Benim, yıllar önceden
öngördüğüm kriz geldi, ekonomi politiğin görünmez yumruğu ile kroşeyi çaktı ve
sektörü iki seksen yere uzattı.
Öngördüğüm iddiasını yaban
atmayın.
İnanmayan 2007 yılında
yazdığım şu satırları okusun;
Mesela, orta vadede, Türkiye’nin
ana pazarını oluşturan ve
milyonlarca turist gönderen ülkelerden birisinde yükselen bir milliyetçilik dalgası olsa. Devlet ve bütün kamu
kurumlarının, sivil toplum örgütlerinin yönlendirmesi
ile insanlar ülke dışındaki tatil bölgelerini boykot etmeye başlasalar.
(http://kariyer.turizmgazetesi.com/articles/article.aspx?id=37609)
Herkes şaşkın. Herkes
panikte. Herkes, senaristi, prodüktörü, aktörleri bizim dışımızdaki bu dehşet
filmini endişe ve merakla izliyor.
Bu günden yarına bir çözüm
var mı? Yok elbette. Geçmiş olsun. Bu yıl için tren kaçtı. Biz geleceğe
bakalım. 2017’yi, 2018’i planlayalım.
Bu krizin felaket etkisi
oldu, ama öğrettikleri de var.
Merak ediyorsanız –bana
göre- öğrettiklerini sayayım.
Demek ki neymiş?
Turizm
yatırımcısı ve profesyoneli biraz Jeopolitik bilmeli!
Dünyanın en ‘netameli’
coğrafyasında yaşıyoruz. Bu topraklarda, bilinen on binlerce yıllık tarihinde
savaşsız, kavgasız biten bir yüzyıl hiç olmamış. Bu topraklar sanki kandan besleniyor
ve hiçbir zaman da doymuyor.
Çevresi her daim patlamaya
hazır bir saatli bomba gibi gergin olan bu topraklarda yaşıyorsanız, biraz
jeopolitik bilmeli ve gelecek senaryoları üzerine çalışmalısınız. Ben bir
çırpıda sayıvereyim aklıma gelen patlamaya hazır çıbanları;
Batı Trakya- Kafkaslar-
Ermenistan- Kıbrıs- Ege
Biraz jeopolitik ile
ilgilenenler ilk Körfez Savaşı ve Irak müdahalesinden sonra Orta Doğu ve Kuzey
Afrika’da uzun vadeli bir Haçlı Savaşının başladığını gördüler. Yaşananlar daha
birkaç 10 yıl devam edecek bir alt üst oluşun ilk aşamasıdır. Kendisini
Dünyanın egemeni sanan güçler Birinci Dünya Savaşından bu yana titizlikle
olgunlaştırılan küresel planı adım adım devreye sokuyor.
Sınırlar yeniden
belirlenecek. Enerji kaynaklarının ve enerji hatlarının paylaşımı sonuçlanacak.
Tahtlar, ekonomik, politik saltanatlar devrilecek. Birkaç 10 yıl sonra Avrasya,
Kuzey Afrika, Orta Doğu coğrafyasına ‘huzur’ gelecek.
İşte tam da bu nedenle
jeopolitik ile ilgilenmelisiniz. Batı Avrupa’da bu saydığım coğrafya ile ilgili
olarak korku temelinde bir negatif algının yükseldiğini anlayın artık. Kabul
edin, Batıdan artık bize – uzun bir süre- ekmek yok.
Antalya,
Dünya Turizminin Başkenti falan değilmiş
Dünya turizmini,
pazarlardan insanları uçaklara doldurup havaalanında boşaltmak ve ardından
otobüslerle otellere sevk etmek ve tatil sonu tekrar toplayıp uçaklarla
ülkelerine göndermekten ibaret sananlar öyle düşünebilirler.
Dünya turizminin
derinliğini ve insanlık için ifade ettiği manayı dikkate aldığınızda, Antalya
Dünya Turizminin Başkenti cümlesi La Fontaine’den Masal hükmündedir. Kaldı ki,
Turizmin Başkenti gibi bir tanımlama da tuhaf ve gereksizdir. Ne yani, Dünya turizmi Antalya’dan mı
yönetiliyor-du? Dünya turizminin baş aktörleri, karar alıcılar, trend
belirleyiciler, herkes Antalya’yı mesken mi tutmuştu?
Yoksa, birkaç yıl boyunca
hızla artan ziyaretçi sayılarına bakarak mı Antalya’yı Başkent ilan etmiştiniz?
Önemli olan ziyaretçi sayılarındaki ani artışlar değil, bunu sürdürülebilir
kılmaktır. Demek ki neymiş, tatilcilerin ve seyahat edenlerin bir ülkeye, bir
kente sadakati diye bir durum söz konusu bile değilmiş.
Kaldı ki, Antalya’nın, bu
olmayan sadakati bile hak edecek ve sürekli bir cazibe merkezi olmasını
sağlayacak değerleri, ürünleri ve bir vitrini bile yokmuş. (Yoksa var mı
sizce?)
Antalya gurmelere muhteşem
lezzetler sunan bir gastronomi kenti midir?
Antalya, müzeleri her daim
dolu, tarihi mirasını kucaklayarak koruyan bir tarih kenti midir?
Antalya, muhteşem mimarisi
ile kalplere dokunan sıcacık mahallelerin toplamı mıdır? Yıkmadık, dökmedik
hangi mahallesi kaldı?
Göçebeliğimizin ve
kentliliği beceremediğimizin nişanesi olan tuhaf tuhaf binalarla ırzına
geçilmedik koy, sahil kaldı mı?
Antalya konusu başlı
başına bir analizi gerektiriyor, buna ileride tekrar geleceğiz.
Turizm,
bir kelebekten bile daha hassasmış
Daha doğrusu, turist
dediğimiz ve gerisini merak etmediğimiz iki ayaklı ve yürüyen döviz aslında çok
hassasmış, o da bizim gibi kızar, küser, korkar ve severmiş.
Bu yıl, ana pazarlarda –
özellikle Avrupa- Türkiye ile ilgili algının son derece negatif olması
tercihlerin güvenli olarak kabul edilen ülkelere kaçmasındaki en güçlü
nedendir.
Kabullenemiyoruz, içimize
sinmiyor, ama Avrupa’da ortalama bir vatandaşın gözünde Türkiye artık bir terör
ülkesidir. Hatta bazılarının gözünden bakıldığında bir iç savaş yaşandığı bile
düşünülebilir. Bu noktada bizim verdiğimiz güvencenin hiçbir hükmü yoktur.
Bu noktaya birkaç haftada
gelinmedi elbette.
Biraz derin düşününce,
yaşanmakta olanların uzun zamandır üzerinde çalışılan bir planın parçası olması
ihtimalini de dikkate almak gerekir. 2008’de patlayan ve Avrupa’yı hallaç pamuğu
gibi atan küresel finans krizine kadar iz sürmek gerekir.
Kasaları boşalmış birkaç
Avrupa ülkesinin neredeyse iflas etme aşamasına gelmiş olduğunu anımsamak
gerekiyor. İspanya, Yunanistan, Portekiz gibi Akdeniz Ülkeleri maaş ödeyemez
hale gelmişti.
İki yıldır üç ülke de
hızla yükselen turizm hareketliliği sayesinde para basıyor. Yüzlerce milyar
dolardan bahsediyoruz. Böylesine yüksek bir meblağın yön değiştirmesinin
arkasında Avrupa’nın derin aklını aramak çok da yanlış olmasa gerek.
Avrupa derin aklının usta
bir planlama ile Türkiye’yi kısa ve orta vadede gözde destinasyonların
arasından sildirmiş olması benim aklıma yatan bir teori.
Evet! Turizm narin bir
kelebek kadar hassastır. Akdeniz’e gelmekten korkan insanları rahatlatacak,
onlara güven verecek bir mesajınız yoksa, geçmiş olsun. Dahası, Antalya bir
moda, kültür, sanat, spor, aşk kenti de değil ki, bu disiplinlerin tutkunları
her şeyi göre alarak ziyaretlerine devam etsinler.
Bir Paris, bir Londra, bir
New York, bir Roma değilsiniz ki…
Hanutçuluk
ve turisti kazıklamak çapulculukmuş
Turizm bölgelerinde mantar
gibi bitiveren derme çatma barakalarda yeryüzünün bütün önde gelen markalarını
sokak tezgahlarına boca etmek…
Tezgahların önünden geçen
turiste alış veriş yapmadığı için dümdüz gitmek… Ailesi ile birlikte bakınarak
gezen turisti kolundan kapıp, Greko-Romen stilde tezgahın başına ya da dükkanın
içine çekiştirmek…
Asıl fiyatı 5-10 TL olan
malı yüzlerce Liraya kakalamak için olmadık taklalar atmak…
Anadolu köylerinden –
vakti zamanında- garip köylülere 50- 100 TL vererek topladığın el emeği, göz
nuru halıları turiste on binlerce dolara satmak…
Çarşıda, otel
dükkanlarında, hamamda para harcamayan turiste sadece bunun için ‘kalitesiz
turist’ yaftasını yapıştırmak…
Otel çalışanları, dükkancılar,
rehberler, çarşılardaki mağazaların elemanları bir olup para harcamayan turiste
vebalı muamelesi yapmak… Hatta aşağılamak…
Otel hamamlarında her
masaja gelen turist kadına potansiyel fahişe muamelesi yapmak…
Her genç ve güzel kadının
seninle olmak için oraya geldiğini vehmetmek… Onun seninle çıkmaya mecbur
olduğu gibi bir kabul ile hareket etmek ve adeta zulmedercesine baskı yapmak..
Üzmek..
Ayıp bir şeymiş..
Devam edeceğiz…