29 Kasım 2014 Cumartesi

Kelebek Etkisi nasıl mucizeler yaratır?

 

Kelebek Etkisini duymayan yoktur.

Ama derin anlamını bilenleriniz var mı? Nedir? Nasıl olur? Hiç düşündünüz mü?

Bir kelebek nereye ve nasıl bir etki yapabilir?

Bu etkiyi tarif etmek için şöyle bir cümle kullanılır;

“ Amerika kıyılarında bir kelebek kanat çırpsa, Çin’de kasırgalara neden olur”

Yani tersi de söylenmekte..

Çin’de bir kelebek bir çiçeğe konarken kanat çırptığında, Amerika sahillerinde fırtına çıkar.

Bu kelebek etkisidir.

Hayata olan etkisini konuşursak..

Hayatımızdaki minicik bir değişim kimi zaman çığ gibi büyür ve olayların akışını hiç tahmin edilmeyen boyutlara taşır.

Hatta ağzımızdan çıkan bir tek söz bile böyle bir sonuç yaratabilir.

Çevremizdeki ya da hiç tanımadığımız insanlar hakkında güzel bir dilek tutmak bir ateşi yakar. Bizdeki ve onlardaki potansiyeli harekete geçirir.

İki taraf da bir anda güçlenir.

Ortaya çıkan olumlu enerji iki tarafı da sarar, sarmalar.

Güzelliklere vesile olur.

Ben size bir kelebek etkisi hikayesi anlatayım

***

Sabah sporu için deniz kenarında yürüyen adam falezlerin kenarında dikilen dalgın bir adama baktı. Bir daha baktı. Dikkatini çeken bir şey vardı.

Olanca samimiyeti ile ona ‘günaydın kardeşim’ dedi. Selam verilen dalgın adamın yüzünde bir gülümseme oluştu. Adamın arkasından bir süre baktı…

Yüzü aydınlandı…

Hayat, spor yapan adam ile falezlerden denize doğru dalgın ve üzgün bakmakta olan adamı özellikle buluşturmuştu.

Hemen o anda… O biricik anda, spor yapan ve etrafa sevgi dalgaları yayarak koşmakta olan adam orada olmalıydı. Evrenin senaryosunu kurgulayan böyle istemişti.

***

Adam yürüyenin ardından bir süre baktı. Dalgın havası dağıldı. Yüzü aydınlandı.

Hayat aslında çok güzel yahu, dedi. İntihardan bir anda vazgeçti.

Evine koştu.

Kapı açılmadı. İçeriden ses gelmeyince hemen anahtarı ile açtı.

Eşi yatağın üstüne bıraktığı acı intihar mektubunu okumuş ve o da bir anda intihar etmek istemişti. Yerde baygın yatıyor ve konuşamıyordu. Adamın gözüne boş ilaç kutuları çarptı.

Son kontürü ile 112 Acili aradı. Az sonra bir ambulans geldi. Kadına hemen müdahale ettiler. Gereken önlemler alındı.

Hastaneye yetiştiler.

***

Acil Doktoru sakin bir güç gibi hemen olaya vakıf oldu.

Gerekeni yaptı.

Hemen mide yıkandı. Gerekenler yapıldı. Kadın dinlenmeye alındı.

Ayaküstü birkaç soru soran doktor ailenin dramından etkilenmişti. Karı koca iki gündür yemek yememişti. Feci bir sefalet yaşanıyordu. Her ikisi de işsizdi.

Doktor yaşlı ve hasta annesi için bir bakıcı arıyordu. Aileye önerdi. Hemen kabul ettiler.

***

Birkaç gün sonra ayağa kalkan kadın hastaneden taburcu oldu.

Doktorun annesinin evinde hemen işe başladı. Kısa sürede kendisini çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile sevdirdi.

Bir sohbet sırasında kadının kocasının da işsiz olduğunu öğrendi yaşlı kadın.

Biraz düşündü.

Aklına fabrika sahibi yakın dostu geldi. Bir telefon ile iş halledildi.

Adama da iyi bir iş bulundu ve hemen iş başı yaptı. Kısa sürede çift maaş sayesinde toparladılar. Borçlar ödendi. Hayatları düzene girdi.

Kadının ve eşinin muhteşem enerjisini, dualarını, iyi dileklerini şifa gibi özümseyen yaşlı kadın kendisini toparlamaya başladı.

Genç kadın yaşlı anneye kendi annesine bakar gibi baktı.

Özenle..

Şefkatle..

Sanki kızı gibi oldu.

Sevgi ve ihtimam, doktorun annesini günden güne daha da canlandırdı.

Birilerinin mutlu olmasına vesile olmanın hazzı kendisini kısa sürede ayağa kaldırdı. Evden dışarıya çıkmaya başladı.

Annesindeki muhteşem iyileşmeyi mucize gibi karşılayan Doktor mutluluktan deliye döndü.

O da kendisini toparladı.

Annesinin hastalığından ötürü o da rahatsız hissediyordu kendisini. Bu nedenle ağır ve önemli ameliyatlara giremez olmuştu.

Kendisini moral ve dikkat açısından zirvede hisseden Doktor ameliyatlara başladı. Kısa sürede eski formunu yakaladı. Onlarca hastasına sağlık kazandırdı.

***

Zengin bir hastası,  duyduğu minnet duygusuna karşılık hastanenin küçük ve eskimiş diyaliz bölümüne birkaç milyon TL yardım yaptı.

Diyaliz bölümü muhteşem bir işlevselliğe kavuştu.

Her hafta onlarca böbrek haftası şifa bulmaya başladı…

Burada şifa bulan genç hastalardan birisine doktoru sabahları özellikle deniz kenarında hafif yürüyüşler yapmasını önerdi.

Genç adam bu öneriyi ikiletmedi bile…

Hemen ertesi sabah başladı.

Acılarının hafiflemesi ve süren başarılı tedavisi onu çok sevecen kılmış, çevresine daha bir duyarlı olmasına yardımcı olmuştu.

Hayata bağlanmaya ve insanları sevmeye başladı.

Gelelim finale..

Bütün bunlar kurgu mudur? Bunların hepsi oldu mu?

Kim bilebilir ki?

Hayatı kim an anlamı ile çözebilir ki?

Siz en iyisi böyle bir şeyin olup olmayacağını kalbinize sorun.

Ama Kelebek Etkisi işte tam da böyle bir şey

Her şey bir dengeye bağlıdır.

26 Kasım 2014 Çarşamba

Kriz dönemleri için bir PR projesi

Bu yazıyı 2009 yılının zor zamanlarında yazmışım. İşin doğrusu bir çok tahminim de tutmuş, öngörülerim beni yanıltmamış…
Ne dersiniz?

Bir yazar: Dan Brown
Bir yönetmen: Spielberg
Bir besteci: Vangelis

1990'ların sonunda Mısır'ın yaptığını, daha zengin bir malzeme ve daha güçlü bir sunum ile yapmanın tam zamanıdır. Tarih adına, piramitler ve firavunlardan başka bir zenginliği olmayan Mısır, 1990'larda üç tane romanla Dünya'nın seyahat trafiğine ambargo koymuştu.

Christian Jaqo üç roman ile insanlığın merak eyleminin odak noktasına bu gizemli Ülkeyi ustaca yerleştirmişti.

Abartmamak kaydı ile edebiyat, Ülkelerin tanıtımında çok önemli bir silahtır. Zamanlaması ustalık gerektirir. Kitlelerin inanç ve düşünce iklimini iyi takip etmek şarttır.

İnsanoğlu, kriz zamanlarında gizeme, inanç sistemlerine, manevi iklimlere yakınlaşır. Dinin etkinliği yükselir. Duygusallık tavan yapar.

İşte bu nedenle tam zamanıdır diyorum. Merak ile karamsarlık arasında gidip gelen insanlığı bu coğrafyaya cezbedecek bir roman, bu romandan hazırlanacak bir senaryo ile bir film ve ruhları sarsacak bir müzik için tam zamanıdır.

Aklımda üç konu var.

Mevlana
Aziz Paul
Hz.İbrahim ve Urfa

Neden Dan Brown?

2003 yılında yazdığı Da Vinci Şifresi 2006 yılına kadar 60 milyondan fazla sattığı ve 44 dile çevrildiği için. Bir romanı ortalama 1.5 kişinin okuduğunu varsayarsak, tek kitap ile 90 milyon okura ulaşabilen kalitesi için.

Romanlarının geçtiği coğrafyaları çok ustaca anlattığı, okura, maceralar boyunca diyar diyar geziyor hissi yaşatabildiği için. Kendisini, gerilimin bir parçası gibi hissettirebildiği için.

Sahne olarak Anadolu'yu seçeceği bir tarihsel roman ile bu coğrafyayı en az 3-4 yıl boyunca milyonların hafızasına nakşedeceği ve gezip görme arzusu uyandıracağı için.

Neden Steven Spielberg?

Bir Musevi Yönetmenin çekeceği film ile, son zamanlarda hızla gerilen Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir yakınlaşma sağlanacağı için.

Tarihsel temalı filmlerde gereken, gerçeğe en yakın kurguyu sağlayabildiği ve konunun gerektirdiği objektif anlatım dilini başarı ile kullanabildiği için.

Schidlers List gibi bir film ile ayrımcılığa karşı en etkin mesajı verebilmiş, savaşı ve etnik ayrımcılığı ait olduğu yere, lanetliler müzesine yollayabilmiş marka bir film yapımcısı olduğu için.

Neden Vangelis?

Gerçek adı Evangelos Odysseas Papathanassiou olan sanatçı, komşumuzdur. Yunanistan doğumludur. Ege'nin havasını solumuş, suyunu içmiş, yemeğini yemiştir. En azından bir hemşerilik bağından söz edebiliriz.

Bizdendir, bizi anlar. En başta bunun için.

Hemşerilik bağlarımız sayesinde yukarıda saydığım üç konuya da vakıf olabileceği, Anadolu olarak vermek istediğimiz mesajı notalara yükleyebileceği için.

Conquest of Paradise filminde olduğu gibi, müziği bestelerken öyküyü yaşadığı, konunun özünü iliklerinde hissedebildiği için. Müziğini, filmin bütününe adeta rengarenk, şatafatlı bir asilzade giysisi gibi giydirebildiği için.

Notalarını, film izleyicisinin, üzerine binip senaryo içinde diyar diyar dolaştığı birer hayali zaman makinesi gibi kullanabildiği için.

Sektörde genel bir eğilim gözlemliyorum. Sanki sadece 2009'a has bir durgunluk ile karşı karşıyayız. Bu sezon atlatıldığında 2010'da her şey aslına rücu edecek.

Sanki 2010 Ocak ayı bir milat. O gün sektör bir karabasandan uyanacak. Her şey birkaç yıl önceki haline dönecek gibi.

Sanılıyor ki, gelip geçici bir sıkıntı yaşıyoruz. Ekonomik durgunluk bittiği anda, ki bunun için bir tarih verilemiyor, Türkiye sahilleri ile tatilci, ayrılığın acısını çıkarırcasına kucaklaşacak, sımsıkı olacaklar.

Biraz zor.
Kriz sonrasında, Ülkeler değişecek.
İnsanlar değişecek.
Tatil alışkanlıkları değişecek.
Tatilden beklentiler değişecek.
Tatil kavramının aile bütçelerindeki sırası değişecek.

Kısaca, turizm sektöründe, ekmek artık aslanın midesinden de zor yerlerde olacak.
Türkiye turizminin rakip yelpazesi genişleyecek.

Sadece Ülkeler ve destinasyonlar değil, algılarla da mücadele etmek zorunda kalacağız. İnsanlar kılı kırk değil, kırkbir yaracaklar seçim yaparken.

Tatil yeri tercihlerini etkileyen küresel liberalizm, yerini sıkı bir milliyetçiliğe terk edecek. Paranın ülke içinde kalması eğilimi yaygınlaşacak. Tasarruf bir yaşam biçimine dönüşecek.

Tatil kavramı, deniz kenarında tembel tembel güneşlenmekten farklı bir içerik kazanacak. Kendi Ülkesini tanımak, kendi işletmeleri ile dayanışma içinde olmak modaya dönüşecek ve bu moda giderek güçlenecek.

Sadece ülkelerle boğuşmak bir yana, insanlarda kökleşen bu eğilimler ile de mücadele etmek zorunda kalacağız ve işimiz bir katalog ve bir broşürden daha fazlasını gerektiriyor.

Türkiye, sektörün geleceği adına, klasik satış ve pazarlama yöntemlerini aşan, insanların zihninde oluşan eğilimleri yenebilen, güçlü ve kesintisiz bir programı acilen üretmelidir. Bu görev, sektörün kurtuluş savaşı gibi bir yakıcılıkla önümüzde beklemektedir.

Broşürler, kataloglar, afişler, bilboardlar, hepsi etkili. Hepsi tüketiciye ulaşan mesajlar veriyor. Ama yetmeyecek. Yetmiyor da...

Bu yüzden bir yazar, bir yönetmen ve bir besteci diyerek söze başladım.

Önce bir roman

Bu coğrafyaya ait olduğu için bence Mevlana. Hayatı ve öğretisinin harmanlandığı, gerilimlerin ve usta işi analizlerin, okuru, uzun bir hayali yolculuğa çıkardığı, getirip Konya'ya bıraktığı bir roman...

Toroslar'ın ötesindeki yüzlerce yıllık manevi miras ile sahilleri, doğal güzelliklerimizi, tarihsel mirasımızı, kültürümüzü yoğurup okura lezzetli bir baklava tadında sunan bir roman.

Okuru meraktan çıldırtan, kitabı bitirir bitirmez hemen Anadolu'ya uçak biletini ayırtacak kadar yakıcı ve tahrik edici bir roman.

Bu romanın mesajlarının, Dünyadaki Mevlevi örgütlerinin gücü ve manevi etki alanı ile kaynaştığını düşünüyorum.

Amiyane tabirle tadından yenmez.

Bir yıl sonra da, romanın senaryolaştırılması ve Spielberg Usta'nın dehasının değdiği ve Vangelis hemşerimizin Akdeniz kokan ezgileri ile bir film.

Bu romanın ve filmin yaratacağı merak ve gezip görme arzusunu ustaca değerlendiren bir organizasyon. Bu merakı ve arzuyu kalıcı bir Anadolu bağımlılığına dönüştürecek usta işi gezi programları.

Muhteşem olur.
Bence geç kalınıyor.
Zaman farklı bir şeyler yapma zamanı.

22 Kasım 2014 Cumartesi

Antalyaspor-Barcelona Şampiyonlar Ligi Finali


Bu yazıyı 2009 yılında kaleme almışım. İçinde yazılanlar benden başka kimseyi heyecanlandırmış mı? Pek sanmam. Ben bu heyecanı koruyor muyum? Kesinlikle. Bir gün mutlaka

Günün birinde, ılık bir bahar akşamı, Antalya'da 35 bin kişilik stadyumda keyif içinde oturup, doksan dakika nefes almadan bir Şampiyonlar Ligi finali izler miyiz? İki konuk takımın maçını değil ama... Antalyaspor - Barcelona arasındaki

 Bence evet!

Zahmetli bir yürüyüşün sonunda bu finali izleriz. Antalya, futbolda devler ligine demir atmakla kalmaz, Dünya Kentleri hiyerarşisinde de seçkinlerin arasına terfi eder. Şampiyonlar ligi kupası kazanılırsa da, bundan böyle Antalya tarihi Şampiyonlar Ligi öncesi ve sonrası olarak yeniden yazılır.

Bu finalden sonra Antalya'nın yaşam kalitesindeki yükseliş hızının vitesi kaça takılır, yorumunu okura bırakalım. Ama belli ki, böyle bir finale giden süreçte Antalya turizmi de çağ atlar. Düşük fiyatlar turizm tarihimizde birer anı olarak kalır.

Eğer bir gün tarihin bir noktasında çılgın bir yatırımcının girişim tutkusu ile Antalya'nın zincirlerinden boşalma hırsı kesişirse, biz bu finali izleriz.

Bu uçuk yatırımcı ile Antalya, bütün olasılıkların hesaba katıldığı, kitlelerin desteğini almış, objektif aklın rehberliğinde, cesur bir safariye çıkarsa, Avrupa'nın vahşi futbol ormanında bir Şampiyonlar Ligi finalini avlar.

Böyle bir hedef ile yola çıkacak uçuk yatırımcının hayallerini bütün Antalya paylaşmalıdır. Sadece futbol dünyası ile sınırlı bir destek yatırımcıyı Toroslar'ın zirvesine çıkışta nefessiz bırakır. Orada da olsa olsa geyik avlanır.

Böyle bir heyecan fırtınasını kasırgaya dönüştürecek iklim var mı?


Bence var.

Antalya'da bir kabına sığamama durumu var. Mevcut ile yetinmeyen, büyüme hedefini çalışmanın amentüsü sayan bir girişimcilik her alanda kendini gösteriyor. Belki de yüzlerce uygarlıktan miras kalmış olağanüstü renkli bir devinim bu. Hiç tükenmeyen bir yırtma arzusu. Doymak bilmez bir yatırım açlığı. Yeni ve farklı olana ilgi ve kucak açma.

Öncelikle, statükodan ve kısa vadeli bildik hedeflerden sıkılmış, hiç olmamış ve olmayacak gibi görünen hayalleri besleyebilecek bir vizyona sahip uçuk bir işadamı ve cebinde bir yüz elli milyon USD.

Bu işadamına omuz verecek, gözü kapalı güvenilecek bir teknik adam, Türkiye'nin Alex Fergusson'u. Yerli ya da yabancı.

Bu işadamının, Dünyanın ve Türkiye'nin sayılı futbol otoritelerinin danışmanlığında oluşturduğu, dokuz yıllık aşamalı projesi.

Bu projeye ikna olacak Antalya futbol kamuoyu. Kayıtsız şartsız desteğini esirgemeyecek Antalyaspor Yönetimi ve Genel Kurulu.

Kamuoyunun heyecanını sürekli kışkırtacak bir medya faaliyeti. Her fırsatta bu kutsal hedefe atıfta bulunan, konuya teorik destek veren bir yazar ordusu. Ateşi besleyen şimşek gibi mesajlar ile okur köşeleri.

Stadyum içi ve dışı mesaisini birkaç kat arttırarak desteğini akıl almaz boyutlara yükseltecek bir taraftar camiası.

Okullarda sempati oluşturma amacıyla, Antalyaspor ürünleri hediye olarak dağıtılabilir. Taraftarlık ilk ve orta eğitim döneminde maruz kalınan dış etkilerle oluşan bir tercihtir.

Proje mutlaka okullardaki binlerce genci, çocuğu kazanmalıdır.


Projenin bilimsel ve tıbbi ayağında rol Akdeniz Üniversitesi'nindir. Hedefe giden yolun sosyal ve kültürel kılıfını oluşturmak rolü ile elbette Üniversite.

Dokuz yılın son saatine kadar eksilmeden sürecek aktif bir sabır.

Bütün hepsi bir araya gelince neler olur?

Gözler, ufuktan aşka susamış bir kadın silüetinde belli belirsiz gülümseyen final hayaline kilitlenince neler olur?

Hayal edebilen var mı?

Kentin Akdeniz'e sevdalı tepelerinden birisine kondurulmuş, 35 bin kişilik bir stadyumda.

Cesareti ve ruhu aklının önüne geçmiş bir yatırımcının hayalleri ile Antalya'nın beklentileri bir kavşakta kesişirse. Hayaller ve beklentiler kavuşursa.

Ben kendimi şimdiden dokuz yıl sonraki altın finale hazırlarım.

250.000 nüfuslu Liverpool kentinde her maçta tribünleri ' Asla yalnız yürümeyeceksin' diye inleten 45.000 kişi var. Nüfusu beş yıla kalmadan birkaç milyona varacak olan futbol kentinden, Antalyaspor ile yan yana yürüyecek 45.000 kişi çıkmaz mı?

Antalyaspor A.Ş Yönetimine projesini sunar. Genel Kurul onay verir. Altyapı yatırımları, transferler ve kurumsallaşma girişimleri için 150 milyon USD'yi bankaya yatırır. Harcama takvimi oluşturulur. Para önemlidir. Bütçenin uygulamasına sarsılmaz bir disiplin ile nezaret edecek bir kurul şarttır. Her kuruş Antalyaspor adına ve kılı kırk yararak harcanmalıdır.

Hedefler ve dokuzuncu yılın sonunda varılacak finansal aşama garanti edilerek Antalyaspor A.Ş. halka arz edilir. 1300 TL nominal değerli 100.000 adet hisse satılır. Her bir hissenin dokuzuncu yılsonunda bir servete dönüşeceğini hisseden Antalyalı bu hisseleri kapışacaktır.

Antalya'ya hakim bir tepede 10 bin dönüm arazi alınır. Antalyaspor kampusü bu araziye kurulur. Kampus diyorum, zira bir kolej havası şarttır.

Antrenman sahaları. Kondüsyon merkezleri. Kros parkurları. İnsana mücadele gücü veren mükemmel bir peyzaj. Spa merkezleri. Dokuz yıl sonra varılacak zirveye yaraşır, prestijli bir Yönetim binası. Çok amaçlı bir konferans salonu. Kişisel gelişim amaçlı odalar.

Akdeniz Üniversitesi bu aşamada devreye girer. Kulüp bünyesinde, profesyonel görev yapacak tıp doktorları, fizyoterapistler, bioenerji uzmanları, diyetisyenler, psikologlar, mentorlar, istatistikçiler, uluslar arası sertifikalı masörlerden oluşan bir ekip kurulur.

Yapılanlar işin Kulübün asli misyonu ile ilgili boyutudur.

Bir de Kulübü Dünyanın vitrinine taşıyacak ve rekabetin dilini ve yöntemlerini iyi bilen profesyonel bir ekip gereklidir. Marka uzmanları, Satış ve Pazarlamacılar, gelecek tahmincileri, araştırmacılardan oluşan bir beyin takımı.

Rakiplerden bir adım önde başlamanın yolu rakipleri her yönü ile iyi tanımaktan geçer. Bu ekip rakipleri analiz etmek ve her sezon başında ayrıntılı bir raporu teknik ekibin önüne koymakla da görevli olacaktır.

Akdeniz Üniversitesi öncülüğünde her yaştan yeteneklerin eğitileceği spor okulları kurulur. Hem futbol takımına oyuncu kazandırır, hem ihtiyaç fazlası yetenekli gençleri satarak Kulübe gelir sağlar.

Beşinci yılın sonunda hem Antalya'da, hem de Anadolu'da üç büyüklerin egemenliğini alaşağı eder. Geçmişteki örneklerinden farklı olarak, kalıcı Anadolu İhtilalini tamamlar. Torosların zirvesinden gürül gürül bir nara ' Artık ben de varım ' der.

Kalan dört yılda neler olur?

Türk Futbolunun üç büyüklerin keyfine göre şekillenen kısır döngüsü kırılır.

Büyük Yürüyüşün ilk aşaması bu…

Zor ve zahmetli…

Ama her yürüyüş bir minik adımla başlamaz mı? Hayali bile uçurmuyor mu insanı?
Peki. Böyle uçuk bir yatırımcı bulunabilir mi?

Ya da Türkiye'den, Yurtdışından bir sponsor bulunabilir mi? Kim bilir?

Antalya'nın geleceğine güven olmasa bu kadar yatırımcı koşa koşa gelir mi?