anladım. Önbüro müdürü şezlonga boylu boyunca uzanacak, bir eleman da tekerleklerin üzerinde hızla sürerek onu plaja yetiştirecek sandım.  Bir nevi animasyon gibi… Bozuntuya vermedim. ‘ Ta buradan plaja kadar şezlong üzerinde takır, tukur, biraz rahatsızlık vermez mi?” demiş bulundum

Adamın kapıdan dudaklarını ısırarak çıktığını gördüm. Pencereden baktığımda bahçenin bir köşesine çekilmiş, adeta haykırarak gülüyordu.

Şimdilerde ekipteki yeni kuşak yöneticiler de beni gördüklerinde kafalarını başka tarafa çevirip dudaklarını ısırıyorlar. Bir köşeye çekilip güldüklerini biliyorum.

Sonradan öğrendim, shuttle, bizim köylerde su motorundan şettiriverdiğimiz mini traktör benzeri bir nakliye aracıymış. Akü ile çalışırmış. Akü bittiğinde de elektrik prizinden ‘şarj’ edilirmiş. Bu vesile ile şarjı da öğrenmiş oldum.

Kulağıma bazı dedikodular geldi. Ekip kendi arasında bana shuttle diye lakap takmış. Sevgili Dino Amca, bana yardımcı ol. Ne yapacağım? (Rumuz: Pimpirikli)

** 

Pimpirikli Evladım,

Sen nasıl Genel Müdür oldun yahu? Shuttle, otel terminolojisinde en önemli kavramlardan biridir.  Hatta Turizm okullarında mezuniyet tezi olacak kadar önemlidir. Bu kavramı öğrenmeden nasıl mezun ettiler seni? Bu kavramı bilmeden seni Genel Müdür yapanın ben…

Kabahat sana shuttle’ı öğretmeden diploma veren hocalarında aslında. Shuttle, Turizm Yüksek Okullarında okutulan en önemli derslerin başında gelir.

Yazıklar olsun sana da, seni shuttle cahili bırakan hocalarına da yahu.

Git hemen o çift lisanlı, master’lı yeni nesil önbüro müdürü ile aranı düzelt. Yoksa shuttle müdür aşağı, shuttle müdür yukarı. Mezara kadar bırakmaz yakanı.

Shuttle’ın ne olduğunu bilmediğin sektör yöneticilerinin kulağına giderse yandın. Bir ambargo yersin ki,  sittin sene iş bulamazsın. Yıkıl.


**

Dino Amca’cığım,

Menicimınt tiim içinde çok zor durumdayım. Herkesin üzerinde uzun uzun konuştuğu, otelle ilgili çok önemli bir terim üzerinde ben ağzımı açamadım. Fakt şit.

Onları dinlemek zorunda kaldım Amca. Çünkü hiçbir fikrim yoktu.  Allahsızlar bunu anladılar ve toplantının sonuna kadar her konuşmayı getirip bu terime bağladılar. Sürekli gözümün içine baktılar. Beni ezdiler. Karizma çizildi.

Sektördeki ilk zamanlarımdan hatırladığım bir sözcük var. Ama o biraz belden aşağıya işaret eden bir fiil. Fakt kavramı buna benziyor. Ama bayan müdürlerin arasında soramadım.  Belboyluk yaparken, bize iş attığını sandığımız bayan turistlere seslenirdik bu sözcükle. İyi de, menicımınt tiim içinde ulu orta bu sözcüğü kullanıyor olamazlar, değil mi Dino Amca?

İkinci sözcük de tuhaf. O ne öyle şit mit? Acemi garsonlar restaurantta turistlerin üstüne çay, yemek vs. döktüklerinde adamcağızlar pür hiddet ‘ Oooo Şit’ diye bağırırlardı.
Lütfen bana detaylı açıklar mısınız, fakt şit nedir? (Rumuz: Cahil Turşucu)

**

Cahil Turşucu, evladım,

Kafayı  mı yedin?  Köşeme kastın mı var? RTÜK’ün ajanı mısın? Müsait olduğunda bana uğra, bu kavramı sana detaylı anlatayım. Ama burada isteme bu açıklamayı. 

İstersen cesaretini topla, arkadaşlarına sor, sana bu terimi tekrarlasınlar. Fakt Şit olduğundan emin misin evladım? Belki buna benzer başka sözcüklerdir, sen yanlış duymuş olabilirsin.

Sizin otelde, operasyonlara ve belgelere, böyle belden aşağı  kavramlar mı yakıştırılıyor? Öyle ise haber ver de, Bakanlığa iletelim, otelinizin adını değiştirelim. Unlimited Fantasies Hotel olabilir mesela. Şit, mit, ne bu böyle?

Aradaki bağlantıyı çözemedim. Bir toplantınızdan önce bana haber ver, Danışman Dino olarak katılayım. Hem fakt şit konusunu açarız, hem de otelinize yeni bir isim bulmak için popüler kaynaklardan araştırma yaparız.
(Örnek: Playboy, Penthouse vb.)

** 

Dino Amca,

Geçenlerde bir turizm portalında yield management hakkında bilgi sahibi olmayan önbüro müdürlerinin naylon müdür olarak nitelendiğini okudum. Yabancı dilim olmamasını bir silah olarak bana karşı kullanıyorlar gibime geliyor. Yield management nedir? Naylon müdür nedir Amca?  Lütfen olabildiğince basit bir biçimde anlatabilir misiniz?
(Rumuz: Çakma Müdür )
  
** 

Amcan hizmetinizde Çakma Müdür evladım.

Sana yield management kavramını en basit ve en Türkçe ifadelerle söyle açıklayabilirim.
Öğren, sen de havanı at onlara.

Yield Management endüstrinin en basit kavramlarından birisidir. Türkçe olarak ifade etmem gerekirse,  Revenue Management olarak da bilinir. Revenue ya da profiti maksimize etmek üzere, müşteri davranışlarını sezme, anlama ve reaksiyon gösterme sürecidir. Bu terimi karşılayabilecek diğer terimler revenue maksimizasyonu ya da demand management olabilir.

Yeterince açık ve net oldu mu Çakma Evladım?


**

Dino Amca,

Yine işten 'ayrılmak' zorunda kaldım. Prensiplerime uymadı. Patron her şeye karışıyordu.  Ben de kendisine rest çektim. 'Size bir bütçe yaparım ve yıl sonunda hesap veririm. O zamana kadar işime hiç karıştırmam ' dedim.

Yalaka bir genel müdür yardımcısı var. Her gün patronu arayıp günlük gelişmeleri anlatır, herkesi ispiyonlar. Sürekli takım elbiseli ve kravatlıdır. Patronun her gelişinde otelin arabasına atlar, havaalanında karşılar, yol boyu her türlü ispiyonu yapar. Geceleri patron odasına çıkmadan oteli terk etmez. Yönetim toplantılarında patronun her sorusunu cevaplar. Bu kadar yalakalık da fazla değil mi?

Ben neden bu kadar yalaka olamıyorum Dino Amca ?

Bak yine sezon sonu gelmeden işsiz kaldım. (Rumuz: Duruşu Olan Genel Müdür)

** 

Evladım, Duruşu Olan Genel Müdür, 

Hay o duruşa bir… Sana ….Neyse. Senin o duruşuna alem, oturuşuna da kızlar hastadır, eminim. Aferin evladım. Senin bu duruşuna yalakalık yakışmaz. Hem bu topraklar sana göre değil.

Burada otel patronları otuz, kırk milyon doları istihdam sağlamak, kalıcı ve iyi işleyen, geleceğe miras kalacak işletmeler kurmak için değil, ülkenin en baba yalakalarını keşfetmek ve becerilerini izlemek için harcıyorlar.

Uzun ve çileli iş yaşamlarının sonunda, onlara otuz, kırk milyon dolarlık yalaka keşfetme oyununu da çok görme evladım.

Sen de değişime ayak uydur.

Bak yeni moda, yıllarca farklı sektörlerde kazandıkları ile kredi risklerini üstlenerek sektöre yatırım yapan otel patronlarına akıl vermek, onları olur olmaz eleştirmek, insanlara iş olanağı sağlamalarını amatörlük olarak nitelemek...

Kan bağı ile bağlı oldukları evlatlarının, yeğenlerinin ne işi varmış otel patronunun yatırımında? Kapının arkasına astıkları ceketlerinden başka riski olmayan yeni yetme çok bilmişlere 30-40 milyon dolarlık koca tesisleri oyuncak diye vermek dururken…

Onların neyine nakit akış tablosu, verimlilik, müşteri memnuniyeti, personel mutluluğu, bütçe detayları? Alt tarafı otuz, kırk milyon dolar para harcıyorlar. Bu kadarcık bir harcama ile kendilerini turizmin şahı sanıyorlar.

Aferin oğlum Mehmet, sen o  duruşa devam et.

**

Dino Amcanız sektörde karşılaştığınız ve çözmekte zorlandığınız sorunlara karşı yanınızdadır. Çekinmeyin. Bana yazın turizmin çilekeş profesyonelleri.


12 Şubat 2015 Perşembe

Elinde hıyar olana bir avuç tuz ile koşmak

Doldurulmaya, galeyana getirilmeye ve dahi kurulu robot gibi yönlendirilmeye hazır ne kadar çok insan var bu Ülkede…

İşin tuhafı en çok da ‘eğitimliler’ arasından çıkıyor böyleleri... Anlı şanlı üniversite mezunları, hatta akademisyenler, dahası meşhur Profesörler bile dahildir bu değerlendirmeye…

Çok mu insafsız oldu?

E açayım o zaman…

Gazetelerde ‘Terör Örgütü’ mavalı ile varını yoğunu çöp kutularına atan ve arkasına bile bakmadan oradan kaçan akademisyen sayısını hesaplayın hele bir…

Benim bu gün ‘çatacağım’ ‘cemaat’ farklı, ama aynı familyadan..

Birisi bağırıyor; ‘ Heey! Elimde bir adet hıyar var’

Duyan herkes inlercesine haykırıyor; “ Aman abi bir yere kaybolma. Biz hemen tuz alıp geliyoruz.”

Canı sıkılan birisi bir ‘mevzu’ yumurtluyor… İnsanlar hayatın sırrını bulmuş gibi dalıyorlar konunun içine…

“ Yetişin! Vatan elden gidiyor! Dünyanın bor rezervinin 70%i bu ülkede. Gavurlar Etibank’ı 40 Milyon Dolara kapatıyor.”

Sonra, madencilikte Türkiye’nin en önemli isimlerinden Turgay Ciner çıkıp;

“ Yahu Kardeşim, evet Türkiye’de 7 trilyon usd değerinde Bor var, ama Dünyadaki bor tüketimini dikkate alırsak, bu rezervin tamamen kullanılması 3000 yılı bulur” diyor. ..

Hepsi sus pus… Utanma sıkılma da yok, bir özür, bir düzeltme hak getire..

Şimdilerde işin cılkı çıktı…

Liseli keratalar falan topa girmeye başladı… Yenilerde bir çakal kalktı iyice abarttı; Boğaz’ın altı Dünya’da eşi benzeri olmayan bir maden ile dolu imiş…

Adı da tam geyik işi, contorium…

Sonraları bu bor geyiği klonlandı tabi. Memleketin ne kadar geyikçisi varsa topa girdi. Ardından osminyum (ki aslı osmiyum’dur ), toryum, neptünyum vs çıktı.

Toryumun üç otuz paraya gitmesini sindiremeyen bir geyikçi iyice uçtu, kendi salladığı martavalın toplam rezervine 124 trilyon usd değer biçti.

İlginçtir, geri kalan bütün minerallerimizin değeri ısrarla ve inatla 9 trilyon usd olarak belirlendi.

Birader, uzaydan rezerv tespiti mi yaptırdın? Bir kepçeye bindin, diyar diyar gezdin, 780 bin kilometrekare Vatan toprağını kazıp tamamını mı tarttın?

E hadi bunu yaptın, Dünya rezervlerini nasıl bildin be Kardeşim?

Şimdilerde yine aynı sirk geldi kasabamıza;

“Abilerim, ablalarım, şu elimde gördüğünüz nesne halis geyik olup, Ren sınıfındandır. Şimdiki oyuncağımız GDO. Hadi bir el atın, şu geyiği öksüz bırakmayalım, ne kadar saf varsa sahip çıkmasını sağlayalım.”

Yani;

“ GDO’lu ürünlere hayır!”

Bir Allahın kulu çıkıp “ Birader, GDO ne demek?” diye sormaz mı?

Yazarınız üşenmedi, bu grup davetini kendisine iletene sormak gafletinde bulundu, ağzının payını aldı, sustu, oturdu.

“ Kardeşim, nedir bu GDO?”

“ Ne nedir? Anlamadım…”

“ GDO… GDO diye bir not yollamışsın bana.”

“ Ya ne bileyim, sevdiğim bir arkadaştan geldi. Kıramadım, ben de yolladım herkese… E ne var bunda birader? Sen de hep oyunbozanlık yaparsın böyle…”

“ Bırak laga lugayı… GDO nedir usta?”

“ Dur bakiym… Hah! Genetiği değiştirilmiş organizasyonlar”

“ Nasıl yani? Önceden bienal olarak belirlenmiş, sonradan Müslüm Gürses konserine dönüştürülmüş… Bunun gibi mi?”

Enteresan bir paranoya… Sanki, Batı’da ne kadar bilim adamı, siyasetçi, sanatçı, ekonomi uzmanı varsa kafa kafaya vermiş, haldır huldur çalışıyorlar;

“ Bu Türkiye’yi nasıl bitiririz? Bu Türkleri alemden nasıl sileriz?”

İyi de neden kardeşim? Türkiye Dünya için bir tehdit mi? Türkler yeryüzünü yer ile yeksan etmek için görevlendirilmiş yecüc mecüc mü?

Batı’da bilim adamları ikiye bölünmüş. Temel soru; 2050 yılında dünya nüfusu ikiye katlanacak. Kıt kaynaklar mevcut nüfusu sağlıklı bir biçimde beslemeye yetmiyor, ikiye katlanmış nüfusa nasıl olur da ekmek, et, sebze yetiştirilir, bilim bu sorulara cevap arıyor.

Anadolu’da, Hititlerden kalan buğday tohumu ile tarım kaç yıl daha sürer ve bu zayıf tohum, gelecekte kaç kişiye yetecek ürün verir? İki katına çıkacak bir dünya nüfusu, öyle bire on veren buğday tohumu ile doymaz, aç kalır.

Yerkürenin toplam fotosentez kapasitesi belli… Güneş ışınlarının yerkürede fotosentez yaptırabileceği bitki nüfusu sınırlı…

Mevcudun birkaç katına çıkacak bir bitki popülasyonunun, yerkürenin oksijen hacmine nasıl bir etki yapacağı belirsiz.

Tarımda kullanılabilir su kaynakları sınırlı. Kullanılabilir su kaynakları da hızla azalıyor, yerküreyi yakın gelecekte bir su krizi bekliyor.

Bakın hıyar sendromu ile muzdarip vatandaşlar, bu işler o kadar kolay değil. Sizin işten, güçten, tembellikten, geyik yapmaktan fırsat bulup okuyamadığınız bir tartışmanın taraflarından alıntılar ile ufkunuzu açayım. Ekranınıza her düşen geyiğe mal bulmuş gibi saldıran parmaklarınız yerine, azcık da araştırma duygunuz harekete geçsin;

“ 2050’lerde 9.1 milyara varacak olan dünya nüfusunu beslemek için 70%’lere varan bir tarımsal üretim patlamasına ihtiyaç var”. BM Gıda ve Tarım Organizasyonu. FAO.

“ Dünya petrol rezervleri hızla tükeniyor. Yerine ikame edilen yakıt biodizel. Genetiği değiştirilmiş mısır biodizel üretimi için ideal ürün. GDO sadece beslenme amaçlı kullanılmıyor, kara, hava, deniz ulaşımında yakıt olarak da kullanılıyor”

“ İklim değişiklikleri, hızlı ve yaygın kentleşme, yerkürenin tarım yapılabilir arazi miktarını hızla azaltıyor. Yakın gelecekte, bu miktarlarda 50%’ye varan bir düşüş gerçekleşecek. Azalan tarımsal üretim, gıda fiyatlarında astronomik artışlara neden olabilir. Çözüm daha sınırlı alanda üretim patlaması sağlayacak tohum ıslah programlarındadır.” Uluslar arası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü. IFPRI

“ GDO teknolojisi baş gösteren açlık sorununa tek başına çözüm olmayabilir. Ama, klasik tarım ürünlerinin doğal çaprazlaması ile elde edilecek yeni tohumların ekilmesi ile birlikte 9.1 milyar nüfusun beslenmesinde güçlü bir müttefik olarak değerlendirilebilir. Sorun sadece beslenme de değildir. Dünya yakıt krizine karşı biodizeli geliştirmelidir. Daha az güneş ışını, daha az su, daha dar tarımsal arazide daha yaygın bir tarımsal üretim için GDO teknolojisi güçlendirilmelidir.” Walter Alhassan. Africa Ziraat Araştırmaları Forumu.

Önünü, arkasını içeriğini yeryüzündeki saygın kaynaklardan, forumlardan, bilimin önerilerinden okuma, analiz etme, öğrenme…

“ GDO’lu ürünlere Hayır!”

Yapma yahu! Ben bu kafayı çok yerden tanıyorum.

Bor, toryum, titanyum, contorium vs geyiklerinden…