29 Mart 2024 Cuma

Zamana Yenilmeyen Markalar

Rolex Bağlamında bir Markalaşma Dersi 

İnsanlar, geçtiğimiz hafta, Rolex ile ilgili bir haber okudular. Dünyanın en prestijli markalarından birisi olan bu saatin satışları,2023 yılında 11 milyar doları aşmıştı.

Yani, insanlar, bir kayış ile kollarına taktıkları ve arada bir saatin kaç olduğunu görmek için baktıkları bu avuç içi kadar makineye 11.5 milyar dolar ödediler.

Bir markanın, kendi kulvarında bu kadar baskın bir konumda olması akıl alır gibi değil.

Bu tutar, 2022’nin yüzde 11 üzerinde.

Lüks kulvardaki pazar payı ise yüzde 30’dan daha fazla.

Bütün lüks saat markalarının satışlarını toplasanız da Rolex’e yetişemiyor.

Mucize bunun neresinde?

Rolex, koluna takıldığı insanlara ne veriyor?

Ne hissettiriyor?

Rolex takanlar, çevrelerine hangi mesajı veriyorlar?

Ya da tersinden bakalım;

Karşılarındaki insanın kolunda Rolex görenler ne yapıyor?

Ne hissediyor?

Bu soruların cevapları, Rolex mucizesini biraz açıklayabilir. Merakımızı giderebilir.

Alt tarafı bir saat mi?

Böyle düşünebilir miyiz?

Nasıl olur da, insanların koluna takıp, arada bir günün hangi vaktinde olduklarını anlamak için baktıkları bir makine milyonların fetişi haline gelir?

Ya da şöyle mi soralım?

Bu saate adeta bir servet ödeyen inanlar aslında ne satın alıyor?

Bu saat, o insanların hangi özlemlerine cevap oluyor?

Neden, Cartier, Omega, Audemars Piguet, Patek Philippe ve Richard Mille değil?

Neden illa ki Rolex?

Mesele kola takılan o makinenin üstündeki rakamların çok ötesindedir.

Marka olunmaz, marka doğulur… mu?

İşin sırrı daha ilk adımdadır.

Hangi duygularla yola çıktığınız önemlidir.

Görüş çizginiz nereye kadar? Sınırlı mı, sınırsız mı? Hayaliniz, o ufuk çizgisini aşıyor mu? İçinizdeki coşku sizi o çizginin ötesine taşıyacak kadar güçlü mü?

Kendinize iyi bir iş mi kurmayı hedefliyorsunuz? Yoksa perspektifiniz onlarca yılı ve hatta birkaç kuşağı da kapsayacak kadar büyük mü?

Hayatınızı kazanmak gibi kolay bir amaçla başladığınız bir işin ömrü sizin ömrünüz ile sınırlıdır. Sizin ömrünüz sona erince, o işin de miadı – genellikle – dolar.

Rolex’in tarihini hiç merak ettiniz mi?

Markaların doğumundaki ebenin hissiyatı çok önemlidir. Sanırım markaları yaratanlar için kullanılabilecek en uygun kavramlardan birisi de bu olsa gerek; Ebe.

Öyle ya. Onların yaptığı iş tıpkı ebelerinkine benziyor. Markaları yaratanlar da bir ebenin heyecanı, titizliği, sevecenliği ile çalışıyorlar. Başlattıkları işe bir ebe sevgisini katıyorlar.

Rolex’in ebesi Hans Wilsdorf’dur.

Tereddütsüz bir yenilikçi olan Wilsdorf, saatlerinin güvenliğini ön planda tuttu. İnsanalrı ikna edebilmek için en başarılı parça üreticilerini tercih etti. Bienne’deki bir saat firmasının en sağlam parçalarını kullandı.

Sözü Rolex’in sözcülerine bırakalım;

Kurucumuz Hans Wildorf yaşadı ve öldü. Ama bizim tarihimiz, kurucumuzun çağları aşan ruhuna ayrılmaz bir şekilde bağlıdır.

Wildorf, 1905 yılında, henüz 24 yaşındayken Londra’da saat dağıtım şirketi kurdu. Hayali, bileğe takılan bir saat idi. O zamanlar, kol saatlerinin temel sorunu dakik olmamaktı. Buna kafa yordu. Hem şık hem de güvenilir bir saat peşinde idi.

Beş harfle özetlenen deha

“Mümkün olan her şekilde alfabenin tüm harflerini birleştirmeyi denedim. Sonunda yüzlerce isim ortaya çıktı, ancak hiçbiri kulağa doğru gelmiyordu. Londra’da bir sabah faytonun üst sırasında oturmuş, Cheapside boyunca ilerlerken bir peri kulağıma ‘Rolex’ diye fısıldadı.”

1905’te kurulduğundan bu yana Rolex, birçok kişinin becerilerini bir araya getiren ve günbegün, hatta yıllarca sürecek zorlu bir çalışma gerektiren bir arayışın içinde olmuştur. Zorlu, titiz ve daimî bir çaba. Mükemmellik arayışı.

Rolex’in kurucusu Hans Wilsdorf’un vizyonu

Kurucumuz Hans Wilsdorf’un vizyonunu sürdürmek için, alanında öncü olanlara desteğimizi ulaştırmaya devam ediyoruz. Kendi zamanlarında iz bırakmış olup ve bugün de bırakmaya devam eden tüm kadınlara ve erkeklere.

Benzersiz, güvenilir ve ender

Rolex’i hakikaten benzersiz kılanın ne olduğunu anlayabilmeniz amacıyla bilgi birikimimizin bazı noktalarının üstündeki örtüyü kaldırıyoruz.

Örneğin üstün kalitesi. Enderliği. Her koşuldaki sarsılmaz güvenilirliği. Her bir Rolex saat, başarmayı daimî olarak hedeflediğimiz her şeyin kusursuz bir ifadesidir.

28 Şubat 2024 Çarşamba

Turizmde Gelecek 10 Yılın Küresel Riskleri

Geleceği öngöremezseniz, geleceği planlayamazsınız.

Bu da olmayınca, hiç hesapta olmayan krizler patlar ve hazırlıksız yakalanırsınız.

Geçmişte hep böyle oldu.

Terör?

Körfez krizi?

2008 Küresel finans krizi?

Rusya ile askeri uçak krizi?

Darbe?

Pandemi?

Deprem?

Bu gün itibarıyla, sektör, gelecek analizlerini gündemin ilk sırasına almalıdır.

Şimdi, gelecek 10 yılda karşılaşabileceğimiz kriz kaynaklarını sıralayalım.

Rusya-NATO gerilimi

İnsanlık tarihinin en stratejik kara parçasına egemen olma mücadelesi artarak devam ediyor. Oyuncular değişiyor, ama savaşın amacı aynı kalıyor. Bu kara parçası Avrasya’dır. Zira buraya egemen olan Dünyaya hükmeder.

Bu gün, bu kara parçasına egemen olma kavgasının tarafları NATO ve Rusya. Aralarındaki jeopolitik gerilim yükseliyor. Ukrayna Savaşı, ilişkileri, son zamanların en istikrarsız dönemine soktu. NATO bir yandan Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uyguluyor, bir yandan da Ukrayna’ya askeri ve finansal destek veriyor. Bu bir nevi sabır testidir.

Siber haydutluk

Dijital çağın en belalı risklerinden birisi siber saldırılardır. Bu tehlike her an daha büyük, daha karmaşık, daha amansız hale gelen bir jeopolitik sorundur.

Gerek bireysel kuruluşlar ve gerekse ülkelerin stratejik kurumları bu riskin hedefleri arasındadır. Ulusal güvenlik bu risk karşısında oldukça kırılgandır.

Ulusal altyapılar dijitalleşiyor. Elektrik şebekeleri, su tedarik ağları, ulaşım sistemleri, finans kanalları siber saldırı8lara karşı giderek daha savunmasız hale geliyor. Bu sistemlerin maruz kalacağı yıkıcı bir siber saldırı, ülkesel ve hatta bölgesel çapta kaos yaratabilir.

Kalıcı siber saldırıların yansımaları finansal piyasalar ve ekonomi üzerinde geniş kapsamlı bir etkiye sahip olabilir. Devlet ağları, özel sektör ağları ve altyapılarının tümü bilgisayar korsanlığı ve casusluğa açıktır.

ABD ile Çin arasındaki Stratejik Rekabet

Çözümsüz kalan bir dizi çatışma ve gergin rekabet, 2024 yılında şiddetli bir jeopolitik risk kaynağıdır. Bunların en tehlikelisi ABD ile Çin arasındaki gerilimdir.

Bir taraftan Güney Çin Denizindeki hegemonya kavgası, diğer taraftan Tayvan’ın statüsü ABD ile Çin arasındaki gerginliğin iki temel nedenidir.

Öte yandan, finans ve teknolojideki aşırı rekabet de iki devin arasındaki mesafeyi açmakta ve uzlaşma olasılığını azaltmaktadır.

Güçlenen Ulusalcı Pragmatizm ve Küreselleşme Karşıtlığı

Küreselleşme karşıtı hareket, ekonomik büyüme önünde bir engeldir. Uluslararası ilişkileri de olumsuz etkiler. Rusya’nın Ukrayna saldırısı Avrasya ülkelerini içe kapanmaya ve kendi halklarının çıkarlarını korumaya yöneltti.

Ulusalcı pragmatizm, hükümetleri kendi sanayilerini desteklemeye teşvik etti. Ülkeler, yabancı rekabete karşı koruma duvarlarını yükseltmeye başladılar. Yerli üreticiler, sübvansiyonlarla dışarıya karşı destekleniyor.

Yakın gelecekte, kapalı ekonomilerden oluşan kapalı bir Dünyaya geçebiliriz. Bu ise, yerel ölçekte işsizlik, pahalılık ve kıtlık anlamına gelecektir. Ekonomik krizler her zaman siyasi ve sosyal kargaşayı tetikler.

İklim riski

İklim riski, artık onu risk olarak isimlendirecek üst sınırı çoktan geçti.

Küresel göç dalgaları, iklim kaymasının sonuçlarından birisidir. İklim riski, politik açıdan en kutuplaştırıcı sorunlardan birisidir. Mesela kitlesel göçler hedef ülkelerin istikrarını bozmaktadır. Göç edenler, yerleşik halk arasında nefret duygusunu yükseltmektedir.

İklim riskinin ulusal güvenlik ve küresel istikrar üzerinde geniş kapsamlı etkileri olacaktır ve iklim değişikliğinin etkileri aşırı hava olayları, türlerin yok olması, yükselen deniz seviyeleri ve gelişmekte olan ülkelerde artan yoksulluk şeklinde şimdiden görülmektedir.

İklim değişikliği kasırgalar, kuraklıklar, seller ve orman yangınları gibi daha sık ve şiddetli hava olaylarına yol açarak altyapıya zarar vermiş ve tedarik zincirlerini bozarak, kaynak kıtlığına ve ekonomik istikrarsızlığa yol açmıştır.

Enerji güvenliği

Sürdürülebilir ve erişilebilir enerji kaynaklarına sahip olmak bir ülkenin ekonomik refahı için yaşamsal öneme sahiptir.

Buraya kadar anlattığımız iklim, siber güvenlik ve Ukrayna savaşı riskleri, küresel enerji hatlarına büyük zarar verdi. Bu konuda endişeler arttı.

Enerji 2024 için en korkutucu jeopolitik risklerden birisidir.

Ukrayna Savaşına kadar Rus gazı Avrupa’daki haneler ve ekonomiler için ucuz ve bol bir enerji kaynağı idi. Bu avantaj kayboldu.

Bu durum, Avrupa’nın ekonomik rekabet gücünü zayıflattı.  Bu ülkelerin ekonomileri orta vade için güçlü imdat işareti veriyor.

Covid19 Pandemisi ve Gelecekteki Olası Epidemiler

Pandeminin sosyal ve ekonomik zararı halen devam ediyor. Bir başka taraftan mutasyonlar ve yeni virüsler, yeni hastalıkları ortaya çıkarıyor.

Hayatın düzgün işlemesi için küresel sağlık sisteminin güvende olması gerekir. Ancak, yeni virüsler ve mutasyonlar sistemi tehdit ediyor.

Keza, tedarik zincirleri de bu risklerden payını alıyor. Mutasyonların ve yeni virüslerin güçlenmesi, küresel sağlığı 2024 ve sonrası için kırılgan hale getiriyor.

Pandemi, küresel ticareti önemli ölçüde etkiledi.

Birçok ülke virüsü engellemek için sınırları kapattı ya da seyahatleri yasakladı. Bu kargaşa, gelecekte de karantina ya da üretim kesintileri olasılığını güçlü tutuyor.

Pandemi nedeniyle kesintiye uğrayan tedarik zincirleri, kısıtlamaların kademeli olarak azaltılması ile toparlanmaya başladı. Ama bir başka risk ortaya çıktı. İşgücü yetersizliği.  Bir taraftan da bazı ürünlere dönük aşırı talep nedeniyle pahalılık da önemli riskler arasına girdi. Ürün azlığı karaborsaya neden oluyor.

Pandemi aynı zamanda bazı ülkelerin ticari engeller ve tarifeler uygulamaya başlaması yüzünden korumacılığı da güçlendirdi.

Bu tür politikalar jeopolitik gerilimleri artırabilir ve daha parçalı bir küresel ticaret sistemine yol açarak, ekonomik büyüme ve jeopolitik istikrar üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir.

Türkiye turizmi bu risklere göre acil durum planlamaları yapmalıdır.

19 Şubat 2024 Pazartesi

Etkili Hitabet Zor Bir Sanattır

Hitabet, dinleyenleri, bir sonraki cümleyi şiddetle merak ettirme becerisidir.

Sizi dinleyen insanlara akıcı bir şekilde konuşmak zor bir sanattır.

Dinleyen ya da dinlemek zorunda olan insanların ilgisini canlı tutmak çok daha zor bir sanattır. Bu ilgiyi canlı tutabilmek için çok iyi bir hazırlık gerekir.

İnsanların, konuşan kişiyi, içten gelen bir dikkat ile dinleyebilmeleri için, hitabet sanatında ustalaşmak gerekir. Bu da yetmez. Dinleyicileri çok iyi analiz etmek ve onları saracak bir hitabet tarzı geliştirmek şarttır.

Şurası bir gerçek ki, insanlar size bu ilgiyi mutlaka vermek zorunda değiller.

Aksine, siz, bu ilgiyi çekmek için gereken bütün becerilere sahip olmak durumundasınız.

Bu becerilere kısaca bakalım.

Canlı, etkili ve kararlı bir ses tonu.

Bu ses tonunu adeta bir senfoni gibi kullanacak ustalık.

Bu ustalığı destekleyecek bir beden dili.

Merak ve heyecan uyandıracak mimikler.

Sesinize uygulayacağınız dalgalanmalar.

Doğru yerde verilecek duraklamalar.

Bunların tamamı, iyi bir konuşmacı olmak için size avantaj sağlar. Ama madalyonun bir de öteki yüzü vardır. Siz, sağlıklı ve dinamik bir etkileşim için önemli bir role sahipsiniz. Bir de sizi dinleyenler var. İşte asıl odaklanmak zorunda olduğunuz taraf onlardır.

Onları safınıza çekmenin kolay olmadığını hatırlayalım.

Şu keskin cümle hep aklınızda olsun.

Kimse sizi dinlemek zorunda değil.

Dinlemek zaman alır. Kişinin, kendisine ait zamandan ayırıp sizi dinlemesi için ona çok haklı nedenler sunmalısınız. O zamanı size zorla değil gönülden ayırmalıdır.

Dinlemek, beyinsel enerji harcamaktır. Kişinin, beynini size odaklaması için, ona, cazip, keyifli ve heyecanlı konular sunmalısınız.

Dinlemek gözü yorar. Zira doğru dinlemek için, konuşan insana bakmak gerekir. Kişinin gözünü sizden ayırmadan dinlemesi için, uyumlu bir görüntünüz olması gerekir.

Bunları sağlamanın yolu sıkı bir hazırlıktan geçer.

Doğru soruları sormak ve doğru cevapları bulmak önemlidir.

Bu konu ya da konuşacağım hususlar, dinleyiciyi saracak mı?

Bir heyecan yaratacak mı?

Onlarda, bambaşka bir bakış açısını tetikleyecek mi?

Kafalarında soru işaretleri uyandıracak mı?

Konuştuklarımın etkisi uzun süre devam edecek mi? Yoksa hiçbir iz bırakmadan, kulaklardaki mana bariyerlerinde takılıp kalacak mı?

Düşündürecek mi?

Hatta daha da ötesi var. Şaşırtacak mı?

Kızdıracak mı?

Bu tepkilerin hepsi konuşmanın başarısı için birer ölçüttür.

Düşündürüyorsa, onu sardınız.

Şaşırıyorsa, onu sarstınız.

Kızıyorsa, duygularından yakaladınız.

Günümüzün bir gerçeğini hatırlayalım. İnsanoğlu odaklanmakta zorlanıyor. Özellikle de konuşmalara odaklanmakta fiziksel ve duygusal zorluklar yaşıyor.

O nedenle, konuşma öncesinde, dinleyenlere dair çok somut bilgilere sahip olmalısınız

Konu onlar için ilginç mi?

Beni ne kadar süre heyecanla dinleyebilirler?

Bu da yetmez.

Konuşurken çok iyi bir gözlemci olmak zorundasınız.

Dinleyicilerin bakışlarından en doğru sonuçları çıkarmalısınız.

Sıkıldılar mı?

Heyecanları sürüyor mu?

Sonuç..

Doğru zamanlama..

Doğru konular..

Doğru ses tonu..

Doğru mimikler ile insanları sarabilirsiniz.

Ama unutmayın. Azami odaklanma süresi yirmi dakikadır.

Son bir not: Sakın, ama sakın elinize sayfalar dolusu not alıp oradan okumayın.

İlk dakikada kaybedersiniz.

15 Şubat 2024 Perşembe

Yalnızlık İnsanın Mini Kıyameti midir?

 

Vahşi kapitalizmin insanlığa hediyesi acı verici bir yalnızlık oldu.

Finansal ve sosyal baskı, herkesi akrabalarından, dostlarından kopmaya zorladı. İnsan, kendine bile itiraf etmekte zorlandığı acınası bir yalnızlığa gömüldü.

Sosyal ve duygusal çerçevesi çizilmemiş bir kentleşme, bireyi, doğadan, havadan, sudan, ağaçtan, hayvanlardan kopardı ve kendi içine hapsetti.

Şimdi her insan, gününün her anında, bir yalnızlık hücresine kapatılmış durumda.

Sistem, işi dışında hiçbir şeye zaman ayıramayan robot gibi yaşayan bireyler sayesinde varlığını sürdürür. Zira dinlenme dışındaki bütün zamanını işine ayırmasını ister.

Gelinen noktada durum budur.

İnsan, kendisi ile birlikte yapayalnızdır.

Köylerde, kasabalarda, kentlerde, acılara, felaketlere, yalnızlığa karşı ilahi bir merhem olan akraba dayanışmasının yerinde yeller esiyor.

Bu neslimizin geleceği için büyük bir risktir.

İnsanı binlerce yıllık yaşam modelinden koparan her gelişme, büyük sorunlar doğurur. En başta sağlık problemleri patlar. Yalnızlık beladır.

İşte bazı itiraflar..

Hiç kimsenin beni önemsemediğini hissediyorum

Kimsenin bana ihtiyacı olmadığını düşünüyorum.

Aslında yokmuşum gibi hissediyorum.

Kendi içimde bile yalnızım.

Yalnız hissettiğimde duygularım da zayıflıyor.

Anlamlı bir ilişkim yok sanıyorum.

Güzel haberlerimi paylaşacağım kimse yok sanıyorum.

Çevrem dolu olsa bile yalnız olduğumu hissediyorum.

Yalnızlık size acı verdiğinde ne yapabilirsiniz?

Yalnızlık hissinde yalnız değilsiniz: Panik yapmayın. Dünyanın her tarafında yalnız hisseden gençler ve yaşlılar var. Bu evrensel bir deneyim. İnsan olmanın bir parçası.

Kontrol gücü sizde: Olumlu değişiklikler yapabilmek için gücünüz var. Rahatlamak ilk adımdır. Düşünün. Yeni bir hobi edinin. Harekete geçin.

Yaratıcılığınızı geliştirin: Sanata odaklanabilirsiniz. Yaratıcılık yolu ile bir sosyal onay arayabilirsiniz. Deneyiminizi gözlemleyin. Sahip çıkın. Dünyaya yansıtın.

Size değer verenleri hatırlayın: Her şeye rağmen bir aileniz olduğunu bilin.  Bir yerlerde sizi düşünenleri hatırlayın. Geçmişte kalan sosyal bağlarınızı canlandırın. O bağları canlandırın. Güzel geri dönüşler alırsınız.

Pozitif bir çevre edinin: Yüksek değerleri olan insanlarla ilişkiler kurun. Olumlu etkileşimler için çabalayın. Değerli insanlarla kuracağınız bağlar sizi güçlendirir.

Hobilerinize ve ilgi alanlarınıza odaklanın: Nelerden hoşlanıyorsunuz? Yeni bir müzik ya da film kanalı olabilir. Farklı bir sporu öğrenebilirsiniz. Kendinizi zorlayın.

Duygularınızı ifade etmeyi ertelemeyin: Duygularınız sizindir. Sizinle birliktedir. Onlarla varsınız. Onları kibar bir tarzda yansıtmaktan çekinmeyin. İç Dünyanız ile bağlantı kurun. Günlük tutmayı deneyin. Notlar alın. Kendinizi ifade etmekten geri durmayın.

Eşsiz olduğunuzu anlayın: Kalabalıklar arasında kaybolmaktan vazgeçmek sizi yalnız yapmaz.  Eşsiz olursunuz. Benzersiz olmak anlamlıdır. Sizi böyle sevenlere odaklanın.

Güvendiğiniz çevreye açılın: Açılmak biz zayıflık değildir. Tam tersine, cesarettir. Neler hissettiğinizi güvendiğiniz birisi ile paylaşın. Dürüst ve barışçıl olmak insanlarla bağlar kurmanıza yardımcı olabilir.

Ait olduğunuz topluluğu bulun: Bir hobi, inanç, maneviyat ya da ilgi alanı paydasında ortak olduğunuz toplulukları bulun. Dışarıya bakın. Sizi tanımak isteyen insanlar var. İlk adımı atmaktan çekinen insanlar. Bunu siz yapın.

Yoğun bir dünyada mutlu olabilirsiniz:  Kendinizle iletişim kuramıyor musunuz? Doğaya çıkmayı deneyin. Hatta evdeki çiçeklerle ilgilenmek bile bu etkiyi yapar. Ormana çıkabilirsiniz. Bunlar sizi kendinizle barıştırır.

Herkes azıcık şımarmayı hak eder: Küçük hediyeler büyük mutluluklar verir. Kendinize her dam minik iyilikler yapın. Bir çikolata olur. En çok sevdiğiniz renkte bir çorap olabilir. Merak ettiğiniz bir kente gezi olur. Durup dururken güzel bir müzik ile dans etmek olur. Kendi kendinizin arkadaşı olmak her zaman güzeldir.


29 Ocak 2024 Pazartesi

İzmir: Türkiye'nin Çeyiz Sandığında Saklı Ziyneti

 Bu yazımı da eskilerden seçtim. ( 2009 )

Yıllar önceki bir gezi sonrası yazdığım bu Ege derlemesi..


İzmir bir başka güzeldir. Farklıdır. Tarih ve coğrafya evlenmiş ve aşklarının en güzel meyvesini, İzmir’i bu güzelim ülkeye hediye etmiş..

Bu, bin bir cilveli hatunu geçin, Ankara’ya doğru yola çıkın. Bir saat kadar yolculuk yaptıktan sonra bir açık hava müzesine varırsınız.  Daha doğrusu, İzmir dahil her nokta bu açık hava müzesinin bir odası gibidir.

O yol boyu hem doğanın sanatkar ellerinden çıkan baş yapıtları, hem de tarihin taşa, mermere bürünmüş hatıra defterini görürsünüz.

Zamanın sahnesinde dans etmek gibidir bu yolda yolculuk.

Bu günden koparsınız. Ruhunuz başlangıcı ve bitişi olmayan bir varoluş macerasına teslim olur. Siz sizden geçersiniz.

Yaşam dediğimiz şeyin, var oluşun başından, sonsuz geleceğe, bir emaneti ete kemiğe büründürmek olduğunu duyumsarsınız.

Geçmiş ile birlikte, geleceği de içinde barındıran, başlangıçsız ve sonsuz bir varlık olduğunuza inanmak istersiniz.

Anadolu Piramitlerini gezen, gören var mı?

Salihli'ye gelmeden hemen önce gözünüzü sola çevirin. Tümülüsleri, ya da daha hakkaniyetli bir isimlendirme ile Anadolu Piramitlerini göreceksiniz.

Değişik yüksekliklerde, 119 tane Kral ve asil mezarıdır bunlar. Yöre halkı bölgeye Bintepeler adını vermiştir.

Ölenin ardından söylediğimiz, " toprağı bol olsun" ifadesinin, bir insan ağzından ilk kez burada seslendirilmiş olması mümkün.

Anlatacağım.

Piramitlerin hizasını biraz geçtiğinizde, sağda, sizi Lidya Krallığının başkenti Sardes karşılar. Daha doğrusu, talanlardan, barbarlıklardan geriye kalan miras...

Sardesliler bu mezarları düzenli aralıklarla ziyaret ederdi. Özellikle Şahin Krallar Giges, Ardys, Sadyattes, Alyattes'in mezarları yoğun bir ilgi odağı idi.

Şahin Krallar'ın sonuncusu Krezüs'ün mezarının yeri meçhuldür. Karun kadar zengin benzetmesinin öznesidir. Pers Kralı Kiros'a yenilmiş, esir düşmüştür. Krezüs, başka ve uzun bir yazının konusudur.

Şu ‘Toprağı Bol Olsun’ lafı nereden geliyor?

Lidyalılar ölülerine çok bağlı ve çok vefalı bir kavimdi. O devirde vahşi hayvanların, ölülerini mezardan çıkarıp parçalamasına üzülen Lidyalılar çözüm aradılar. Nihayet, mezarın üzerine ne kadar çok toprak dökülürse vahşi hayvanlara karşı o kadar korunacağını düşündüler. Elbette haklı çıktılar. O uygulamadan sonra Lidyalıların ölüleri ‘huzura’ kavuştu.

Uzun yıllar boyunca süren bu uygulama zamanla bir ritüele dönüştü. Lidyalılar her yıl belli dönemlerde binlerce araba ile gelip sevdiklerinin mezarlarına toprak döktüler.

Herodot'a göre en çok sevilen ve saygı duyulan Kral Alyattes idi. Onun mezarı diğerlerine göre adeta bir gökdelen gibi durur. Yüksekliği 68 metredir.

İnsan Alyattes'in anıt mezarı yanında gecekondu gibi kalan alçak mezarları görünce, o mezarların sahiplerinin pek sevilmediğini düşünmeden edemiyor.

Alyattes, Sardes'te özgür, eşit bir sosyal hayata yol vermiş, en çok da Kentteki cinsel emekçilerin onurlarına, güvenliklerine dikkat etmiştir. Söylencelere göre, mezarın yapımında en çok maddi katkı da onlardan gelmiştir.

Bu nedenle ‘Toprağı bol olsun’ dileğinin Lidyalılardan miras olması güçlü bir olasılıktır.

Tuttuğun altın olsun Kral Midas

Araya bir efsane daha sıkıştıralım. Midas. Bir Anadolu değeri... Atamız. Hemşerimiz. Kimse masal okumasın. Birkaç bin yıla kadar soyağacımızı inceleme şansımız olsa, belki bir kaçımızın büyük büyük dedesi olarak karşımıza çıkabilecek öz be öz Anadolu'lu Kral.

Dionysos'tan, her tuttuğunun altın olması dileğinde bulunur. İlk başlarda çok mutludur. Ama, yemek için eline aldığı ekmek de, akşam saçlarını okşamak için dokunduğu kızı da altına dönüşür. Açlıktan ölecektir. Pişman olur.

Tanrı'dan dileğini geri almasını ister. O da, Midas'a Tmolos'tan ( Bozdağlar ) çıkan Paktalos'ta ( Sard Çayı ) yıkanmasını söyler. Tanrı'nın dediğini yapar. Midas dileğinden kurtulur, Paktalos'un kumları altına dönüşür.

Lidyalılar, Paktalos'tan altını toplar, o döneme göre muhteşem bir mekanizma ile inşa ettikleri tezgahlarda işler ve zenginleşirler. Yapılan araştırmalarda Bozdağlar'da altın işleme tesislerinin kalıntılarına halen rastlanır.

Parayı Lidyalılar buldu- Peki nasıl ve neden?

Zenginleşen Lidyalılar yaşamın zevklerini tatmaya yönelir. Ordularını Makedonyalılar, Atinalılar, Giritlilerden ücretli askerler ile kurarlar. Ödemeler altın ve değişik madenlerden ziynet eşyaları, tahıl gibi emtia ile yapılmaktadır.

Bir zaman sonra askerler arasında kavgalar çıkar. Yapılan ödemelerde hakkaniyet olmadığı, verilen emtia arasında değer ve geçerlilik açısından farklar olduğu söylenmekte, sık sık isyan çıkmaktadır. (kur farkı mı desek?)

Çözümü MÖ 630'da, şahin Kral Giges bulur.

Her askere eşit ödeme yapılması ihtiyacından yola çıkarak tek tip bir sikke bastırır. 73% gümüş, 27% altından meydana gelen bu sikkeye elektrum adı verilir. İlk para budur ve zamanla uluslar arası değişim aracı olarak tarihte yerini alır.

Paranın patronları IMF ve Dünya Bankası, Ekim ayı başında, İstanbul'da buluştu. Bütün konuklar olmasa bile, en azından IMF ve Dünya Bankası'nın üst yönetimlerinin, paranın anayurdu Sardes'i ziyaret etmeleri bu bölgeyi Dünyanın gündemine getirir, müthiş bir tanıtım fırsatı yakalanmış olurdu. Olmadı.

Özetle, tarihte ilk para elektrumdur. MÖ 630'da basılmıştır. Bunu başaran da şahin Kral Giges'tir.

Finansçılar bir ahde vefa olarak kendisini ziyaret etmek isterler ise, İzmir-Uşak karayolunda, Salihli'ye gelmeden birkaç kilometre önce, Gölmarmara sapağından anıt mezarına ulaşabilirler.

İsveç’li Sufi Şair Gunnar Ekolof- ‘Küllerimi Sard Çayı’na atın’

Paktalos, yani Sard Çayı'ndan, Sard deyince, uzaklardan bir Sardes tutkununa birkaç satır ayırmamak insanlığın ortak kültürüne saygısızlık olur.

Gunnar Ekoloff İsveç'in önemli bir sürrealist şairidir. (1907-1968). Sonraları romantizme kaymıştır. Çalışmaları bir bütün olarak analiz edildiğinde Sufi olduğu da kabul edilir.

Uzun bir Doğu yolculuğundan sonra Sard'a gelir. Ulaştığım bilgiler beni yanıltmıyorsa, Kral Emgion Divanı şiirlerine burada başladı, İstanbul'da tamamladı. .

Her kent ve kasabada birkaç gün geçiren Ekoloff, Sard'a vurulur, bir yıl kalır. Ülkesine döndüğünde ilk işi vasiyetini yazmaktır. Öldüğünde yakılmasını ve küllerinin Sard Çayı'na savrulmasını ister.

Eşi bu dileği yerine getirir. Ekoloff'un külleri Midas'ın bedeninden Paktalos'a akmış altınlar ile buluşur. Yorumlara göre Ekoloff, Lidya Krallığında önemli bir figür olan Ana Tanrıça Kybele kültürünü keşfetmiş, tatmış ve Kral Emgion Divanı'ndaki şiirlerinde sık sık Kybele anatomisini atıfta bulunmuştur.

Kurşunlu Kaplıcaları girişinde sizi karşılayan Lidya Sardes Termal Otel ve Spa, bu jesti ölümsüzleştirir, tarihe not düşer. Otelin en güzel manzaralı teras restoranının adı Gunnar Ekoloff olarak belirlenir.

Tarihte ve coğrafyada yolculuk yorabilir. Tarihin en bakımlı ve sağlıklı kavimlerinden Lidyalılar bunun çaresini binlerce yıl önceden bulmuş. Kurşunlu Kaplıcaları. Yani, çağdaş ifade ile termal sular.

Lidyalılar termali çok iyi değerlendirdi

Aklın yolu bir, bu sulardan aldıkları sağlık ve zindelik ile muhteşem bir uygarlık yaratmış olan Lidyalılar yanılmış olamaz.

Sıcak bir Temmuz öğle vaktinde, ovada, termometre 34 dereceyi bir cehennem habercisi gibi gözünüze sokarken, Bozdağlar'ın zirvesinde, 22-23 derecelik bir soğukta donabileceğinizi baştan haber vermeliyim.

Zirvede yöre halkının belli belirsiz bir inanç ile yaklaştığı kırk oluk çeşmesine bir varalım, Bozdağlar ve saklı hazinelerini bir başka seyahat yazısına bırakalım.

Yan yana kırk tane çeşme var.

Gürül gürül ve buz olmaya az kalmış soğuklukta bir su akıyor.

Rehberimiz Sevgili Mustafa Uçar, özelikle misafirimiz Catherine'e bakarak "bu kırk çeşmenin hepsinden birer yudum su içer ve bir dilekte bulunursanız, yerine gelir" diye bir kılçık atıyor.

Catherine deniyor, ama mümkün değil. Dudaklarınız akan suya değer değmez uyuşuyor. Bu deneyimi yaşamak istiyor.

Çözüm yine Mustafa Uçar'dan. Bir pet şişeye bütün çeşmelerden azar azar doldurup sonra içmek yeterli. Ama, muhteşem doğa, binlerce yıllık geçmişimiz ve pet şişe, tezat dedikleri bu değilse, ne?

İlk 7 Hristiyan Kilisesi- Neden kullanamıyoruz?

Sardes, Hristiyanlığın ilk yedi kilisesinin inşa edildiği kutsal kentlerden bir tanesi. İşin ilginç tarafı, Kilise ile Sinagog bir arada. Diğer 6 kent, Smyrna, Pergamum, Laodikea,

Philadelphia, Thyatr, Ephesus. Hangi kentlerimizdir, onu da bir zahmet okur araştırsın, öğrensin.

Philadelphia'nın antik Yunanca'da Kardeşçe Sevgi anlamına geldiğini, buradan, önce İspanya'ya, oradan da Amerika'ya göç eden Musevilerin bugünkü New Philadelphia'nın kurucusu olduğunu bir ara not olarak ekleyelim.

Sardes'te kilisenin kalıntıları var. Azametli Artemis tapınağının bir köşesinde... Sinagog ise 2-3 kilometre daha önce, ünlü Gymnasium'un bir parçası gibi.

Sefarad Yahudilerinin kökü Ege mi?

Zaman zaman Musevi yurttaşlarımız dua ve ayin için ziyaret ediyor. Yaklaşık olarak 1800 yıllık bir mazisi olduğu tahmin ediliyor.

Milat öncesi yıllar ve Museviler. Ülkemize ilk Musevilerin, Osmanlı İmparatorluğu zamanında, İspanya'daki kıyım ve zulümden kaçarak gelenler olduğu savı ile çelişiyor elbette. Ama, doğru bilgi, milat öncesinde, Ege'de Musevilerin yaşadığıdır.

Asya seferi dönüşünde, Büyük İskender Babil'de çok zor koşullarda yaşayan 10.000 Musevi'yi Sardes'e getirir, yerleştirir. On yıl süre ile vergiden muaf kılar.

Bu göç MÖ 320'lere tarihlendirilir. Sardes'te büyüyen, gelişen ve Kentin imarına, el sanatlarının gelişmesine katkıda bulunan Museviler zamanla Philadelphia, Thyatr gibi Kentlere de yayılır.

Museviler iki gruptur. Eskinaziler ve Sefaradlar. Sefaradların kökeni Sardes'tir. Onlar öz be öz hemşerimizdirler. Zira, antik Lidya'da Sardes'in asıl adı Sfarda'dır.

Burada yaşayan ve göç eden Museviler de Sfardalılar (Sefaradlar) olarak tanımlanır.

Anadolu'daki öncüllerimiz Lidyalıların kalbine kadar gelip, Sardes'teki görkemli Gymnasium'dan, süren kazılarda fışkıran akıl almaz zenginliklerden, Gymnasium'u gezerken derin çukurlarda üst üste yığılmış, sırası ile Lidya, Roma, Bizans uygarlık kalıntılarına bir göz atmadan, söz söylemeden olmaz.

Caz dediğiniz binlerce yıl öncenin Lydian Mode’u olmasın?

Kadın ve erkekte, ilk süslenmenin, Lidya'da ustaca bir sanata dönüştüğü bilinir. Yüzden fazla endemik bitki tarımı geliştirmiş olduklarını, civayı değerlendirerek ve başka madenler ile işleyerek ilk far, ruj ve allığı bulduklarını, burada tarihe bir not olarak düşmek, yazarın ahde vefası gereğidir.

Kazılarda çıkan enstrümanları ve taşlara basılı notaları inceleyen Klasik Müzik uzmanları yaptıkları benzetimler ve denemeler sonrasında, çok küçük bir yanılma payı ile müziğin zirvesi Lydian Mode'a ulaştılar.

Atalarının müziğini merak edenler, internette 'Lydian Mode' u araştırabilirler. Hatta Lidya müziği dinleyebilirler.

Batı Yakası Hikayesi' nin sonundaki, Leonard Bernstein ve Stephen Sondheim tarafından bestelenmiş olan Maria şarkısı bu müziğe bir örnektir.

Artemis Tapınağı- Sanatın mermer ile sınavı

Artemis Tapınağı'na değinmeden yazıyı bitirmek olmaz. Bu, Tapınağın sütunlarını oyan, taşıyan, ayağa kaldıran emekçilere bir borçtur.

Yaklaşık bir metre boyunda ve beş kişinin zor kucaklayabileceği devasa blokların ortalarının nasıl düzgünce delindiğini, kumun kaydırma özelliği ile nasıl bir doğal vinç gibi

değerlendirildiğini ve yukarı taşındığını, blokların kaymaması için yerine yerleştirildiği anda deliklere erimiş kurşun döküldüğünü buraya kaydetmem gerekir. Bu akla ve tekniğe saygı ve ahde vefa adına elbette.

Bu tarih ister görmezden gelin, ister reddedin, orada, dimdik, gururla dikiliyor. Bin yılları, zamanın öğütücü değirmenleri gibi değil, tanığı olarak arkasına almış, estetiğin zirvesi olarak, gözlerimize hayranlık, yüreğimize gurur salıyor.

O coğrafya ve o tarih direniyor. Onur, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar içselleşmiş, ete kemiğe bürünmüş, mermerleşmiş, Anadolulu Atalarımızın binlerce yıllık nöbetine tanıklık ediyor.

Strabon Kula’ya neden ‘Katakekaumene’ dedi?

* Katakekaumene - Amasra'lı tarihçi Strabon'un Kula'ya verdiği isim. Yanık Ülke anlamına gelir. Kula, Dünya tarihinin en genç jeolojik hareketliliklerine ev sahipliği yapmış bir coğrafya hazinesidir.

1 milyon, 500 bin ve son olarak 11.500 yıl önce yaşanan volkanik patlamalar sonrasında, bugün Kula çevresi taşlaşmış lavlar ile gerçekten de bir Yanık Ülke manzarası çizer. Etraf simsiyahtır. ( Utanç verici bir not; yazar, Kula girişinde rastladığı manzara karşısında öfkelenmiş, bu siyah malzemenin çevredeki fabrikalar tarafından doğaya boşaltılmış kömür artıkları olduğunu sanmıştı. Cehalet işte.)

Bu taşlaşmış lavların altından çıkan 26.000 yıllık insan ayak izlerine ve Kula'ya başka bir yazıda uzun uzun değineceğiz.

Özel teşekkür;

Bu bilgilerin büyük bir bölümünü çeşitli ziyaretler vesilesi ile benimle paylaşan sevgili dostum Tarihçi Yazar Mustafa Uçar'a şükranlarımla.

Özel not;

Başarılı Fransız Spa Uzmanı Catherine Cochaud, bu coğrafyayı gördükten sonra şoka girdi. Bu zenginliklerin insanlığın ortak mirası olduğunu vurguladı. Özellikle Piramitlerin kendi kaderlerine terk edilmiş olmasını hayretle karşıladı.

Yörenin termal zenginliğinin değerlendirilememesini de...

22 Aralık 2023 Cuma

Yapay Zeka’dan kimler korkmalı?

Bu soru, uzak olmayan bir gelecekte iş dünyasını tarumar edecek olan bir yaratıcı tahrip uyarısıdır. Yaklaşmakta olan bir kasırganın ön habercisidir.

Bu yaratıcı tahrip, bütün görev tanımlarını, iş süreçlerini paramparça edecek.

Soruyu iş hayatına göre uyarlayıp tekrar soralım.

Yapay zeka kimleri işinden edecek?

Çalışanlar mı?

Yöneticiler mi?

Aslında sorunun cevabı uygulamanın içinde.

Zeka.

Yani bu teknoloji, zeka ve birikim gerektiren alanları fethedecek.

Kelimeyi bilerek kullandım. Fethedecek.

Yani, bu alanları insandan temizleyecek ve onların yerini alacak.

Yöneticiler..

Mimarlar..

Mühendisler..

Finansçılar..

İnsan Kaynakları..

Sizlere kötü haberler var.

Teknoloji, geçmişten bu güne gelen bütün modelleri tarumar ediyor.

Bu güne kadar hep robotların işgücünün yerini alacağı masalına inandınız.

Yok. Öyle olmayacak.

Yapay zeka kol gücünün değil, beyin gücünün yerini alacak.

Arazinin bütün özelliklerinin, deprem geçmişinin, iklim şartlarının, inşaatçının bütün taleplerinin data olarak yüklendiği Yapay Zekanın, en ideal bina projesini birkaç dakikada ekrana yansıtacağı günler uzak değil.

O projeyi sıfır hata ile yönetecek ve en ideal sürede tamamlayacak olan Mühendis Yapay Zeka sahaya inmeye hazırlanıyor.

Bütün departmanlara görev tanımlarını ve hedefleri dağıtacak ve süreçleri anlık olarak izleyip, dijital uyarıları iletecek olan Otel Müdürü Yapay Zeka da yolda.

Binanın ve bütün ekipmanın her türlü bilgisinin yüklendiği, saniyede milyonlarca işlem kapasiteli, süreçleri hatasız takip eden bir Teknik Müdür Yapay Zeka ile geleneksel modelde yetişmiş bir Teknik Müdür baş edebilir mi?

Özetleyelim.

Yapay Zekaya karşı en güçlü konumda olanlar Mavi Yakalılar.

Onlar ayakta kalacaklar.

Örnek mi?

İnşaat sektöründe kalifiye bir mavi yakalı, mühendisten iki kat fazla kazanıyor.

Güzel bir Cumartesi sabahında, bu yazının işi ne?

Moral bozucu mu? Olabilir.

Treni kaçıranlar için yapacak bir şey yok. Onlar geleceği kaçırdılar.

Bu bilgiler gençler için.

Geleceklerini arayanlara bir nebze olsun ilham verebilmek için.


26 Ekim 2023 Perşembe

Gelecekte Bireysel Saygınlık Karneniz Olacak

 Otuz yıl sonra her insanın bir Saygınlık Karnesi olacak.



Bu dijital karne, bireyleri belirli performans kriterlerine göre değerlendirecek. Performans kriterleri birkaç fonksiyona dayalı olacak.

Birincisi kentleri ağ gibi saran gözlem kameraları. Sadece gözlem ve kayıt ile sınırlı olmayan bu kameralar, veri işleyecekler, her bireyin hesabına kayıt yapacaklar.

İkincisi, bireylerin kendi eylemlerini kayda aldıkları bir sistem olacak.

Örneğin, çevre, çocuklar, engelliler, hayvanlar, kadınlar için hayata geçirdikleri her iyilik için bir kayıt düşecekler. Bu kayıtlar bireysel karne puanlarına doğrudan etki ededek.

Üçüncüsü, tarafsız gözlemcilerin anlık ya da periyodik gözlem raporları olacak.

Tarafsızlıkları belgelerle garantiye alına gözlemciler, hayatın her alanında, davranış, eylem, suç, güzellik gibi işlevleri gözlemleyip kaydedecekler.

Kayıt için bireyin performans hesabına ulaşabilecekler.

Trafik cezaları.

Hastalanmalar. ( Bu hususa özel bir parantez açacağız.

Hastalanmak insanın bireysel yaşam tercihlerinden kaynaklanır. İnsan hastalanmayı bilerek ya da bilmeyerek kendisi seçer. Dengesiz beslenme, kendi bedenine saygısızlık, yaşam tarzı hep birlikte hastalıkları tetikleyen etmenlerdir. Hasta olmak kendisine ve insanlığa karşı kasıtlı bir eylemdir.)

Çevreye yönelik suçlar.

Hayvan haklarına aykırı davranışlar.

Engellilere yardımdan kaçınmak.

Sahtekarlık.

Şiddet.

Bunların tamamı ve benzerleri, gözlemciler ya da kameralar tarafından, bireyin performans hesabına olumsuz olarak kaydedilecek.

Tam tersine, her iyilik, her jest, her olumlu davranış da puan kazandıracak.

Mesela hiçbir trafik cezası almadan tamamlanan bir yılın sonunda, bireyler olumlu puan kazanacaklar. Bu da karnelerine yansıyacak.

Her dönem sonunda açılan karnelerde başarılı olan bireyler, hem maddi hem de sosyal olarak ödüllendirilecekler.

Yaşamlarını kolaylaştıran destekler alacaklar.

Sosyal hiyerarşide üst noktalara terfi hakkı elde edecekler.

Gelelim en can alıcı noktaya.

Bütün bu süreçleri kim ya da ne yönetecek?

Tahmin etmek zor olmasa gerek.

Yapay zeka.

Kaçış yok.

Geleceğin hiyerarşisinde, kapitalist sözlükte yer alan sınıflar olmayacak.

Politik hiyerarşi kaybolacak.

Ömür boyu yöneticilik, siyasi kimlik sona erecek.

Zenginlik ya da yoksulluk geleneksel tanımlamalardan farklılaşacak. Sistem zengin ve yoksul kategorilerini çok farklı temellere göre yeniden belirleyecek.

Mesela, bir kitlesel sağlık hizmeti örneğini buraya kaydedelim.

Bu gün itibarıyla yok. Ama olacak.

İnsanlık tarihinin bütün genetik bilgilerinin, hastalıkların, tedavilerin yüklendiği yapay zeka ile yönetilen kiosklar, hekimlerin ve hastanelerin yükünü hafifletecekler.

Bireyin bütün genetik mazisinin yüklü olduğu bu yapay zeka kioskları, alacakları bir damla kanı analiz ederek, birkaç saniyede hastalıkları teşhis edecekler ve tedavi sunacaklar.

Gelecekte başlarına gelebilecek hastalıkları da önden bildirecekler. Bunların arasında olası kalp krizleri, kanser başlangıçları vb olacak.

Bireysel Saygınlık Karnesi, insanın her anını etkileyecek.

Mesela dijital prestij.

Mesela dijital seçme ve seçilme.

Mesela ilişkiler.

Gelecek geldi.

18 Ekim 2023 Çarşamba

Lüks Marka Pazarlanmaz- Arzu edilir

Aslında, Lüks Pazarlama diye bir kavram olamaz. Zira lüks, pazarlanmaz. Tutkunları tarafından beklenir. Satın alınır. Bir sonraki lüks ürün veya deneyim için hazırlık yapılır.

Eğer yine de bir lüks pazarlamadan bahsedilecekse, geleneksel pazarlamanın bütün kurallarını yıkan eşsiz bir çalışma gerekecektir. Bu anlamda, Lüks Pazarlamaya dair 16 anti-yasa sıralayacağız ve farklı bir bakış açısını sunacağız.

Lüks marka ayrıcalıklıdır. Özgündür. Arzulanır.

Lüks markaya, geleneksel pazarlama yöntemleri ile bakarsanız, geçmiş olsun.

Kaybettiniz.

Lüks markanın alıcısı ne geleneksel pazarlama diye bir uygulamadan haberdardır, ne de bu yöntemlerden etkilenir. O bambaşka bir algıya ve bakış açısına sahiptir.

Aşağıda 10 marka var. Bunların geleneksel mecralarda ve klasik yöntemlerle pazarlama çalışmalarına rastladınız mı hiç?

Ne mümkün?

Böyle bir çalışma olduğu anda tutkunları ile arasındaki aşk biter.

Dior   

Gucci 

Chanel

Louis Vuitton 

Hermès        

Rolex

Prada

Tiffany

Versace       

Burberry      

Ya da, otelcilik sektöründen örnek verelim. Çok bilinen kamusal alanlarda bu markaların reklamını gördünüz mü? Göremezsiniz. Klasik reklamlar lüks markalar için bir ölüm ilanıdır.

Belmond

Bulgari

EDITION

Fairmont

Four Seasons

Jumeirah

Mandarin Oriental

Ritz-Carlton

Rosewood

Shangri-La

Six Senses

W Hotels

Waldorf Astoria

Bir geleneksel pazarlama klasiği- Konumlandırma

Bu kural lüks pazarlama için asla geçerli değildir. Lüks ile kıyaslama kavramı yan yana gelemez. Lüks marka kendisini rakipler ile kıyaslamak yerine, eşsiz kimliğine odaklanmalıdır. Farklı olmak ve akılda yer etmek, bir Pazar konumunu izlemekten daha etkilidir. Lüks marka, rakipsiz olduğu iddiası ile yola çıkar.

İşte size Lüks Pazarlamanın 16 Anti- Yasası

Ürününüze ruh katın: İnanması zor, ama lüks ürünlerdeki kimi minik kusurlar, onun seri üretim sonucu olmadığını kanıtlar. Kendine has bazı özellikler lüks ürüne karakter ve çekicilik katar. Lüks tutkunu ile ürün arasında sıcak bir bağ oluşturur.

Müşterinize Rehberlik Yapın: Lüks marka, müşteri zihnini ve kalbini tamamen doldurmalıdır. Rehberlik etmelidir. Güvenilir bir otorite olarak benimsenmelidir.

Satın almayı zorlaştırın: Ayrıcalıklı ve ender bulunur bir hava yaratın. Markanızın cazibesinin arttığına tanık olacaksınız. Kolayca erişilir olmak puan kaybettirir. O markayı satın alan tüketiciye, bu zor işi başarma tutkusunu yaşatın.

Lüks müşteriniz ile lüks olmayanı ayırın: Lüks müşterisi hemen yanında lüks olmayanı görürse, hayal kırıklığı yaşar. Ayrıcalığını kaybettiğini düşünür. Onlara özel muamele ve lüks olmayandan koruma duygusal bağı korur.

Lüks marka reklam yapmaz: Lüks marka, saldırgan bir ürün satma yöntemini asla kullanmaz. Bunun yerine, reklam olmayan reklamlarla bir marka hikayesi oluşturur ve izleyenlerle duygusal bir bağ kurmaya odaklanır.

Tahmin edilen fiyat gerçek fiyattan yüksek olmalıdır: Lüks tutkunu, markanızın fiyatının her zaman çok yüksek olduğunu tahmin etmelidir. Daha yüksek bir değer algısı, lüks tutkununu harcama noktasında daha cömert olmaya yöneltir.

Lüks, fiyatın belirleyicisidir: Lüks markalar fiyatlarını sektör trendlerine ya da rakip fiyatlarına göre belirlemez. Kendi benzersiz tekliflerine ve marka değerlerine göre bir fiyatlandırma politikası izler. Kademeli olarak yükseltilen fiyatlar ulaşılmazlık havasını korur. Arzu edilme algısını yükseltir.

Reklam yıldızlarını uzak tutun: Lüks marka, toplumda kabul gören ve sevilen yıldızların onayına gereksinim duymaz. Kendi eşsiz değer önerilerine güvenir.

Lüks marka sanatı önemser: Sanatsal değerleri ve sanatçıları pazarlama kampanyalarına dahil etmek, lüks tutkunu nezdinde bir incelik algısı oluşturur. Lüks tutkunu bu kampanyalarla bir sofistike olma duygusuna kapılır.

Müşterinin her isteğine boyun eğmeyin: Lüks marka tüketici talepleri tarafından yönlendirilmez. Benzeri olmayan bir marka kimliğini korumak esastır. Her müşterinin her beklentisini karşılamak kimi zaman değerlerden uzaklaşmak anlamına gelir.

Lüks marka talep artışına yanıt vermez: Lüks marka, artan talebi karşılamak için aşırı genişlemekten uzak durur. Müşteri tabanını bilinçli olarak sınırlandırır. Bu sınırlama ile ayrıcalıklarını korumaya odaklanabilir.

Lüks marka satış yapmaz: Arzu edilen bir aura yaratır. Ürünlerine sadakat sağlar.

Lüks marka Pazar araştırması yapmaz: Yaratıcılık ve yeniliğe öncelik verir.

Maliyet düşürme arayışına girmeyin: İşin kolayına kaçmak lüks ürün veya hizmetlerin kalitesini ve ayrıcalığını tehlikeye atabilir. Bunun yerine, lüks markalar yüksek standartları korumaya ve olağanüstü deneyimler sunmaya odaklanmalıdır.

İnternette- açıkça-  satış yapmayın: Dijital bir varlığa sahip olmak çok önemli olsa da, lüks markalar çevrimiçi imajlarını dikkatli bir şekilde düzenlemeli ve ürünlerini veya hizmetlerini internette açıkça satmayarak ayrıcalıklı bir hava yaratmalıdır.

Meraklı olmayanları dışarıda tutun: Lüks markalar, benzersiz tekliflerini ve değerlerini takdir eden seçkin bir kitleyi hedeflemeli ve onlarla etkileşim kurmalıdır.