24 Ekim 2022 Pazartesi

Her Şey Dahil Savaşları Nereye?

Bir Herşey Dahil otelinde yönetim toplantısı.



( Bizimkisi de laf mı, HD olmayan otel ya da pansiyon kaldı mı ki sahillerde?)

Ekip gergin. Moraller bozuk. ( Böyle olmayan toplantı, toplantı değildir.)

Yiyecek İçecek Müdürü söz aldı;

-      Efendim, rakip otel HD uygulamasına yeni bir boyut eklemiş.

Genel Müdür meraklandı.

-      Ne imiş o?

-      Efendim, binaların içinde bütün mekanlar büfe, pastane, bar, dolap ile dolduğundan, ikram işini ana giriş kapısına kadar genişletmişler.

-      Yani?

-      Ana kapıya da bir büfe koymuşlar.

-      Yok anasının nikahı… Bu ne ya?

-      Yorum siteleri bu konuda yorumlarla kaynıyor.

Evet.  İş bu noktaya geldi işte.

HD furyasının nereye varacağı ile ilgili bir sınır yok ki. İşin mantığı, müşteriye her adımda bir şeyler yedirmeye dayanıyor. Otel değil, elinde kaşık ile çocuğunun peşinde koşan ve ona mama yedirmeye çabalayan anne sanki.

Ekip kafa kafaya verdi.

Bu atağın karşısında hareketsiz kalamazlardı. Bir şeyler yapmaları şarttı.

Yani? Rakip otelin, ana girişte, güvenlik kulübesinin etrafına kurduğu büfeye esaslı bir karşılık verilmeli idi. Bu hem otelin prestiji için gerekliydi. Hem de rekabette geri kalmamak adına bir atak yapılmalı idi.

Parlak fikir bir garsondan geldi. Karşı atağın adresi Hava Limanı olacaktı.

Otel, müşterilerine Hava Limanında ulaşmalıydı. Yani ikram buradan başlamalı idi.

Bu atak, rakiplere esaslı bir gol olacaktı.

Otel, kendi müşterileri için piknik sepetleri hazırlamaya başladı. Sepetler her gün birkaç garson ve komi tarafından Hava Limanına götürülüyor ve tur operatörlerinin otobüslerindeki otel müşterilerine dağıtılıyordu.

Yani bir nevi, bu da mı gol değil, gibi bir durum idi.

Piknik sepetinde, gözleme, peynir, zeytin, salam, tereyağı, yeşil soğan, domates vardı.

Tam bir çoban sofrası.

Otelin kendi müşterileri piknik sepetini iştah ile mideye indirirken, diğer otel müşterilerinin karnı gurulduyor, ağızları sulanıyordu.

Piknik sepetini bitiren müşteri hemen telefondan yorum sitesine giriyor, daha giriş bile yapmadığı otele övgüler diziyordu.

Buna karşılık, piknik sepeti almayan başka otel müşterileri de yine yorum sitelerine giriyor ve daha kapısından girmedikleri otellerini yerden yere vuruyordu.

Rekabette geri düşen Otelin Genel Müdürü haftanın ilk toplantısını bu konuya ayırdı.  Tek gündem maddesi vardı.  İkramları Hava Limanına taşıyan Otele nasıl bir karşılık verilecek? Bu atağı gölgede bırakacak bir jest geliştirmeliydiler. Yoksa rakip otel parsayı toplayacaktı.

Uzun tartışmalardan sonra Yiyecek İçecek ekibi bir öneri sundu.

-      İkramlarımızı uçağa taşıyalım

Başta Genel Müdür olmak üzere, herkesin gözleri parladı. İşte bu idi. Atak böyle yapılırdı.

Hadi bakalım, rakipler bu atağa nasıl cevap vereceklerdi?

Atağın teknik boyutu tartışıldı. Fizibilitesi çıkarıldı. Bu atak için Havayolları ile işbirliği yapılacaktı. Hem bu ikramlar Havayollarının maliyetlerini düşürmelerine yardımcı olacaktı.

Ana pazarlardaki Havayolları ile görüşmeler yapıldı. Anlaşmalar sağlandı.

Ana Pazarlardaki catering firmaları ile pazarlıklar başladı. Büyük Havalimanlarına yakın olanlar belirlendi. Kriterleri karşılayanlar ile anlaşmalar imzalandı.

Otelin ana pazarlarındaki en büyük trafiğe sahip Havayollarında ikramlar başladı.

Hem de ne ikramlar. Öyle böyle değil.

Füme et… Antalya piyazı.. Börek.. Meşhur kabak tatlısı… Gazoz.. Kuru yemiş.

Dillere destan.

Proje çok ses getirdi. Medya büyük ilgi gösterdi. Özellikle sosyal medya bu otelin yepyeni her şey dahil uygulamasına ait haberlerle çalkalandı. Bir başarı öyküsü yazıldı.

Bu kez, imrenme sırası bu otelin müşterisi olmayan yolcularda idi.

Hemen yanlarındaki otel müşterisi bu lezzetlere yumulmuş..

Koklatmıyor bile..

İnsanın bir tarafı şişer.

Tahmin edileceği gibi, ortalık karıştı. Küresel turizm ve seyahat sektörünün gündemine bu atak damgasını vurdu. Yorum siteleri bu otele övgülerle doldu, taştı.

Neyse…

Ey okur…

Bu yarışın sonu yok. Bu rekabette kimin nereye kadar gidebileceği meçhul.

Bir başka otel, uçaklardaki ikrama karşı bir adım ileri zıpladı.

O da bir başka ikram alanı buldu.

İşi evlere taşıdı.

İkram dalgası sonunda evlere yayıldı.

Bu rakip otelin geliştirdiği her şey dahil ikram formatı akıllara zarar idi.

Otelin sitesinden ya da bir tur operatöründen rezervasyon yaptıran müşteri formu ve ödeme belgesini otelin misafir ilişkilerine gönderiyordu.

Misafir İlişkileri departmanı bu misafirin ikamet ettiği kentte bulunan Türk lokantaları ile anlaşmalı idi. Hatta bu anlaşma büyük pazarların hemen hemen hepsinde yapılmıştı.

Otel büyük pazarların büyük kentlerinde – illa ki birkaç tane vardır- Türk lokantaları ile senelik anlaşmalar yapmıştı. Bu anlaşmaya göre, otel o kentte yaşayan ve rezervasyon yaptıran müşterinin adını ve adresini lokantaya iletiyordu.

Bu bilgileri alan lokanta hemen bir Türk mutfağı menüsü hazırlıyor ve moto kurye ile müşterinin evine gönderiyordu. Menüde, genellikle döner, nohut, kuru, pilav, turşu, cacık, çoban salatası, kabak tatlısı, helva falan vardı.

Ortalık yine karıştı. Sektör sarsıldı. Medya ve sosyal medya inledi.

Yorumlar patladı.

Evlere ikram yapan otel inovasyon şampiyonu olarak alkışlandı.

Birkaç paragraf önce belirtmiştim.

Yarışın sonu yok.

Bu yarıştan kopmamak isteyen bir başka otel ise bambaşka bir kulvardan daldı.

Yemek kartı..

Evet.. Aynen öyle..

Bu otel, rakiplerin aklına gelmeyecek yemek kartı uygulamasına girdi.

Yemek kartı sektörünün bilinen bir markası ile işbirliği yaptı. Bir anlaşma imzaladı.

Uygulama hemen hayata geçti.

Rezervasyon yaptıran müşteriye, ödemeyi yaptıktan sonra bir mail iletiliyordu. Mailde, anlaşma yapılan yemek kartı markasının sitesine yönlendiren bir link vardı. Linke tıklayan otel müşterisi kartı alabileceği sayfaya giriş yapıyordu.

İki adımda kart alınıyordu. Kartın kullanım alanı kentteki Türk lokantaları ile sınırlı idi. Bu lokantalarda da, geleneksel Türk yemekleri vardı.

Kart tek kullanımlık idi.

İşte dostlar…

Her şey dahil kapışması bu noktalara kadar geldi.

Dedim ya…

Sonu yok.

Bakalım bu kapışma nerelere varacak?

Çok ama çok önemli not: Burada yazılanlar hayal ürünüdür. Sadece biraz mizah olsun ve okuyan dostlar hafta başı stresini atsınlar, diye kaleme alınmıştır.

Ama birileri çıkar da, bu önerilerimi ciddiye alıp uygulamaya kalkarsa, telif haklarım saklıdır. J

 

20 Haziran 2022 Pazartesi

İş Dünyasında Gerçek Demokrasi zamanı

 Bu çalışma modeli artık ömrünü doldurdu.

Sadece çalışmayı kutsayan bu model değişmelidir. Hayatın odağında sadece çalışmanın olması gerektiğini dayatan bu bakış açısı artık zararlı hale geldi.

Bu model ile günümüz ekonomik yapılanmaları, yaşam biçimleri, insan ilişkileri örtüşmüyor.

İşyerlerinde farklı kültürler arasında çatışma çıkıyor.

Vahşi Kapitalist modelde, çalışan, işyeri kapısından girdiği andan itibaren değişmek ve dışarıdaki hayatı ile hiç uyuşmayan bir kimliğe bürünmek zorunda kalıyor.

Kendi iradesi ile tercih etmediği bir değişimdir bu.

Bu modelde, çalışanlar, İşletmenin kapısından girdiği andan itibaren iradelerini hiyerarşik bir yapıya teslim etmek zorundadır. Aksi takdirde o kapıdan bir daha giremez. İşini kaybetme korkusu her daim tepede sallanan bir kılıç gibidir.

Nasıl güleceği…

Nasıl konuşacağı…

Nasıl giyineceği…

Ne yiyeceği…

Ne kadar molaya çıkacağı…

Kaçta başlayacağı…

Kaçta bırakacağı…

Bu soruların hepsine 19 yüzyılın anlayışına göre yapılanmış bir irade karar veriyor.

Çalışanlar, aklı ermeye başladıktan itibaren, dışarıdaki hayatlarında, okullarına, mesleklerine, evliliklerine, giyimlerine, yiyeceklerine, her şeye kendileri karar verebiliyor.

Ama o kapıdan girdikleri andan itibaren, her şeylerini o görünmez iradeye ipotek ediyorlar.

Böyle bir modelde, çalışanlar işletmenin sürdürülebilirliğini değil, bir an önce terfi etmenin ve güç sahibi olmanın hesaplarını yapmaya başlıyorlar.

Zira bu modelde, muktedir olmak her şeyden önce gelir.

Bu nedenle, güçlerini ve becerilerini, işletmenin ortak hedefleri için değil, önlerindeki rakipleri alt etmek için sarf ediyorlar.

Ama artık bitiyor.

Y kuşağının açtığı gediği Z kuşağı yerle bir etti.

Gelecekte işletmeler ortak irade ve ortak akıl ile yönetilecek. Çok daha iyi olacak.

Demokrasiyi içselleştirmiş işletmeler ayakta kalacak.

14 Nisan 2022 Perşembe

Modern Zamanlarda Restoranınızı Markalaştırmak


Dünyanın en zor işlerinden birisi restoran işletmeciliğidir.

En başta gelen zorluk, bu mesleğe gönül vererek çalışan usta sayısının az olmasıdır.

Mutfakta çalışmayı seçen gençler, artık, uzun ustalaşma yılları yerine, hemen tepe noktalara gelmeyi ve mutfağı yönetmeyi tercih ediyorlar.

Bir başka zorluk ise, farklı tercihleri yönetebilmektir.

Çok farklı beslenme alışkanlıkları olan insanları ortak damak zevkinde buluşturmak, deveye hendek atlatmaktan daha zordur. Bu benzetme de bir abartı değildir.

Artan rekabet ve yavaş büyüyen pasta nedeniyle zorluk her yıl daha da artıyor.

Çözüm, markalaşmak ve sadık müşteri sayısını arttırmaktır.

Sadık, tavsiye eden ve savunan müşteri sayısı önemlidir. Sizi hayatta tutar.

Bir restoran nasıl markalaşır?

Öncelikli adım, basit, akılda kalıcı, kolayca telaffuz edilen ve sempatik bir isimdir.

Bu isim müşteriye bir şeyler anlatmalıdır.

Bir şeylerin sözünü vermelidir.

Müşteri bu isme hemen ısınmalıdır.

Sonra aşağıdaki liste gelir.

Menü

Logo

Renk ve yazı tipi

Görseller, duvar tabloları

Üniformalar

Reklam

Websitesi ve sosyal medya

Pazarlama

Müzik

Bahçe/Peyzaj

Aydınlatma

Bu listede yer alan faktörlerin tutarlı olması restoranınızı güvenli kılar.

Restoranınız arzu edilen bir mekana dönüşür.

Müşteriye dokunan her şeye özel ihtimam

Müşteri ile telefon iletişimi

Karşılama ve uğurlama

Bire bir konuşmalarda hitabet

Sosyal medya paylaşımları

Yemeği sunuş tarzı

Masayı temizleme

Servis sırasında yapılabilecek jestler ve ikramlar

Bunların hepsinde de özel bir dikkat ve duruş gerekir.

Markalaşmak için etkileşimi arttırın

Tam zamanında..

Ayarı kaçmayan sıklıkta..

Rahatsız etmeyecek içerik ve görsellerle..

Basit ve hemen benimsenen mesajlar vermek önemli bir etkileşim sağlar.

Ama dikkat edin. Ortalama bir kentli günde yaklaşım 5000 kadar reklama maruz kalıyor.

Bunun farkında olmayabilirler. Ama gerçek budur. İnsanlar, açık havada, radyoda, TV’de, sosyal medyada, mesajlarla binlerce kez reklam görüyor ya da duyuyorlar.

Bu durum, sizin çok acımasız bir rekabet ile mücadele etmeniz anlamına gelir.

Bu reklam bombardımanının arasından nasıl sıyrılacaksınız?

Öncelikli avantajınız, yemeklerinizin tadı, hizmetteki başarınızdır.

Onlarla etkileşiminizin temelinde mutlaka saygı ve empati olmalıdır.

Markanızın gücü elinizi güçlendirir.

Siz ve ekibiniz markanızın arkasında ne kadar sağlam durursanız, o kadar iyidir.

Mail yolu ile reklam, dozunda yapılırsa, akılda kalıcıdır.

Müşterinizi tanıyın. Bilgi edinin. Onlara istediklerini sunun.

Taklit yok, sahici olun

Müşterilerinizin çoğu, sizi tanımak için gelir. Bu noktada birkaç kez şans verir.

Bu şansları iyi kullanmalısınız.

Onları hayal kırıklığına uğratmamak için, müşterilerinize farklı, gerçek bir şeyler sunmalısınız. Bunun açıklaması, özgün olmaktır.

Markanız ile neler vaat ettiniz? Hepsini verin. Ama yerine getirmeyeceğiniz hiçbir söz vermeyin. Mesajınız ne kadar karmaşık olursa, markanız o kadar zayıflar.

Markanızı oluşturmak, gerçek olmak ve müşterilerinizle güven oluşturmakla ilgilidir.

Onların sadakati, başarınız için çok değerlidir.

Gerçek olmak aynı zamanda toplumu önemsemek demektir. Bölgeniz için iyi ve faydalı bir şey yapıyorsanız, günümüz müşterilerinin sizi sevme ve benimseme olasılığı artar.

İşletmeniz müşteriler ile ilgilidir, sizinle değil.

Restoranınızda veya internette mutsuz müşterilerle karşılaşırsanız, yorumlarına empati ve anlayışla yanıt verin. Doğrusunu sunmak için ne gerekiyorsa yapın.

Unutmayın, müşteri merkezli bir toplumda yaşıyoruz. Mutsuz bir müşterinin olumsuz yorumu bir kartopu gibi büyür. Kısa zamanda bir çığa dönüşür.

Eğer mekanda ya da sosyal medyada yapılan eleştiriye karşı hemen gardınızı alır ve savunmaya geçerseniz, o müşteriyi kaybettiğinizden emin olabilirsiniz.

Tutarlı olmanız şart

Kentteki yüzlerce mekandan birisi olarak bilinmek istemezsiniz. Müşteri sizin hakkınızda özel ve özenle konuşmalıdır. Yani herhangi bir mekan olarak bilinmek felakettir.

Bu noktada en önemli husus, tutarlı olmaktır. Reklam aşamasından, yemek sonrası uğurlamaya kadar her aşamada tutarlı olmalısınız.

Müşteri, tutarsız olduğunuza karar verirse, markanız değer kaybeder.

Onlara, sizi aforoz etmeleri için bir fırsat vermeyin. Bütün mesele, müşterinin kendisini çok iyi hissedebilmesini sağlamaktır.

Tutarlılık, personelinizle ve verdiğiniz eğitimle başlar. Güçlü çalışanlardan bir kültür oluşturun. Eğitimli ve yetkilendirilmiş ekipler, restoranınızın başarılı olmasına yardımcı olmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır.

Unutmayın. Çalışanlarınız, müşterilerinize sizin onlara davrandığınız gibi davranacaktır.

Çalışanlarınıza iyi davranarak onları da iyiliğe yöneltin.

Sabırlı olun

Markalaşma birkaç günde bitecek bir süreç değildir. Restoranınızın marka bilinirliğini oluşturması biraz zaman alır.

Ayrıca, işletmenizin artık bilinirliği yüksek bir marka olduğuna siz karar veremezsiniz. Bunu ancak hissedersiniz. Piyasa ve rekabetteki başarınız size bu hissi yaşatır.

Hayattaki çoğu şeyde olduğu gibi, en önemli anahtar sabırdır.

Markanızı oluşturmaya gelince bazı inişler ve çıkışlar yaşayacaksınız. Zor zamanlarda bile markanıza sadık kalın. Markanızı bilin ve yaptığınız her işte ön planda tutun.

İşletmenizi farklılaştırın

Marka kimliğinizin yaptığı budur. Sizi rekabette farklı kılar. Müşterilerinizin restoranınızı yakından tanımasını sağlar ve sadık müşteriler yaratır.

Güçlü bir markaya sahip restoranlar herkes tarafından bilinir ve kendi ayakları üzerinde durdukları için fazla rakipleri yoktur.

İyi markalı restoranlar, güçlü bir kimliğe sahip oldukları için avantajlıdır.

Markanız üzerinde çalışmaya zaman ayırdıysanız, müşterilerinizle duygusal bir bağ kurdunuz demektir. Bu bağ, harika yemekleriniz ve örnek hizmetiniz ile birlikte misafirlerinizin tekrar tekrar gelmesini sağlar.

Markanıza ince ayar yapın ve ardından çalışanlarınızın tam olarak neyi temsil ettiğinizi bildiğinden emin olun. Bu, onları marka mesajınızı müşterilerinize iletmeye hazırlar.


2 Mart 2022 Çarşamba

Rusya – Ukrayna: Hemen şimdi BARIŞ!

 

Bundan tam 13 yıl önce şunu yazmıştım;

“ İnsanlığın, uzak olmayan bir gelecekte, aşırı silahlı, kabadayı, ama küresel sistemin dışında bir üçüncü dünya ülkesi ile karşı karşıya kalma olasılığı çok güçlüdür. Rusya pazarında uzun vadeli beklentisi olanların, gelecek senaryolarını çok dikkatlice okumaları gerekiyor. On yıl sonrası için beslediğiniz umutların üzerine bu jeopolitik gölge düşmesin.”

Yani demek istedim ki,

Avrasya’da henüz kalıcı bir denge oluşmadı. SSCB’nin mirasçısı Rusya, kendisini küresel sistemde bir yere konumlandıramadı. Küresel sistemde onurlu bir yer arayışı devam ediyor.

Eğer kısa zamanda bu yeri bulamazsa, hırçınlaşabilir. Bu hırçınlık ise, dışlanmış, güven vermeyen bir Rusya doğurabilir.

Şimdi gelelim bugüne.  2 Mart 2022

13 yıl önce yazmış olduğum yukarıdaki öngörünün ışığında bir analiz yapalım. Ne oluyor ve ne olacak sorularına cevap arayalım.

Bu satırlardan sonrası bugün ve sonrasına dair tahmin ve beklentileri ifade edecektir.

Bu hırçınlığın sosyo kültürel bir teşhisi vardır; Emperyal Refleks

Yani, imparatorluk sonrası sendromu.

Bu refleks, İmparatorlukların dağılmasının ardından birkaç kuşağı teslim alır. Yani birkaç kuşak, bu dağılmanın yarattığı korku ve öfke ile, gelişmekte olan sürece tepki verir. Eski gücün ve etki alanının özlemi ile davranır. Geçmişe dönüş için hayal kurar.

Bu refleks Osmanlı sonrasında görüldü.

Birinci Dünya Savaşında dağılan Alman İmparatorluğu sonrasında da görüldü.

Bir zamanlar Dünyanın neredeyse yarısına hükmeden SSCB – Sovyetler Birliği sonrasında da devam etmesi kaçınılmaz bir sonuçtu.

Toplumu yönlendiren siyasi ve entelektüel elitler bu refleksi yaşar ve yaşatır.

SSCB’nin dağılmasının üstünden çok uzun bir zaman geçmedi. Bu refleksin en az 20-30 yıl kadar devam edeceğini öngörmek yanlış sayılmaz. Zira hükmetme duygusu, toplumların dna’sına kadar işleyen bir haz alışkanlığı yaratır.

1990 öncesi sistem, Rusların sosyal genetiğine bu hazzı kodladı. Bu hazzın temizlenmesi birkaç kuşak sürebilir. Bu da asgari bundan 20-30 yıl sonrasına tekabül eder.

Rusya’da eksik olan nedir?

Orta sınıfların gelişmediği ülkelerde birçok risk vardır. Demokrasi, serbest rekabet, şeffaflık, ifade özgürlüğü gibi kavramlar vücut bulamaz.

Bu kavramların sahibi orta sınıflardır.  Bu sınıfların yokluğunda, siyaset, ekonomi, sosyal yaşam iki zıt kutup arasında kalır. Bu iki kutup tarafından biçimlendirilir.

Ortaya çıkan sosyo-ekonomik tablo ile çağdaş demokrasinin bir benzerliği yoktur.

Sınıfsal ayrışma iki kutupludur; en zenginler-en fakirler.

Orta sınıfların yokluğunda, siyasi alan ile birlikte toplumsal hayat, en yoksullar ve güce tapanlar tarafından ilahlaştırılan bir otoriteye kalır.

Ülke ve ulus, kaderini bu tartışmasız otoriteye zimmetler.

Özgür hukukun ve sivil toplumun denetimine tabi olmayan her karar büyük risklere gebedir. Ülkelerin uzun vadeli geleceği ile oynanabilir.

Uluslara tecrit, kısıtlama, ötekileşme olarak geri dönebilir. Şimdi böyle bir senaryonun gerçekleşmekte olduğu söylenebilir.

Kontrolsüz güç, aslında güç değil, zaaftır

Haklı ya da haksız gibi tanımlamalara girmeksizin bir gözlem yapalım.

Rusya siyasi eliti ve liderliği, Gürcistan, Kırım, Suriye gibi coğrafyalarda kazandığını düşündüğü göreceli üstünlüğü ‘ egzajere etti’.

Olması gerekenin çok üstünde bir önem atfetti.

Anadolu köylerinin geleneksel ifadesi ile Dünyanın artık kendisi için bir köpeksiz köy olduğuna ve değneksiz gezebileceğine hükmetti.

Bu hükümden aldığı cesaret ile yeni maceralara girişebileceği vehmine kapıldı.

Geldik bu güne.

Ukrayna’ya saldırdı.

Beklentisi, siyasi liderliğin hemen dağılması ve Ukrayna’nın da kısa sürede gardını indirmesi idi. Olmadı. Siyasi liderlik direnişi seçti.

Ukraynalılar da sivil ve asker olmak üzere, bu direnişe tereddütsüz katıldı. Bu noktadan itibaren Rusya liderliğinin işi çok zor.

Ukrayna en az bin yıllık tarihi olan bir ülke ve üstünde yaşayan insanlar da bir Ulus. Son saldırı Ukraynalıları bir ulus olma iradesinde daha çok kenetledi.

Batı bu sürecin neresinde?

Uluslararası hamleler tesadüflerle yapılmaz.  Yani, Dünyaya bilim ve aklın açısından bakanlar, uluslararası hamlelerin aniden gelişen spontane hareketler olmadığını bilirler.

Özellikle Batı bu alanda çok ustadır. Küresel satrancı çok iyi oynar.

Bu gözleme bağlı olarak, Batı tarafından, Gürcistan harekatından bu güne ilmek ilmek örülen bir stratejiyi tahmin etmek zor değil.

Bu kez satranç tahtası olarak Ukrayna belirlenmişti.

Rusya liderliği, bilge savaşçı Sun Tzu’nun o muhteşem önerisini unuttu.

Usta der ki;

“ Rakibinin seçtiği savaş alanını ve silahları değil, kendi alanını seç”.

Çağın şartları, iki akraba ulusun aralarındaki sorunları masada çözebilmesi için son derece uygun idi. Birçok başka coğrafyada örneği olduğu üzere, Rusya ve Ukrayna bir araya gelebilir, tarihten gelen bağların barışçıl şemsiyesi altında müzakerelere başlayabilirdi.

Masa her zaman barışçıl sonuçlar doğurur.

Rusya liderliği bunu yapmadı. Özellikle bir yılı aşkın bir süredir örülmekte olan kapana kendi ayakları ile girdi. Tuzağa düştü. Beklemediği bir direnişle karşılaştı.

Şimdi bu tuzaktan yarasız beresiz çıkmak için yol arıyor. Yaşanan bütün trajediye rağmen barışa bir şans vermek için, her iki liderliğin elinde de yeterince güç var.

Verilmeli de.

Avrasya’nın sorunları Avrasyalılar tarafından çözümlenir.

Putin, dağılmakta olan Batı’yı hayata döndürdü

Fransa lideri Macron bir süre önce “ NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” demişti. Almanya, Fransa, ABD, İngiltere arasında hızlı bir kopuş süreci yaşanmakta idi.

NATO’nun işlevi ve gerekliliği tartışma konusu olmaya başlamıştı.

Batı, artık küresel bir tehdit kalmadığı gibi bir ön kabulden hareketle, NATO’ya ömür biçiyordu. Şimdi Dünya Ukrayna ortak paydasında birleşti.

Bu gelişmelerden sonra, Rusya’nın Ukrayna hamlesinin kime yaradığını sorgulamak gerekmez mi? Şimdi temel soru şu: Kim zararlı çıktı?

Hibrit savaş sahnede

Şimdi Batı ve Ukrayna, cephedeki savaşı da kapsayan hibrit bir savaşı başlattı. Ki, askeri alan bu genel savaşın belki de küçük bir parçası.

Bakın neler oluyor?

Rusya, Dünya genelinde bir izolasyona maruz kaldı. Başta Batı olmak üzere, İnsanlık Rusya’yı vicdanen mahkum etti. Bunu sadece duygusal bir tepki boyutunda düşünmemek gerekir. Bu duygusal tepki daha büyük tepkileri tetikleyecek.

İnsanlar, duygusal olarak koptukları kültürden her anlamda uzaklaşır.

O ülkenin sanatına..

Kültürüne..

Sporuna..

Ürünlerine..

Siyasetine..

Boykot uygularlar.

O ülkeye turist hareketi durur..

O ülkeden turist trafiğine soğuk bakarlar..

Sistemi oluşturan büyük ekonomik ve sosyal aktörler, o ülkeyi sistem dışına iterler.

Nitekim şu an itibarıyla bu süreç başladı ve hızlanıyor.

Kısa vadede patlayan bu izolasyon ve boykotun yıkıcı etkileri zamana yayılacak. Bu dev ülkenin yakın gelecekte ekonomik açıdan zora düşeceğini göreceğiz.

Orta vadede, içe dönük bir Rusya ortaya çıkacak. Görünen o ki, Rusya hızlı bir izolasyon ile yüz yüze kalacak ve ötekileşecek.

Rusya içinde bir muhalefet hareketi var ve giderek güçlenecek.

Bu yaptırımlardan sadece Rusya mı zarar görür?

Rusya’nın dışlandığı bir Dünyada her şeyin güllük gülistanlık olacağını düşünmek ham hayal olur. Tahteravallinin bir tarafının boşalması halinde, karşı tarafın hızla yere çakılması gibi bir dengesizlik patlar. Herkes ve her şey zarar görür.

Dünya ekonomisi büzüşür. Ticaret zayıflar. Gıda ve tarım ürünleri tedariki azalır. Gıda fiyatları patlar. Daha kötüsü gıdaya erişim imkansızlaşır.

Petrol ve gaz tedariki kesilir. Bu ürünlerin fiyatı patlar. Ulaşım ve genel anlamda nakliye dünyası biter. Ülkelerin içinde ve ülkeler arası zincir kopar.

Dünyanın turizm ülkeleri felakete sürüklenir. Ki burada en az 1 milyar insanın yaşadığı bir turizm coğrafyasından bahsediyoruz.  On milyonlarca turizm çalışanı işsiz kalır. Ekonomisi turizme dayalı onlarca ülke iflas eder. Açlık başlar.

Sosyal patlamalar başlar ve hızlanır.

Süreç bir kıyamete evrilir.

Dünya bir sosyal ve ekonomik buzul çağına girer.

Çözüm sürecinin Mart ayı bitmeden hızlanacağını öngörebiliriz. Buna İngilizlerin bilinen ifadesi ile ‘ wishfull thinking’ de diyebilirsiniz. Ama umudu korumak gerekir.

Kısa ve orta vadede gerilimin düşmesi en kuvvetli olasılık gibi görünüyor.

Daha keskin bir kopuşu ve cepheleşmeyi hiçbir siyasi liderlik göze alamaz. Daha fazla gerginlik daha fazla sefalet, daha fazla korku demektir.

Bu tür gerilimler toplumları tehdit eden fay hatlarını tetikler. Ulusal, bölgesel ve küresel depremler bir bütün olarak insanlığın geleceğini karartır.

Bunu göze alabilecek bir siyasi çılgınlık yoktur. Olmaması gerekir.

Ukrayna ve Rusya halkları toplumsal gururu çok önemserler. Yaşanmakta olan savaşın, bir tarafın yenilgisi ya da teslim olması ile sonlanması olasılığı sıfırdır. İki halk da bu olasılığa karşılık, savaşı ya da ölümü tercih ederler.

Ukrayna’dan başlayarak Doğuya uzanan coğrafyada toplumsal DNA böyledir.

O halde çözüm uzlaşmadır.

Kimsenin yenilmediği..

Kimsenin diz çökmediği…

Barış ve anlayış temelinde bir uzlaşma..

Böyle bir uzlaşma Avrasya’da bir ilk olur. Bu coğrafyaya bambaşka bir yaşamın kapısını açar. Bundan sonraki gerginlikler için bir model olur.

 

 

11 Şubat 2022 Cuma

İş Yaşamının Kanseri – Kurumsal Mahkumiyet

Kurumsal mahkumiyet bir kanserdir.

Aklınızı ve ruhunuzu çürüten bir kanser. 

İşin kötü tarafı, bu kanser fiziksel kanserden daha sinsidir ve daha fazla zarar verir.

Bakalım bu kurumsal mahkumiyet nasıl bir kansermiş?

***

İlk günün heyecanı tamamen bitmiş. İşletmeye hiçbir aidiyet duygusu kalmamış.

Sabahları işine ayaklarını sürüyerek geliyor.

Mesai sonrasında ise, işletmeden dışarıya, adeta hapishaneden tahliye oluyormuş gibi koşarak çıkıyor. İşe geliş ve gidişi adeta bir saatin tik takları gibi rutinleşmiş.

Renk yok. Anlam yok. Hayal yok. Hırs yok.

Ama her iki taraf da bu durumun adını koymayı erteliyor. İki taraf da, artık bitti, cümlesini seslendirmekten kaçınıyor. Zoraki, ama mutsuz bir evlilik gibi.

Bu noktada, alınması gereken bir karar var. Veda.

Ama iki taraf da bu veda kararını veremiyor.

İki taraftan birisinin bütün enerjisini toplayıp, karşı tarafa samimi ve saygılı bir biçimde, veda, demesi en doğru adım olacaktır.

Ama tam tersine, enerji ve zaman bu anlamsız ve işkence gibi beraberliği sürdürmek için harcanıyor. İşin kötüsü, bu beraberlikten hiçbir güzellik çıkmıyor.

Ruhlar zehirleniyor.

Bunun adı Kurumsal Mahkumiyettir

Burada, Esaretin Bedeli filmini anımsayalım. Red, Andy’e şunları söyler;

“ Biz artık Kurumsal Mahkumlar olduk. Bu kadar uzun süre burada kaldık ve artık bu kurum ile bütünleştik. Mutsuz olsak bile, bu kurumun dışındaki hayat bizi korkutuyor. Bu nedenle bu kurumda sonsuza kadar kalmayı tercih ediyoruz.”

Zihinlerdeki hapishanelerin duvarları, bu alışkanlıklardan ve korkulardan örülüdür. Bu duruma özel olarak şunu söyleyebiliriz. İş hayatında mutsuzluğun kaynağı, zihinlerde yarattığımız hapishanelerdeki esarettir.

Dünyaya bir bakın.

Küresel çapta ya da daha küçük ölçekte, başarılı olanların ilk adımı vedadır. Bunu daha keskin bir ifade ile, terk etmek olarak da tanımlayabiliriz.

Mutsuz olduğu alanı..

Önünü kesen çevreyi..

Şartlanmaları..

Korkuları.

Terk eden kazanır.

Dışarısı fırsatlarla dolu. Ama elini uzatmazsan yakalayamazsın. Elini uzatman için ise, o zihinsel hapishanelerin duvarlarını yıkman gerekir. Cesaretli ol.

Terk etmediğin sürece o kurumda bir pozisyonu haksız ve gereksiz yere işgal ediyor olacaksın. O pozisyona heyecan ve renk katacak bir adayın önünü keseceksin.

Sen orada olduğun için, o pozisyon o kurum için bir tümöre dönüşecek. Bunun yaratacağı acıdan sen de payını alacaksın, gerileceksin.

Bir tek soru sor kendine.

Bütün mesele bu cesur soruyu sorarak ilk adımı atmakta.

“ Neden korkuyorum?”

Doğru ya..

Nedir sizi korkutan?

Cesur bir adım atın.

Zihninizi ve kalbinizi özgürleştirmenin önündeki korkunun kaynağını merak etmiyor musunuz? Merak edin. Araştırın. Bulun ve o korkuyu yenin.

O korkuyu yendiğinizde, başınızı kaldıracaksınız.

Başınızı kaldırdığınızda, görebileceğiniz alanın neredeyse uçsuz bucaksız olduğunu fark edeceksiniz. Ufuklara bakacaksınız. Gözünüzün önündeki perde kalkacak.

Bu uzaklıklara baktığınızda, evrenin bambaşka renklerini göreceksiniz.

Zihniniz önünüze dev bir tuval koyacak.

Elleriniz hemen fırçalara, boyalara gidecek.

Size özel o tuvale dilediğiniz gibi yollar çizebileceksiniz. Dilediğiniz yola, dilediğiniz zamanda çıkacaksınız. Dilediğiniz yerde mola verebileceksiniz.

Bunun için değişin.

İş ve çalışmak ile ilgili bakış açınızı çağa uygun olarak güncelleyin.

Sizden bir tek var.

Size sunulan hayat bir tane.

Bu hayatın beslendiği tek alan iş değil.

Çalışmayı, hayatınızın merkezinden çıkarın.

Yerine sağlıklı ve mutlu yaşama arzusunu koyun.

Klasik ifade ile kendinize zaman ayırın. Bakın bu daveti küçümsemeyin. Kendinize gerçekten de zaman ayırın. Hem de ayırabildiğiniz kadar.

Mahkum olduğunuz kurumdan özgürlüğe ilk adım attığınızda..

Boşlukta kalmaktan korkmayın..

İlk denemelerde başarısız olmaktan korkmayın…

Yalnız kalmaktan korkmayın.

Çaldığınız kapıların açılmamasından korkmayın. Kim bilir, belki de o kapıları size açmayanlar kaybediyordur. Bir de böyle düşünün. Kendinizdeki değere inanırsanız, böyle düşünürsünüz ve kaybedenin onlar olduğuna inanırsınız.

Bir an gelir. Doğru yerde, doğru kapı açılır. Orada yeni bir hayat filizlenir.

Bu yolda yanınıza almanız gereken üç şey;

Umut. Cesaret. Moral.

3 Şubat 2022 Perşembe

Turizmde Çalışanlar Nasıl Mutlu Olur?

Bu başlığı okuyanların çoğu hemen konuyu maaşlara getirecektir. Yüksek maaşın çalışanları mutlu edeceği cevabını verecektir. Onlara göre tek ölçüt paradır.

Günümüzün ekonomik şartlarında bu cevap göreceli olarak doğrudur.

Evet. İnsanlar daha yüksek gelirler ile mutlu olurlar. Ama bir süre sonra bu mutluluk sıradanlaşır. Alınan maaşın yüksekliği önemsizleşir.

İkinci olarak verilecek cevap, barınma şartları olabilir. Evet. Lojmanlarda barınma şartları çok iyi ve sağlıklı olmalıdır. Bu da önemli bir ölçüttür.

Çalışanların işyerine geliş ve dönüş servislerinde de şartlar çok iyi değildir. Çalışanlar bu yolculukta çok rahat edemiyorlar. Haklılar.

Turizm çalışanının mutluluk beklentisi bunlarla sınırlı değildir.

Özellikle turizm sektöründe çalışanlar için, mutlu olma yolları daha farklıdır. Ya da daha açık bir ifade ile şöyle diyelim; turizmciler daha rafine zevklere sahiptir. Mutlu olmak için beklentileri diğer insanlara göre farklıdır. Onlara farklı seçenekler sunmak gerekir.

Sektör ile çalışanlar arasındaki etkileşimi heyecan ve mutluluk temelinde yükseltmek gerektiği açık bir görev olarak önümüzde duruyor.

Şimdi, turizm çalışanlarının sektör ile aşklarını tazeleme zamanıdır.

Önce, işletme ile çalışan arasındaki ilişkiyi kuru bir görev tanımın ötesine taşımak gerekiyor. İlk adım bu olmalıdır.

Eğer süreç, sadece basit bir görev tanımı temelinde yürütülürse, adeta saatin tik takları gibi, her gün aynı olan bir işleyişi görüyoruz. Yani çalışanın 24 saati şöyle geçiyor;

Uyan – Servise yetiş – Otele gel – Kısa bir görev dağılımı- Çalış – Servise yetiş – Eve gel- Akşam yemeği- Yorgunluk – Kısa bir sohbet – Uyku

Sosyalleşme?

Eğlence?

Sosyal tatmin?

Eğitim?

Heyecan?

Dünya ile etkileşim?

Bunların hiçbirisi yok!

Artık makas değiştirme zamanı

İşletmeler artık farklı bir İnsan Kaynakları Stratejisi hazırlamalı.

Çalışanları ile arasındaki iletişim ve etkileşim kanallarını çoğaltmalı.

Her bir çalışan kendisini ifade edebilecek olanaklar bulmalı. Bunun için kendisine yardımcı olunmalı ve fırsatlar sunulmalı.

Bunları hayata geçiremezsek, turizm sektöründeki yetenek erozyonu artarak devam edecek. Sektör tamamen eğitimsiz ve yetersiz işgücünün elinde kalacak.

Çalışanlarınızın gülümsemesi önemlidir. Ama nasıl?

Bu gün yorum sitelerinde, her 10 yorumdan 3 tanesinde çalışanların suratının asık olmasından şikayet ediliyor. Ne yazık ki bu doğru bir tespit.

Turizm çalışanlarının yüzü asık.

Ama neden?

İnsan biyolojisinin bir gerçeği vardır. Sağlıklı, huzurlu ve mutlu insan gülümser.

İnsanların sağlıklı ve huzurlu olmalarının yolu da, iyi dinlenmekten, iyi beslenmekten, spor yapmaktan geçer. Çalışma şartları da önemli bir etkendir.

Eğer çalışanlarınız, geçim zorluğu çekiyor ise.

Sağlıklı beslenemiyor ise.

Spor yapamıyor ise.

Çalışma şartlarından memnun değilse.

Ondan gülümseme bekleyemezsiniz.

Bu strateji için yol haritası önerileri

Şimdi gündemde, sürdürülebilir turizm kavramı var. Kaynakların iyice daraldığı bu ortamda, sürdürülebilirlik en önemli görev olarak önümüzde duruyor.

Ama bu görev, çalışanların gönüllü katılımı olmadan hayata geçmez. Onların kafa ve gönül olarak bağlanmadıkları projeler atıl kalmaya mahkumdur.

Çalışanlarınızı Çevre İçin göreve davet edin

Yeşil Turizm kavramını anayasanıza koyun ve çalışanlarınızı bu hedef için seferber edin.

Dünyada birçok otel grubu artık Yeşil Turizme geçiyor. Ya da geçme sözü veriyor.

Tek kullanımlık plastiklerden vazgeçiliyor.

Oteller sıfır çöp aşamasına gelmek için projeler üretiyor.

Karbon ayak izlerini sıfırlamak acil bir görev haline geldi.

Çağı doğru okuyan işletmeler artık bu süreçlere çalışanlarını da seferber ediyor.

Görev grupları kuruyor. Bu görev gruplarına, sürdürülebilir turizmin heyecanını, mutluluğunu aşılıyor. Onlara bambaşka bakış açıları kazandırıyor.

Örneğin bir zincir 3R isimli bir görev grubu oluşturmuş;

Reduce

Re – Use

Re – Cycle

Bu çalışma grupları zincirin sürdürülebilirlik projelerini oluşturuyor ve yönetiyor.

Ekonomik açıdan rahatlamış olan çalışanlarınız, kendilerini böyle hedeflere adamaktan çok mutlu olacaklardır. Bu potansiyeli değerlendirin.

Çalışanlarınızın Dünya ile ilgilenmesini sağlayın

İş ve ev arasında, durgun ve renksiz bir hayata dalıp gitmiş olan çalışanlarınızı uyandırın. Türkiye’den ve Dünyadan haberlerle besleyin.

Çevreleri ile bağlarını güçlendirin. Bu, onların hayatlarına anlam ve renk katacaktır. Dünya ve Türkiye ilgilenen çalışanlar, görevleri ile de daha ilgili olurlar.

Bunun için, haber/bilgi grupları kurabilirsiniz. Her grupta bir çalışan Dünyadan ve Türkiye’den ilginç haberleri derleyip bu gruplar ile paylaşabilir. Bu haberler hayatın her alanından olabilir, ama öncelik sektör ile ilgili olanlar olmalıdır.

İşin içine eğlence katın

Eğlenerek çalışan insan daha keyifli çalışır. Yaptığı işten mutlu olur. Bunu da çevresine yansıtır. Unutmayın, mutluluk bulaşıcıdır. Hem çalışanlara, hem de konuklara bulaşır.

Çalışanınız işini mükemmel yapsa da, eğer gülümsemiyor ise, bu yapmakta olduğu işten çok fazla keyif almadığı anlamına gelir. Ne kadar başarılı olursa olsun, o anda misafir ile pozitif bir etkileşim içine giremiyorsa, sonuç olumsuz olur.

Bunu sağlamanın yolu da, işlerine eğlence katmaktan geçer. Bütün oteller için geçerli olacak bir eğlence katma formülüm yok, ama her işletme kendi içinde yapacağı gözlemler ile bu konuda kendine özel çözümler üretebilir.

Çalışanlarınızın hayatına spor katın

Çalışanlarınızın spor yapmasını teşvik edin. Onları ödüllendirin.

Öte yandan, hangisi olursa olsun, spor etkinliklerini takip etmelerini sağlayın.

Bu öneri ile sadece futboldan bahsetmiyorum. Dünya Olimpiyat Komitesi tarafından tanınan 50 kadar amatör spor var. Her birisi farklı bir heyecan kaynağı. Onları bu sporlar ile ilgilenmeye yöneltin. Bu sporları izleyebilmek için çok kanal ve platform var.

İşletmenizde çalışanlar için de bir spor merkezi açmaya ne dersiniz?

Dahası da var.  Onlara dev ekranlarda bu spor karşılaşmalarını izleme şansı verin.

Bir gün, Otelinizin bir salonunda, kahvesini ya da çayını içerken, Dünya Dans Sporları Şampiyonasını izleyen çalışanlar olması işletmeniz için muhteşem bir kazanım olacaktır.

Onları tiyatro ile kaynaştırın

Çalışanların tiyatro ile ne ilgileri olur? Eğer kafanızda böyle bir soru varsa, silin. Eğer onların hayatına tiyatroyu katarsanız, sadece mutlu olacaklardır.

Tiyatro izlemelerine yardımcı olun. Bilet hediye edin. Çalışma programlarını buna göre ayarlayın. Her çalışanınız – eğer buna gerçekten ilgi duyuyor ise- ayda bir kez tiyatro oyunu izlemesine yardımcı olun. Size geri dönüşü mükemmel olacaktır.

Sadece tiyatro ile sınırlı kalmayın

Eğer onlara zaman ve imkan tanırsanız, çalışanlarınız içinde çok sayıda insan operaya, baleye, konserlere de ilgi duyacaktır. Onların bu konudaki eğilimleri ile ilgili önyargılarınızdan kurtulun. Opera ve bale izleyen çalışanlarınızın sanatsal hassasiyeti yükselir. Bu da, onların çevrelerine daha zarif davranmalarını sağlar.

Müzik konserlerine gitmeye teşvik edin. Türk Sanat Müziği, Pop Müzik, Halk Müziği, Batı Müziği. Hepsi değerlidir. Onları bu konserlere gönderin. Gruplar halinde gitmelerini sağlayın. Birlikte gitsinler ve birlikte mutluluk üretsinler.

Çalışanlarınızı gezilere gönderin

Onlarda bir yaşamdaşlık bilinci uyandırmak için, yaşadıkları kentin içinde ve çevresinde birlikte geziler düzenleyin. Gidilen yerdeki havayı birlikte teneffüs etsinler. Ortak eğlence ve öğrenme paydasında buluşsunlar.

Nerelere gezi düzenlenebilir?

Müzeler

Antik şehirler

Doğal güzellikler ( Kanyon, Şelale, Göl vb )

Mahalleler

Komşu vilayetler

Onları prestijli akıl oyunlarına yönlendirin

Böylece hem eğlenirler, hem de dikkatleri ve çözüm becerileri gelişir. Bu oyunlara kafa yorarak, kendilerini faydalı olmayan faaliyetlerden korumuş olurlar.

Odaklanma becerileri güçlenir.

Neler olabilir?

Satranç

Briç

Dama

Go

Araştırma yapılırsa, seçenekler artabilir. Bu oyunlara olan ilgilerini yükseltmek için turnuvalar düzenleyebilirsiniz. Ödüllü turnuvalar her zaman ilgi odağı olmuştur.

İçerideki yetenekleri keşfedin

Eğer çalışanlarınız ile yakın ve düzenli bir ilişki kurabilirseniz, çok önemli veriler elde edersiniz. Ama bu ilişki sürekli olmalıdır. Samimiyet olmazsa olmazdır. Çalışanlarınız, gerçek anlamda bir aile içinde olduklarını duyumsamalıdır. Böyle yaparsanız içlerindeki farklı potansiyeli keşfedebilirsiniz.

Ne gibi yetenekler olabilir?

Bu kalabalık kadro içinde enstrüman kullananlar olabilir. Onları bir araya getirip otelinize renk katacak bir müzik grubuna ne dersiniz?

Çalışanlarınızın arasında rol yeteneği olanlar vardır. Mizah ve stand up becerisi güçlü çalışma arkadaşlarınız olabilir. Onların önünü açarak bir tiyatro ekibi oluşturmak nasıl olur? Bence çok farklı bir motivasyon kazandırmış olursunuz. Aidiyet duyguları güçlenir.

Dans ya da folklor alanlarını da yabana atmayın. Hiçbir çalışan hakkında peşin hüküm vermeden bu alanda da bir araştırma yapın. Hiç ummadığınız kadın ve erkek çalışanlarınızın bu alanlara ilgi duyduğunu görebilirsiniz. Sevinin ve kabul edin. Onlara da alan açın.

Eğer yeterli sayıda dansçı ve folklorcu varsa, neden ekipler kurmayasınız ki? Otelinizin ismi ile anılan bir dans ekibi ya da bir folklor grubu çevrede harika bir etki yaratır. Böyle ekipler, sizin, turizm çalışanları nezdinde prestij ve sempati elçileriniz olurlar.

Daha da ileri gidelim.

Bu ekipleri otelinizin eğlence programlarına da dahil edebilirsiniz. Çok etkili olur. Zira konuklar işin ticari boyutu olmadığını görür ve daha çok beğenirler.

Amatör sporlarda takımlar kurabilirler. Bu da harika sonuçlar ortaya çıkarır. İzin verin ve destekleyin. Yer tahsis edin. Spor yapsınlar. Çok yararlı olur.

Başka alanlarda da gizli yetenekler ortaya çıkabilir.

Amatör aşçılar

Barmenler

Ressamlar

Fotoğrafçılar

Çiçek uzmanları

Süslemeciler

Bulun ve değerlendirin.

İyi bir geliri olan, iyi koşullarda barınan, temiz ve sağlıklı vasıtalar ile transferi sağlanan, kendisine fırsatlar verilen, yetenekleri keşfedilen ve desteklenen, barışçı bir çalışma ortamı sağlanan çalışanlar gülümser. Bununla da kalmaz, konukların da gülümsemesi için elinden ne geliyorsa hepsini ortaya koyar. Onları da mutlu etmeyi başarır.