30 Kasım 2012 Cuma

Tanıtım beceriksiziyiz


Burdur’un Ağlasun isimli bir kazası vardır.

Birçok antik yerleşim merkezi gibi, bu kentin adı da çok farklı imiş aslında…



Ama ne hikmet ise, bu antik ismi beğenmemiş atalarımız. Farklı bir isim vermeyi uygun bulmuşlar, Ağlasun. Sanki temelinden tepesine her aşamasına emek vermişler gibi... Neyse geçelim bu hususu da meramımıza dönelim.

Ağlasun’un hemen yakınında bir antik çağ şaheseri vardır. Sagalassos. Bölgede ilk insan yerleşimleri MÖ 8000 yılına tarihlenir. Hitit yazıtlarında bölgeye Salawassa olarak değinilir.

Frigya ve Lidya uygarlıkları döneminde Sagalassos’un güçlendiği ve zenginleştiği bilinmektedir. Pers işgalinde Psidia’nın geneli ve özellikle Sagalassos’un en güçlü direnişi sergilediği kayıtlara geçmiştir.

Neyse… İşte bu kent Sagalassos…

Aşağıda aktaracağım hikayeyi ben de Hürriyet gazetesinin 1999 tarihli bir nüshasında okudum. Sorumluluk onların… Aşağıdaki bölüm 1999 tarihli Hürriyet’in haberidir.

Ağlasun’un köylerinden kazı için toplanan köylülerin yaşadığı büyük şok

Sagalassos kazısının bir yerinde tam 3 bin yıllık bir iskelet buldular. İskeletin ve kazı işçilerinin DNA örnekleri alındı, tahlile gönderildi.

Sonuçta ne oldu biliyor musunuz?

3 bin yıllık iskeletle, Burdur, Ağlasunlu kazı işçileri akraba çıktılar! Şimdi kafaları karışmış durumda. Biz neyiz, Türk değil miyiz, Yunanlı mıyız diye soruyorlar birbirlerine...

Burdur'daki Antik Sagalassos Kenti kazıları 10 yıldır sürüyor. 1989 yılında başladı. Belçika Leuven Katolik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Marc Waelkens başkanlığında.

Üç yıl önce, 1996'da, antik kentin agora (çarşı) bölümünün kazıları sırasında, işçiler bir iskelet buluyorlar. Bölgede rastlanılan ilk insan izlerinin günümüzden 12 bin yıl öncesine uzandığı biliniyordu. Ne var ki, kazı işçilerin bulduğu iskeletin 3 bin yıl öncesine ait olduğu anlaşılıyor.

‘‘Bu bizim atamız, atamızı bulduk’’ diye, tarihi bir kazı sırasındaki buluşlarıyla keyiflenmiş, kendi aralarında eğlenirlerken kazı, heyeti başkanı Belçikalı Prof. Dr. Marc Waelkens, beklenmedik bir şekilde bu şakayı ciddiye alıp, iskeletten kemik, kazı işçilerinden de saç teli örnekleri alıyor. Ülkesine, Belçika'ya incelenmesi, DNA testi yapılması ricasıyla gönderiyor.

Belçika'da, laboratuvarda ‘‘karbon’’ testi yapıldıktan sonra, netice Türkiye'ye postalanıyor. Ve ilginçtir, 3 bin yıllık iskeletin DNA yapısıyla, kazı işçilerinin saç örneklerinden elde edilen DNA'nın yapısının benzerliği ortaya çıkıyor.

İşte Ağlasun’un Psidya’lıları

Antik Sagalassos kenti kazısı işçilerinden Ali Toprak, Ahmet Şimşek, Recep Dolutaş, Cafer Savaş, Gürsel Coşkun, Mehmet Kurt, Ramazan Onaç, Ömer Ot, Mustafa Kavak, İbrahim Altınok, Ali Sak, Mehmet Altınok, Osman Aynalı, Ömer Akınca ile kazı bekçisi Şeref Boskurt'un, 3 bin yıllık iskeletle yakın ya da uzak akraba oldukları kesinleşiyor.

Ağlasunlu işçilerin üç bin yıl önce yörede yaşamış bir antik insanla akraba çıkması, ilginç bir tartışmanın da başlangıcı oluyor.

Şimdi Ağlasunlular ‘‘Sagalassos kentini kuranlar’’ meğer bizim atalarımızmış diyorlar. Diyorlar ama bir hayli de şaşkınlar.

İlçe halkından bazıları, duruma milliyet açısından yaklaşıp ‘‘Biz Yunanlı mıyız’’, ‘‘Biz Türk değil miyiz’’ diyerek tepki gösteriyor.

Bazılarıysa daha pragmatik bakıyor meseleye. Bu yeni buluş sayesinde Antik Sagalassos Kenti'nin daha iyi tanınacağını, bölgede turizmin gelişeceğini, konunun bu yönüyle ele alınmasının kendilerinin yararına olacağını düşünüyorlar.

Antalya Kültür Müdürü Musa Seyirci de, yeni ortaya çıkan bu gerçeğin, Türk tarihine de ışık tutabileceğini söylüyor. Ağlasun'daki kazının önemli bir merkez olduğunu kaydediyor önce, sonra da ‘Karbon Testi’ ile isabetli sonuca ulaşılabildiğini hatırlatıyor. Anadolu'da birçok yerleşim biriminin Türkleştiğini anlatıyor Seyirci, ‘‘Bu olay Türkler için yeni bir tarih sayfası açar’’ diyor.

Bu olayın, ‘Anadolu Türkleri’nin Anadolu halkı ile kaynaştığının' ve ‘Anadolu halkının Türkleştiğinin’ belgesi olduğunu vurguluyor. Bir başka iddiası daha var: Seyirci, ‘‘Bunun yanısıra, bu olay, Türklerin de Anadolululaştığını ortaya koyar. Yani bu aynı zamanda, Anadolu'daki Türkler'in, Orta Asya'daki Türkler'den farklı olduğunu da belgeler’’ diyor.

Sagalassos'ta 1989 yılında başlayan kazı çalışmaları yılın belli aylarında yapılıyor. Bu yılki kazı çalışmaları 4 Temmuz'da başlayacak ve 55 gün sürecek. İlçe halkından çalışmalara katılan işçilere günlük yevmiye olarak sigorta hariç 4 milyon lira ödeme yapılıyor.

Bu arada Belçika Hükümeti tarafından desteklenen Sagalassos Kazıları'na Belçika'nın ünlü bankalarından BDC N.V. Baggerwerken Bank'ın yanısıra, AGFA, Arte Canstructo, Universal Express, Renner Natuursteen, Bekaert, Verstraete, Rotoracat Club, DYKA Plasticpipe System, Soluay gibi firma ve kuruluşlar da sponsor olarak yardım ediyor. Kazılara, Antalya Müze Müdürlüğü'nden Arkeolog Mustafa Demirel Kazı Komiseri olarak nezaret ediyor.

Ağlasun Sakarca Mahallesi Muhtarı Ali Toprak aynı zamanda Antik Sagalassos Kenti'nde kazı işçisi. İskeleti nasıl çıkardıklarını anlatıyor:

‘‘Ağlasun'a Belçikalılar geldi ve burada kazı yapacaklarını, 6 işçiye ihtiyaçları olduğunu söylediler. Ücretleri konuştuk, kazıya başladık. Önce tiyatronun arka tarafından çöplük ortaya çıktı. Her yıl Ağlasunlu işçi sayısı arttı ve 70'e ulaştı. Kazıların 20 yıldan fazla süreceğini söylediler. Agora kazısı yapılırken yıkılmış bir sütunun altında iskelet bulundu.

Prof. Marc Waelkens bize ‘Sizin atalarınız burada yaşamış' dedi. Daha sonra çalışan 70 işçiden saç teli aldılar. Saçlarımızın üstünden bir tutam saç teli alıp zarflara koyduk. Üzerlerine isimlerimizi yazıp Belçikalı arkeologlara teslim ettik. O günden beri bize herhangi bir şey söylemediler. İskelet de Sakarca Mahallesi'ndeki Belçika Kazı Evi'nin deposunda duruyor hala.’’

Şimdi…

Sadece Türk çalışanlar ve akademisyenler olsa belki zorlanırız, ama tanığımız var; Belçika’lı Prof. Dr. Marc Waelkens. Yemin etsek başımız ağrımaz. Hatta sayın profesör sürecin başından sonuna kadar işin başında ve bu keşif ona ait.

Bu keşif ve yaşananlar Sagalassos gibi bir tanıtım mücevheri ile süslenerek muhteşem bir tanıtım fırsatına dönüştürülmedi ise, bu da hepimizin ayıbı.

Bu ilginç keşiften çok satan bir roman, gişe rekoru kıran bir film, Dünya’yı ekran başına çeken bir belgesel çıkmadı ise, hepimize yazıklar olsun.

Bu olay Fransa’da yaşanmış olsaydı… Ya da ABD’de… Yani Sagalassos Fransa’da ya da ABD’de olsaydı… Hemen yakında yaşayan köylülerin birkaç tanesinin Sagalassos’luların torunları ortaya çıksaydı…

Aradan 13 yıl geçtikten sonra o köy, Sagalassos, ve çevresi kutsal bölge ilan edilirdi önce. Giriş ve çıkış kurallara ve denetime bağlı olurdu.

Muhtemelen yılda 10 milyon üzerinde turist bu coğrafyayı ziyaret ederdi. Hele ABD bu süreci muhteşem bir gelir aracına dönüştürürdü ve her yıl milyarlarca dolar kazanırdı…

Türkiye’de mi?

Sagalassos’a bir saat mesafede, Antalya’daki turizm erbaplarına, papağanlarına, çok bilmişlerine, mangalda kül bırakmayanlarına minik bir soru soruverin..

Sagalassos’a gittin mi?

10 kişiden 2 tanesi belki gitmiştir. Sayı üçe çıkarsa ben de Antoninler Çeşmesi’nde kış kıyamette çırıl çıplak banyo yapmaya razıyım…


9 Kasım 2012 Cuma

Siz hala inovasyona inanmıyor musunuz?


Şimdi Japon erkeklerinin bedenleri hakkındaki düşüncelerini yazsam ilginizi çeker mi?

Japon erkeklerinin binlerce yıldır bedenleri ile ilgili olarak bir önyargıya sahip olduklarını söylesem…

Desem ki, Japon erkekleri genetik olarak bedenlerinin kötü koktuğuna inanırmış.

İlginizi çekmez… Bilirim, okur geçersiniz.

Ama Türkiye’de birisi var. Bir işadamı… Bu bilgiyi sonuna kadar okumuş. Alt tarafı bir genel kültür şişirmesi olduğunu düşünmeden okuyunca Japon erkeklerinin bu kokuya karşı geliştirdikleri çözümü de öğrenmiş.

Bu kokuyu bastırmak için bolca gül suyu, gül şurubu, gül yağı, gül marmeladı tüketirlermiş. Böylece bedenlerinin gül kokacağına inanırlarmış…

Siz bu bilgiyi öylesine okuyup geçtiniz. Ama İzmir merkezli Atay Holding’in patronu Mehmet Atay bu bilgiyi okuyup geçmemiş.

Ve tahmin ediyorum aklında bir şimşek çakmış o an..

Zeytinyağı üreticisi Aktay grubu İsparta’dan satın aldığı gül yaprakları ile zeytini birlikte ezerek gül kokulu zeytinyağı elde etmiş. Japonlar bu olağanüstü inovatif ürünü kapışıyor.

Birkaç açıdan kutlamak gerekiyor Atay Holding’i…

Öncelikle, binlerce kilometre ötedeki bir ulusa ait bir bilgiyi okuyup geçmediği, aksine buradan bir değer üretebileceğini hissettikleri için…

Tabi bu ilginç bilgiyi bir üretim değerine eklemlemek de üstün bir inovasyon başarısı…

Kötü koktuğuna inanan Japon erkekleri…

Gül yaprakları…

Zeytinyağı.

Buradan başarı çıkıyor…

Teşekkürler Atay Holding.

Bunca kuru gürültü arasında sessiz, sakin işini yaptığın için…