30 Aralık 2014 Salı

Avrasya - Türkiye, Turizm Savaşları ve Sun Tzu

Avrasya, strateji biliminin deney tahtasıdır. Bu devasa coğrafyada ülkeler arası ilişkiler yılda birkaç takla atar. Dünün düşmanları bir anda dost olabilir, en azılı düşmanlar bir yıldan az bir zamanda kol kola girebilir.


Asya-Avrupa kütlesi, jeostratejistler tarafından tek bir kıta gibi algılanır ve Lizbon’dan Vladivostok’a kadar olan coğrafya Avrasya olarak tanımlanır.

Avrasya anlaşılmaz, kuralsız ve vahşi bir coğrafyadır. Masaya briç oynamak için oturulur, bir süre sonra taraflar kendilerini poker oynarken bulabilirler. Zira bu coğrafyada dengeler sürekli bir kazanan/kaybeden terazisi üzerine kuruludur.

Avrasya, küresel egemenlik peşinde koşan güçlerin iktidar mancınığıdır. Bu dev coğrafyaya egemenlik, Dünya’ya yön verme hakkını sağlar.

Avrasya’nın en zor bölgesi ise Türkiye’dir.

En başta jeopolitik konumundan ötürü böyledir. Coğrafyacılar Türkiye’yi Batı ile Doğu’nun birleşme noktası olarak tarif ederler ve bu birleşmeye çoğu zaman kutsal bir anlam yüklerler.

Türkiye, Batı ile Doğu’nun birbirine çok yakın siperlerde, her an kapışmaya hazır oldukları bir cephe ülkesidir de. Coğrafi koordinatlarınız ve emperyal mirasınız, size, böyle bir cepheleşmede tarafsız kalma lüksü tanımaz.

Bağımsız politikalar uygulamanızdan rahatsız olan küresel aktörlerin ellerindeki röntgenlerde, Türkiye’nin jeopolitik karnının bütün fay hatları olanca netliği ile görülmektedir. Bu fay hatlarına, belirli periyotlar ile uygulanan güç denemeleri, Türkiye’yi zafiyete düşürebilmektedir.

Türkiye’de yaşamak zordur.

Türkiye insanı uzun zamanlardan bu yana gardını almış pozisyonda yaşamak zorundadır, bu pozisyon adeta içselleştirilmiştir. Türkiye’de iktidar hep birilerini ötekileştirme ve onun üzerinden haklılığını, güçlülüğünü kanıtlama üzerine kurulmuştur. Her ötekileştirilen iktidarı düşman bellemiş, kin, öfke, güç biriktirmiştir. Gerginlik sorundur. Zorluktur.

Türkiye’de yatırımcı olmak da zordur.


Çünkü Türkiye’de yatırımcıların Batı’lı rakipleri karşısında çok önemli bir dezavantajları vardır.

Değişken politik ve ekonomik gündem, yatırımcılara uzun vadeli düşünme, stratejik kararlar alma ve bunlara odaklanma fırsatı tanımaz. Batı’lı rakipler 5-10-20 hatta 30 yıllık geleceğe yatırımlar yapma avantajını kullanır.

Kurlar, rekolte, politik senaryolar, iklim gibi önemli faktörlerde, yanılma payı çok düşük öngörüler üretebilirler. Bu öngörülere dayanarak uzun vadeli politikalar oluşturabilirler. Türkiye’de, bir ay sonrası için tahmin yapmak, en başarılı ekonomi- politik falcılarının bile zorlanacağı bir iştir.

Türkiye’de turizm yatırımcısı olmak daha da zordur. 

Gerek Devlet politikaları, gerekse Bölgesel istikrarsızlık açısından bakıldığında en zor yatırım alanı olarak turizmi tespit etmek mümkündür.

Turizm, hayat karşısında bir kelebek hassasiyetindedir. Ekonomik belirsizlikler, terör, savaş, salgın hastalıklar, iklim dengesizlikleri, biyolojik terör, Ülke içi istikrarsızlık tatilcileri bir anda tercih değiştirmeye zorlar.

Türkiye turizminin, birkaç yıl sonrası için vaziyet alabilmek gibi bir şansı dün yoktu, bugün yok, uzun bir süre de olmayacak gibi görünüyor.

Bu girişten sonra, politika oluşturan, karar alan, yatırım yapan meslektaşlarımı bir bilge savaşçı ile tanıştırmak isterim.

SUN TZU

Bıraktığı eser sadece muharebe alanlarındaki çarpışmalarda değil, hayatın her alanında, yüz yüze olduğumuz kapışmalarda rehberlik edebilecek bir teorik derinliğe ve her zaman taze kalacak güncelliğe sahip.

Türkiye’de, turizmcilik bir savaş ise.

SUN TZU’yu anlamak, kavramak ve bilgece önerilerinden küresel kavgamızda yararlanmak zorundayız.


“Belirli bir teşebbüs ruhu geliştirmeden savaşlarını kazanmaya ve saldırılarında başarılı olmaya çalışan kişinin kaderi kötüdür. Sonuç zaman kaybı ve genel durgunluktur. Savaşlarında ve saldırılarında başarıyı garantilemek isteyenler uygun anlar geldiğinde görüp değerlendirebilmeli ve kahramanca eylemlerden ürkmemelidirler. Yani ateşle, su ve benzeri araçlarla saldırı yöntemlerine başvurmalıdırlar. Yapmamaları gereken şey, ki bunun kendileri için zararlı olacağını göreceklerdir, sessizce bekleyip sadece sahip oldukları avantajlara güvenmektir.”

İzin verirseniz yukarıdaki paragrafı kendi işletme ve yatırım anlayışıma göre bugüne uyarlayayım;

"Bir girişim ruhu olmadan, genel yatırım rüzgarı öyle esiyor diye bir yatırıma girişen sermayedar başarısız olmaya mahkumdur. Kazmayı vurduğu andan itibaren bir strateji belirlemeden, kısa ve orta vadede sektörün başına gelebilecek kazaları öngörmeden ve bu öngörülere göre hazırlıklar yapmadan yapılan bir girişim ilk darbede yara alacaktır. Yatırım düşüncelerinde ve rekabet dünyasında başarıyı garantilemek isteyenler uygun zaman ve şartlar geldiğinde bunu değerlendirebilmeli ve cesur kararlar alabilmelidir. Yani, kaliteyi daha da arttırarak, agresif tanıtım ve satış programlarını hayata geçirerek rakiplerine saldırmalıdırlar. Fırsat zamanları geldiğinde, avantaj gibi görünen konumlarına güvenerek, edilgen bir bekleyişi tercih etmek rekabette geride kalmak anlamına gelecektir."

Sun Tzu Usta ile devam edelim;

“Düşmanın durumunu öğrenmelisiniz ”

“Rakiplerinizin hücrelerine kadar girip bütün işleyişi, bütün programlarını öğrenmelisiniz. Rakipler, genellemesi ile turizmde Bölgesel rakiplerinizi, sektörün devlerini ve bu devlerin arkasına Devlet iradesini koyan hükümetleri kastediyorum. Böylesi bir ekonomik/politik istihbarat çalışması ise turizm şirketlerinin arkasında bütünü ile bir Devlet iradesini de gerektirir.

“Askerlerinin durumunu bilmelisin”


Rakiplerinin saldırıya hazırlıksız olduğunu biliyorken, yetişmiş kadrolarının, personelinin saldırıya geçecek durumda olmadığından haberiniz yok ise, başarıya giden yolun yarısındasınız.  Ülke ya da Bölge ölçeğinde geliştireceğin bir dizi hamleye başlamadan önce bu hamlelerde kilit rol oynayacak kadrolarının moral, fiziksel, ekonomik şartlarını bilmiyorsan, başarı zorlaşır.

“Savaşacağın arazinin şartlarını incelemelisin”

Yatırım ya da tanıtım/pazarlama atağı başlatacağın pazarların demografik, ekonomik, kültürel, politik koşullarını biliyor olman gerekir. Çölde kum işletmeciliğine, kutuplarda buz fabrikası kurmaya soyunmanın trajikomik neticesi ile karşılaşman mümkündür. Pazarın beklentileri, tercihleri ile örtüşmeyen ürünler ve bu ürünlerin tanıtımı ters teper. Daha spesifik bir örnek vermek gerekirse, kendisi de bir Sağlık Turizmi arz merkezi olan Hindistan’a, tedavi merkezlerin üzerine bina edilmiş bir satış/pazarlama programı ile gidersen, arkana zil takıp oynatmadıklarına dua etmen gerekebilir. Çin’de, spa işletmelerindeki uzak doğu terapileri üzerine bir senaryo ile hareket edersen, nezaketleri gereği gülmezler, ama gülmekten beter ederler.

“Şartlar oluştuğunda hiç durma, ilerle”

Bu nedenle deneyimli yatırımcı, uzman, girişimci bir kez harekete geçtiği zaman asla şaşırmaz; bir kez kampını bozduğu zaman asla kayba uğramaz. Kampını bozmak kavramını ekonomiye uyarlarsak, atıl pozisyondan atak pozisyona geçmek, duran kaynaklarını devreye sokmak, yatırım hamlesine girişmek diyebiliriz. Rakiplerinizi ve kendinizi tanırsanız başarınız kesinleşir. Ortamı, sosyal manzarayı, politik havayı doğru tanımlarsanız, zafere yolculuğunuzu kimse ve hiçbir şey engelleyemez.

* Siyah font ile yazılı cümleler Bilge Savaşçı Sun Tzu’nun 2500 yıl önce kaleme aldığı Savaş Sanatı kitabından alıntılanmıştır.


29 Aralık 2014 Pazartesi

Benim de bir ‘Çılgın Proje’m var!

Antalya, insanlara bir kaç günde Türkiye’yi yaşatabilecek bir projenin altyapısına sahip ve kimseler bu muhteşem fırsatın farkında değil.

Öyle bir fırsat ki, bu projenin içinden patlayacak enerji Türkiye’nin en unutulmuş köşesindeki turizm değerlerini bile aydınlatır.


Kaleiçi- Mini Türkiye

Antalya Kaleiçi Türkiye’nin her noktasının tanıtılabileceği dev bir açık hava müzesi gibi orada, sessiz, küskün, kırgın duruyor.

Sağlam bir irade devreye girerse Antalya’nın göbeğinde bir mini Türkiye yaratmak işten değil. Bakanlık, belki de Başbakan müdahil olursa, Kaleiçi Türkiye’nin her kentinin kendisini tanıttığı muhteşem bir açık hava tanıtım platformuna dönüşebilir.

Antalya’ya gelen dokuz milyon turistin yarısının bu platformu görmesi, Türkiye’nin 80 vilayetinin kendisini zahmetsizce 4.5 milyon insana tanıtması demektir.

Kaleiçi’nin güzelim evleri, yoğun bakımda günden güne eriyen bir hasta gibi dökülmekten kurtulur, hayata döner, insana kavuşur.

Turistlerin, iki haftada tamamını tadamayacakları bir görsel cazibe ve gastronomi sofrası ortaya çıkar, Kent’in bu mahzun bölgesi allı pullu bir gelin gibi endama bürünür.

Önce Kaleiçi’nin özel mülk sahipleri ikna edilmeli, böyle bir yatırımın mülklerine neler katabileceği konusunda bilgilendirilmelidir. Zira restore edilmiş ya da yıkıntı halindeki evlerin büyük bir bölümü özel mülkiyettedir.

Onlar bu atılıma kazanıldıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi gelir.

Bu konuya dahil olması gereken iradeler Kültür ve Turizm Bakanlığı, Antalya Valiliği, Büyükşehir Belediyesi, Antalya Ticaret ve Sanayi Odası, Kaleiçi Esnaflarıdır.

Nedir yapılması gereken?

İkinci adım, Türkiye’nin 81 ilinin Valilikleri ve Belediyeleri ile ortak bir platform yaratmak.

Kimi illerde kültürü, müziği, sporu, mutfağı ile ilin önüne geçen iddialı ilçeler de var. Örneğin Bodrum… Örneğin Seferihisar… Ya da Edremit…

Bu platformda, Antalya yerel Yönetimi, 81 vilayete Kaleiçi’ni birlikte değerlendirmeyi önerir.

Her bir vilayetin ağırlığına, gücüne ve elbette talebine göre belirlenecek sayıda evi bu vilayetlere tahsis eder. ( Kiralama, Satış )

81 vilayetin yönetimleri Kaleiçi’nde kendilerine tahsis edilen evlerin restorasyonunu üstlenir. Özel mülkiyetten kiralanan evlerin kirası bu yönetimlerce karşılanır.

Restorasyon sonrasında evler vilayetlerin geleneksel tarzına göre dekore edilecektir. Yöresel kilim, halı, mobilya, ahşap işlemeciliği, el sanatları kullanılır.

Kaleiçi evleri çok odalı ve yaşam alanları çok geniş yapılardır. Bu odalar vilayetlerin tanıtımı için mini birer müze olarak değerlendirilebilir.

Bir odada otantik giyim örnekleri sergilenebilir. Bir başka odada Vilayetin tarihine ait görsel malzeme sunulabilir.

Bir başka odada vilayetin doğal güzellikleri tanıtılabilir. Kartpostal, dergi, afiş gibi basılı malzeme yanında video gösteriminden yararlanılabilir. Hemen komşu odada genç kızlar, erkekler, yerel sanatçılar gün boyu marifetlerini sergiler…

Halı dokur…

Taş işi yapar…
Gümüş işçiliği yapar.
Resim çizer.
Daha bunun telkarisi var..
Edirnekarisi var…
Ebrusu var…
Çinisi var.

Girişteki bahçede yöresel folklor ekipleri gösteri yapabilir

Zaman zaman gösteriler hemen yukarıdaki Cumhuriyet Meydanına taşınırsa daha etkili olur. Meydandaki ilgiyi Kaleiçi’ne yönlendirir.

En önemli tanıtım unsurunu sona bıraktım;

Yöresel mutfak.

Mutfakta menü kesinlikle yöresel tatlardan oluşmak şartı ile yemekler pişer. Yörenin amatör mutfak ustaları bu işin olmazsa olmazıdır.

Abartmadan… Hile hurdaya dalmadan…
Tamamen doğal ürünler kullanarak.

Mengen’in kedibatmaz’ı… Tokat’ın büryan’ı… Erzurum’un cağ kebabı… Urfa’nın isotlu kebabı… İspir’in kuru fasulyesi… Trabzon’un muhlaması… Laz Böreği…

Bu evlerin, ziyaretçilerin gözünde, kulağında, dilinde, eve dönüşünde anlatmakla bitiremeyeceği izler bırakacağı kesindir.

Bu izleri broşürlerle, cd’lerle, turistlerin dilinde basılı dergilerle güçlendirmek muhteşem bir tanıtım avantajı sağlayacaktır.

Olabilir mi?

Antalya’ya gelen 9 milyon turistin Kaleiçi’nde Türkiye’yi tanımasını, tutulmasını sağlamak mümkün müdür?

Türkiye kabına sığmıyor. Ama Kaleiçi’ne sığabilir mi?

Kaleiçi, hasta yatağında günden güne eriyen bir yaşlı kadın kaderine mahkum değildir. Tam aksine, daha yüzlerce yıl Antalya’yı emzirecek kadar diri memeleri ile canlı, ateşli bir genç kadındır.

Yeni yetme kent bozuntularını kıskançlıktan çatlatacak kadar da alımlı, güzel ve şehvetlidir. Sokakları, evleri ayırmaz, kucak kucağa getirir.

İnsan sesleri devasa beton kentlerde olduğu gibi, sanayi toplumuna has gürültüler arasında kaybolmaz, o güzelim ahşap duvarlardan yankılanarak kentin semalarına var oluşun insani bestesi gibi akar gider.

Bu genç kadına doğru makyaj yapılması ve onun orada olduğunun anlatılması yetecektir silkinip ayağa kalkmasına.

Kaleiçi’ni bir mini Türkiye’ye dönüştürme projesi kimlere katkı sağlar?

Türkiye’nin, “ benim Dünya’ya sergileyebilecek becerilerim var” diyen her kentine, her kasabasına, her köyüne.

Ülkenin kuş uçmaz kervan geçmez tepelerinde, yaşar gibi yapan her insana. Hakkari’ nin o destansı kilimlerini dokuyan usta parmaklarına. Salihli’nin Allahdiyen köyünde o benzersiz kirazı üreten köylüye. Van’ın bin bir lezzetten oluşan kahvaltısını hazırlayan cömert restorancısına.

Türkiye’ye…

81 vilayetin gücü ve olanaklarına orantılı olarak birkaç ev alabileceğini düşünüyorum. Her evde, gerek duyulacak ekip ise en az 5 kişiden oluşmalıdır. Her belediyenin ortalama üç ev kiraladığını düşünürsek 243 ev hayata dönecektir.

Yani 1200 civarında yeni iş…

Gerekçemiz tamam.

O zaman, bir de aklımdan geçen girişim örgütlenmesini sunayım.

Kültür ve Turizm Bakanlığı bu işin direksiyonunda olmalıdır.

Böyle projelerde merkezi olarak karar verilir. Bakan liderliğinde, icra yönü olan kurumların temsilcilerinden bir komite oluşturulur.

Valilikler… Belediyeler… Odalar… Turizm Örgütleri… Esnaf Birlikleri…

Ama, sivil toplum kuruluşları, gönüllüler derken işi sulandırma ve hiçbir zaman hayata dönmeyecek bir ölü doğum riski de vardır.

İşin içine entel tayfa da dahil olursa geçmiş olsun. Yıllar sonra, komisyonları hala projenin ilk adımı üzerinde gevezelik yaparken bulabilirsiniz.

Aman uzak tutun.

Bu konuda ilk adım Antalya’ya düşer. Antalya Valisi ve Belediye Başkanı Kaleiçi’nin sınırları içinde yer aldığı Muratpaşa Belediyesi’nin koordinasyonu ile bir evi sahiplenir. Mimari ve eşyalar zaten Antalya’lıdır. İşleri kolaydır. Bu örnek, Kentlerden davet edilecek yetkili kurullara sergilenir. Öncülük yapılır.

Antalya, böylesi bir projede, hem ev sahibi olarak, hem de turizm pratiği ile öncü olmak gibi bir misyon üstlenmelidir.

Kültür ve Turizm Bakanlığı liderliğinde, Valiler, Belediye Başkanları, Odalar Birliği Temsilcileri bir komite oluşturur ve hemen bir yol haritası çizer ise, çok değil, 2012 yaz sezonunda Dünya’ya örnek oluşturacak Mini Türkiye’mizi yaşıyor ve yaşatıyor oluruz.

Valilerin ve Belediye Başkanlarının fiilen komitede yer alması gibi bir öneride bulunduğum sonucu çıkarılmasın. Mümkün değil. Bu komitenin yapacağı yoğun ve yorucu çalışmalara zaman bulamazlar.

Bu komite, kent, tarih, turizm, ekonomi alanlarında birikim sahibi profesyonelleri bünyesine almalıdır. Hızlı karar alınması ve projenin Kentlerin kimlikleri ile bire bir örtüşmesi için bu şarttır.

Bu komite, yerel değerleri ve Dünyaya sunulacak zenginlikleri saptar. Bunun için Kentler hakkında bilgi sahibi uzmanlardan katkı alınabilir.

Bu noktada, projenin mümkün olduğunca sivil bir insiyatifi yansıtmasının ve yukarıdan dayatılan bir uygulama olmaktan çıkarılmasının önemini vurgulamak isterim. Dayatılan projeler tarih boyunca kitlelerin ilgisini ve canlı katkısını çekmekte zorlanmıştır.

Özetle, bir komite. Kültür ve Turizm Bakanlığı liderliğinde, hızlı karar alacak, süreci biçimlendirecek senaryoyu kısa sürede yazacak, oyuncuları belirleyecek ve rol dağılımını yapacak güçlü bir komite.

Gelelim projeyi kitleler ile tanıştırmaya, insanları sürecin bir parçası olmak için ikna edecek yöntemlere.

Turizmciler bu sürece dahil olmalıdır.
Ulusal ve yerel medya da…
Kentlerdeki üniversiteler de…
Belediye Birlikleri de…
Kentlerin tarihsel kimliği ve folklörü üzerine bilgisi olan uzmanlar da…
Mimarlar ve mühendisler de…
Sanatçılar da…


Mini Türkiye, bir barış ve gönüllü bütünleşme projesi olacaktır.

28 Aralık 2014 Pazar

Abartmıyorum, Otel –çoook- komik bir yerdir

Otellerde çalışanların büyük bir bölümü dışarıda ‘sivil’ hayatlarındaki kişiliklerinden çok farklı davranırlar mesai boyunca.


Kendisini, Askere Alma Dairesi gibi konumlandıran Yüksek İnsan Kaynakları makamının kaleme aldığı Görev Tanımları bu insanların üzerinde bir kaç beden bol elbise gibi durur.

İnanmazsanız çok iyi Türkçe bilen bir Avrupalı’nın Antalya otellerinden birisinde yaşadığı tatil deneyimini okuyun, ne demek istediğimi anlarsınız.

Sahi, Türkçe bilen bir Avrupalı’nın Antalya’da tatil deneyimi nasıl olurdu?

O anlatsın, siz okuyun lütfen…

Benim için en güzel tatil zamanı Eylül ayıdır. Otellerin yaz sıcağında yaşadığı harala gürele bitmiştir. Çalışanlar da yazın misafirlerin şarj ettiği stres depolarını Eylül’de boşaltmaya başlarlar. Eylül müşterisi sakin, klas ve cömerttir.

Her yıl yaptığım gibi, Eylül ayı için sekreterime  Antalya’dan iyi bir beş yıldızlı otelde rezervasyon yaptırmasını istedim. Tercihim Her şey dahil. Çok sağlıklı bir tatil konsepti olmasa da insanı cüzdanda para arama derdinden kurtarıyor.

Güzel bir uçak yolculuğu ve Antalya’dayım.

Antalya’daki tatil otellerinin girişinde hiyerarşik bir sıralama var. İlk sırayı devasa acente otobüsleri ile gelenler kapmış. Onlar güvenlik kapısından sorgusuz sualsiz geçiyor. Taksi ile gelmeyi tercih edenler bir numaralı şüpheli muamelesi görüyor. İşlerin nereye varacağını, beni otelin kapısına silkeleyip kaçan taksicinin arkamdan " Hadi Allah kurtarsın" dediğini duyduğumda biraz anlar gibi oldum, ama önemsemedim.

Kapıdaki üniformalı görevli o an kendisini CIA kamplarında Talibancı sorgulayan ajan sanıyor olmalı. Şanslı iseniz üniformalı birkaç yabancı dilden ezberlenmiş sözcüklerle sizi 10-15 dakika sorguya çeker ve giyim, duruş, tarz ve konuşmanızdan sizin bu Ulu tesiste tatil yapmaya layık birisi olduğunuza ikna olursa geçmenize izin verir.

Akdeniz otellerinin girişinde, insan kendisini AB kapısında bekletilip duran Türkiye gibi hisseder.

Ben biraz zorlandım. 30 dakikam bu sorguda harcandı. Rezervasyon formu, bavulum, üzerimdeki tatil kıyafeti yeterli olmadı. Sonunda kimlik kartımı alarak bana bir ziyaretçi kartı verdi ve içeri girebildim.

İkinci yarım saatim de resepsiyoniste rezervasyonum olduğunu, formda yazan kişinin ben olduğumu kanıtlamaya çalışmakla geçti. Aslında bu iki bekleme süresi işin alıştırma aşamasıymış. ‘Kısa bir süre’ lobide beklememi ‘emreden’ resepsiyon görevlisi birkaç dakika içinde beni unuttu bile. Seri üretim yapan bir fabrika tezgahındaki montaj görevlisi misali, uzun kuyrukta bekleyen diğer ürünlere, pardon, müşterilere yöneldi.

Yaklaşık olarak 1.5 saatim de, bana verdikleri odanın müşterisinin odayı boşaltması ve temizliğin tamamlanmasını beklemekle geçti. Tekrar resepsiyona ‘emredildim’

Önüme bir registration kartı uzatıldı. İstenilen bilgiler aşağıdaki gibiydi;

Adım Soyadım-Ev adresim-Şirketimin adı, adresi, telefon numaraları,fax numarası,email adresi- tarih- doğum yerim ve tarihim,medeni durumum-ödeme şekli

Resepsiyonist kartımı okudu. Bir belboy çağırdı. Anahtarım, valizim ve ben belboyun rotasını izlemeye başladık. Asansörler, koridorlar ve benzer duvarlardan bir ara dev bir plazaya geldiğim hissine kapıldım. Hangi katta olduğumuzu bile fark edememiştim. Sürümden kazanma taktiği ile çalışan ve bu nedenle her müşteriyi odasına koşturan belboyun hızına yetişmek için zorlandım birazcık.

Koştururken,  bir yandan da resepsiyondaki registration kart sınavını düşünüyordum.

Otel sizin her türlü kişisel bilginizin deşifre edildiği yerdir.

Bütün bu bilgileri neden onlarla paylaşmak zorundayım acaba?

Bir dahaki tatilime çıkmadan önce bir kart hazırlayıp resepsiyona vardığımda resepsiyonistten bunları cevaplamasını isteyeceğim.

Yerleşim, kat ve oda numarası- Pencere sayısı-manzara-yatağımın ölçüleri-duvarların rengi-mobilyaların modeli-Dolaplardaki çekmece sayısı-Balkonun alanı-perdelerin rengi, armatürlerin modeli ve markası- resepsiyonistin adı adresi ve telefon numarası (lütfen okunaklı )

Bavulları koymak için kullanılan raf Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da kapının hemen yanında. Mimarlar müşterilerin dizkapaklarının sağlamlığını denemek istiyor olmalılar. Her zaman olduğu gibi burada da dizimi çarptım. Bu rafa valizlerinizi koyduğunuzda yatağın olduğu bölüme geçmek olanaksızlaşır.

Tuvalet kapısı kapalı idi. Düşündüm.

Otel, odanızda daima bir ya da birkaç kapalı kapı ile karşılaşabileceğiniz ve arkasını merak edeceğiniz esrarlı bir yerdir.

Dizinizi vurduğunuz raf köşesi sizi hem bu esrarı merak etmeye hem de otel bütününde yaşayabileceğiniz olumsuzluklara karşı koşullanmaya iter. Bu refleks saniyeliktir. Sizi tatilin geri kalan kısmında ya hoş sürprizler ya da aksilikler karşılayacaktır.

Oteller gerçekte özerk alanlardır.

Kapıdan içeri girdiğinizde farklı bir dil,farklı bir kültür,farklı kurallar ve farklı roller ile karşılaşırsınız.  Havlu dağıtım noktasındaki görevli evde muhtemelen eşinden ödü kopan bir kılıbıktır.  Otel müşterileri havlu almak için kulübe önünde dizildiklerinde bakışlarından ve hareketlerinden kendisini acemi birliğinde manga komutanı gibi görmekte olduğunu fark edebilirsiniz. Sırayı kontrol eder,herkese hükümran bakışlar fırlatır. Az sonra başlayacaktır;

Yat ! Kalk ! Çök ! Sürün !  Sağdan sayyy !
Velev ki o sırada Otel Müdürü kulübenin önünden geçiyor olsun;
Komutan sağda…Dikkayttt !

Türkçe biliyorsanız. Tipik bir Avrupa’lı fiziğine sahipseniz. Otel görevlileri sizin Türkçe bildiğinizi bilmiyorsa bilardo masasında bir şaşkınlık bandına bir öfke bandına çarpan bilardo topuna dönüşmemeniz olanaksızdır.

- I want one towel please
- Towel ne la? Ne diyo bu?
- Towel please…One towel..
- Haaa..Havlu diyomuş lan…No..No..Towel no..
- Why? I am a hotel guest..One towel for the beach.
- La olum get akşamın bu vaktında havlu mu galır leyn..
- Türkçe güzel bir dildir. Çok çabalıyor musunuz bu kötü aksan için?
- Vayyyy..Yandık!!!

Bütün yemeklerde kullanılan baharat ve tuz yüzünden susamışsınızdır. Etrafta size bir bardak ya da bir şişe su getirecek bir servis elemanı ararsınız.  Hemen iki adım ötede iki garson dikilmekte,müşteri masalarını kontrol etmesi gereken gözleri sıcak büfesindeki mini etekli Rus kadının bacaklarına kilitlidir. Savaş uçaklarına kilitlenen yerden havaya füzeler misali.

- Abi bu ne ya.? Bunlar bacak mı, sütun mu?
- Abi Tanrı neden Kuzey yarımküreye bu kadar iltimas geçiyor ya..
- Karadeniz’den in aşağıya rezalet..
- Genç Baylar ! Bütün yorumlarınıza ben de katılıyorum. Onlara Dünya hayran.  Bu harika hanım görüş mesafenizin dışına çıktığında biriniz bana bir şişe su getirebilir mi lütfen?
- Nasıl yani?.. Türkçe biliyormuş lan..Tühh.

Otel genç insanların göz banyosu yapmayı kendilerinde doğal hak gördüğü bir yerdir.

Otele gelen güzel kadınlar otel çalışanlarına mutlaka pas vermelidir. Yüksek işe alım prosedürlerini aşıp bu cennete gelen her çalışan Rus güzelleri karşısında kendisini Richard Gere – Brad Pitt arası bir fiziğe sahip görür.

Güzel bir Türk atasözü vardır,cuk oturur bu determinist beklentiye; Misafir umduğunu değil,bulduğunu yer.

Evinizde kapı çalındığında kapıyı açıp açmamak sizin o andaki havanıza bağlıdır. İster açarsınız, ister açmazsınız ve bunun için kimse sizi suçlayamaz.  Kapınız çalındığında kim olduğunu sormak ve bir katil, manyak, dilenci, gereksiz bir misafir olmadığına kanaat getirdikten sonra kapıyı açmak en doğal hakkınızdır. Bu hak yasalarla koruma altındadır.

Otelde kapı size ait değildir.


Sizin sözünüz geçmez. Bir kat görevlisi kapıyı çaldığında 
içeriden gelen ‘ who is that?’ sorusu kadar manasız bir cümle yoktur onun için. Otellerin kat görevlilerinde hayli gelişmiş bir baskın yeteneği vardır. Tak tak sonrasındaki ilk saniyede kendinizi en olmadık bir durumda kat görevlisi tarafından gözleniyor bulabilirsiniz. Otelde kapı vurulması ile evinizdeki kapı vurulması arasında böylesine trajik farklılıklar vardır. Tedbirli olmanızda yarar var. Kat görevlisi tarafından klozette tünemiş halde yakalanmanız, tatilin sonuna kadar Otelin her yerinde arkanızdan size gülüyorlarmış gibi bir his yaşatır.

- Tak ! Tak ! Tak !
- Who is that?..
- Aneyy…Gız herif odadaymış ya..
- Sorry.I am shaving…
- Gız bu resepsonun gözü körolmasın…Herif odadaymış.
- Mesai arkadaşlarınız için kötü konuşmak hoş değil. Bir eksik bilgilenme olmalı.
- Aneyyy..Gız bu herif Türkçe gonuşuyo..
- Ayrıca herif sözcüğü bir hanımefendinin ağzında hiç estetik durmuyor.

Otelde Türkçe konuşan yabancı bir tatilcinin olması kat görevlisi için Yecüc Mecüc kadar korkutucudur.

Otelde ya Türkçe bilmeyen yabancılar ya da Türkler konaklar.

Biraz kızma hakkınızı kullanırsınız. Tatilin geri kalan kısmında tuvalette yakalanma riskini en aza indirme adına.

- Kapıyı vurdunuz ama benim ‘gir’ dememi beklemediniz.
- Ben kapıyı çaldım,öyle girdim. Siz bana içerde ‘ kim o?’ dediniz.
- Tamam..Şimdi gördünüz ben içerdeyim. Sonra gelin .
- Gelmişken yatağınızı düzelteyim bari..
- Hayır.Daha sonra lütfen.
- Ama saat dörtte şift bitiyor. Odanız kirli kalır.
- O da Otel Yönetiminin sorunu. Bana her gece temiz bir oda vermek zorundalar.
- Siz bilirsiniz. Ben kaçtım!!!

Dedim ya;

Otel özerk bir yerdir. Kendi kuralları vardır. İçeri girince o kurallara tabi olmayı kabullenmiş sayılırsınız. Otel çalışanları ile tartışmaya girmeyin. Çözümün bir parçası olmak gibi bir gelenek yoktur. Her tartıştığınız kişi kendi haklılığını kanıtlayacak savunmalar geliştirir ve ısrarcı olur.

Haklı olmak Otele nasıl bir katkı sağlayacaksa?



27 Aralık 2014 Cumartesi

2015 için bir SWOT analizi


Sevgili dostlar, minik bir şaka yaptım. Özür dilerim. Aslında bu analiz de 2009 kış aylarından kalma. Arada bir korkuyorum, acaba artık yazma becerimi yitirdim de o nedenle mi hep eskilere dadanıyorum, diye…


Ama sanmam.

Gerçekten de tek nedeni var eski yazılarımı bir parça güncelleyip tekrar sizlere sunmamın. Bu yazılarımı okudukça Türkiye’de zamanın donup kaldığı hissine kapılıyorum. Zamanın geçtiğini kanıtlayan tek bir kanıt var adeta, o da kendi ellerimizde kopardığımız takvim yaprakları…

Ne o siz Saatli Maarif Takvimi kullanmıyor musunuz?

Şaka bir yana, bundan 5-6 yıl önce yazdıklarıma bakıyorum da, sanki bu topraklarda yaşar gibi yapmışız, zaman geçer gibi yapmış, Ülke gelişir gibi olmuş..

Aslında bir arpa boyu yol alamamışız..

Yazık!

2009 için bir swot analizi

Dingin bir kış sezonu bitmek üzere ve iki ay içinde perde kalkacak, sektörün oyuncuları sahne alacak. Yatırımcılar, profesyoneller ve çalışanlar, hem endişeli hem de umutlu bir ruh hali içinde yaz sezonunun başlamasını bekliyor.

Ülke içinde ve Dünya'da olup bitenleri doğru okuyanlar, önlemlerini aldılar, beklenti çıtalarını, aşabilecekleri yüksekliğe göre ayarladılar ve zorlu bir mücadeleye hazırlar.

Görünen o ki, 2009'da satış ve pazarlama savaşları yaşanacak.

Satış ve pazarlamanın asli misyonu müşteri algısını etkilemektir. Pazarlarda müşteri algısını en önce, en güçlü ve en çekici tarzda etkileyen ipi göğüsleyecek.

Kurumsal egonun beslediği ürün odaklı çabaların, özellikle bu yıl bir işe yaramayacağını hep birlikte deneyimleyeceğiz.

Benzerler arasında en iyisinin kendi ürünü olduğunu kanıtlama düşüncesine dayalı satış ve pazarlama programları çuvallayacak.

Bu yüzden, 2009'da, rakipler arasında tercih edilen olmayı hedefleyen mesajlardan ziyade, müşteriyi tatil yapmaya ikna edebilen tanıtım ve reklam atakları tercih edilmelidir.

Tam da bu nedenle, müşteri zihninde tatil kavramı ile kendisini özdeşleştirebilen ülkeler bir adım önde olacaklar. Tıpkı, bir zamanlar Sel Pak markasının kağıt mendil ile Gilette'in traş bıçağı ile özdeşleşmesi gibi.

Geçtiğimiz aylarda turizm platformlarında birkaç yanlış yaklaşıma ve mesaja tanık olduk. Küresel durgunluk karşısında sektörün reflekslerini zayıflatacak aşırı özgüven örnekleri sergilendi.

Bir cümle ile "Biz ne krizler gördük" mesajı mevcut durumu tanımlayacak bir derinlik içermemektedir.

Bundan önceki krizler, pazar ülkelerde, Türkiye ile ilgili güvensizlik algısına bağlı olarak patladı. Terör, rakiplerimiz tarafından ustaca kullanıldı ve seyahat edenler güvenlik endişesi ile farklı destinasyonları tercih ettiler.

Şimdi durum çok farklı...

İnsanlar, tatil için, seçenekler arasından seçim yapmakla değil, aile bütçelerine tatil kalemi yazmak ya da yazmamakla ilgili.

Öte yandan, kimi sektör profesyonelleri, Türkiye Turizminin pazarlardaki muhtemel kayıpları üzerine epeyce kehanet yazdılar, seslendirdiler.

Hangi bilimsel çalışmalar temelinde keşfedildiğini anlayamadığımız bu kayıp yüzdelerinin, ne tür bir gereksinime cevap vereceği de meçhul.

Tüketiciler arasında yaygın ve güvenilir anketler mi düzenlendi? Pazar ülkelerin ekonomik verileri üzerinden istatistikler mi yapıldı? Psikologlar ve sosyologların da dahil olduğu bilim insanlarından oluşan ekipler ile beyin fırtınaları mı yapıldı?

Belli değil.

Ama belli olan bir şey var ki, sektörün moraline olumlu katkı yapmadı.

Sabrınıza ve hoşgörünüze sığınarak bir SWOT analizini değerlendirmenize sunmak isterim.

STRENGTHS

Türkiye'nin, son yıllarda hedef ülkelerde yükselen, Tatil Ülkesi imajı

AB Ülkelerine ve Rusya'ya yakınlık

Bütün gelir gruplarına hitap eden uygun bir ürün yelpazesi.

Bütün turizm çeşitlerini içeren ürün portföyü ( sağlık, kongre, tatil, din, termal, doğa, tarih, kültür vb.)

Güçlü sektörel örgütlenme ( TYD, TÜRSAB, TÜROFED ve yerel örgütlenmeler )

Güçlü, dinamik ve krizi yönetme deneyimi olan tur operatörleri.

USD, Euro, Sterling karşısında ucuzlayan TL.

Güvenli tatil algısının güçlenmesi

Türkiye'nin güçlü finansal yapısı

Bir Türk yazarın Nobel Ödülü alması

Nazım Hikmet'e yapılan vatandaşlık iadesi jesti.

Rakip ülkelerin çoğuna göre avantajlı işgücü maliyetleri.

Sabırlı ve dirençli, çalışkan personel profili

Deneyimli yatırımcılar, profesyoneller.

WEAKNESSES

Turizm bölgelerimizdeki çarpık yapılaşma.

Yerel yönetimler arasında turizme yaklaşım konusunda bir ahenk sağlanamaması.
Çevre konusunda sabıkalı ülke imajımız.

Giderek düzelse de, insan hakları konusunda zayıf karnemiz.

Hayvan hakları konusunda başarılı bir performansımızın olmaması

Otellerimizde düşük hizmet ve ürün kalitesi

Pazar ülkelerde yaygın 'ucuz ülke' imajımız.

Pazar ülkelerde, Türkiye'nin muhafazakarlaşmakta olan bir Ülke olduğu algısının giderek belirginleşmesi. Alkol, çıplaklık gibi konularda hoşgörünün azalmakta olduğu kanaatinin güçlenmesi

Tanıtım için yeterince organize olamamak. Tanıtım bütçelerinin durgunluğa karşı mücadele için yeterli düzeyde olmaması.

OPPORTUNITIES

Otel ve tatil köylerinin yaşlı turistler için alt yapıya önem vermeleri neticesinde, AB'de 50 yaş üzerinin Türkiye'yi tercih edecek olması.

Ailelerin tatil destinasyonu kararlarında belirleyici olan çocukların, Türkiye'deki animasyon zenginliği, yeme- içme çeşitliliği gibi etmenlerle Ülkemizi tercih edecek olmaları.

AB Ülkelerindeki Türk nüfusun tanıtım ve satış faaliyetlerimizde doğal müttefik olması. Bu potansiyelin harekete geçirilmesi

Sanayi kentlerinden doğaya kaçış eğiliminin güçlenmesi Türkiye'nin doğasına olan ilgiyi arttıracaktır.

Sağlık amaçlı seyahatlerde öncelikli tercih Türkiye olacaktır.

Türkiye turizmi, giderek güçlenen last minute satışlarını en iyi değerlendiren tur operatörlerine sahiptir.

Uluslararası nakliye yapan lojistik firmalarının faaliyetlerine artış gözlemlenmektedir. Bunun anlamı; Türkiye birkaç aylık bir duraklamadan sonra, son bir haftadır, dış satışlarını arttırmaktadır. AB'de piyasalar toparlanmaktadır. Çok kısa vadede pembe bir tablo ile karşılaşacağımızı iddia etmiyorum, ama psikolojik toparlanma başlamış görünmektedir.

2009, tatil için uzun yolculular gerektiren ve göreceli olarak Türkiye'ye göre pahalı olan tatil ülkeleri için şanssız bir yıl olacaktır. Tatil kalemi bütçelerden silinmeyecek, kısıntı yapılacaktır. Ekonomik tatil seçenekleri ile Türkiye uzak rakiplerinin bir adım önündedir.

AB'nin dev tur operatörlerinin Türkiye operasyonlarını stratejik yatırımlar olarak görmesi. İlişkilerin uzun geçmişi ve geleceğe dönük uzun vadeli beklentileri

THREATS

İspanya ve Mısır gibi stratejik önemdeki rakiplerimizin, turizm sektörlerini desteklemeyi bir Devlet Politikası olarak belirlemeleri

Turizm ürünü arzeden Ülkelerin 2009'u en güçlü dış finansman kaynağı olarak belirlemesi ve sektörlerini güçlendirmek için kampanyalara başlaması.

Artan yatak potansiyeli ile Hırvatistan'ın AB turizminde yükselen aktörlerden birisi haline gelmesi. Bu rakibin, bütün Pazar ülkelerimize ulaşım avantajı, kültürel yakınlık, dini ve siyasi entegrasyonu

Türkiye'de yükselen AB karşıtlığı Toplumu sarmalayan milliyetçilik temelinde vücut bulan Batı karşıtlığı.

Pazar ülkeler medyasında yaygınlaşan Türkiye karşıtı hava.

Batı'nın 2. Dünya savaşında yaşananlar nedeniyle her zaman ve zeminde sahiplendiği İsrail ile gerilen sosyal ve siyasi ilişkiler.

AB ülkelerinde tasarruf eğiliminin kalıcı bir insan davranışına dönüşmesine bağlı olarak, seyahatçilerin 2009'da kendi ülkelerinde tatil yapma tercihi yapması.

Sağlık amacıyla seyahat edenlerin giderlerini karşılayan sağlık sigortalarının zayıflayan mali yapısı

AB Ülkelerinde yaşanan finans krizine bağlı olarak, kredi ile tatil yapan tüketicinin kredi bulmakta zorlanması riski.

Sektörün aktörlerinin ortak tanıtım ve pazarlama platformunda bir araya gelememeleri. Bütçe ve faaliyetlerin entegre olamaması

Sektör yatırımcılarının kısa vadeli iç ve dış borçları. Yeni kredi kaynaklarının bulunamaması nedeniyle borçların çevrilememesi riski

Konaklama tesislerinin kısa ve orta vadeli borçları nedeniyle tedarikçiler ile uyumlu bir ilişki kuramaması riski. Yeterli ve kaliteli satın alma yapılamaması tehlikesi.

Nisan ayında –muhtemelen - diasporanın geçmiş yıllara oranla çok daha güçlü bir soykırım kampanyası başlatması olasılığı.

Sevgili Dostlar,

Bu noktada birkaç hususu eklememe izin verin.

Gelecek yıl 2015 ve bu tarih, Ermenilerin duygusal/siyasal hafızasında 1915’te yaşanan acıların 100. Yıldönümü olarak kayıtlı.

Birkaç ülke dışında, Dünya’nın bütün ülkeleri 1915’te yaşananları Soykırım olarak tanıyor. Bir çoğu da soykırımı inkar etmeyi ceza yasasında suç olarak tanımlıyor.

Ana pazarımız Almanya’nın bu konudaki hassasiyeti malum. Bu yıl Almanya’da ve pazarımızı oluşturan birçok Avrupa ülkesinde yaygın ve canımızı acıtacak kampanyalar başlatılacaktır. Birkaç yıldır ekonomik ve politik krizler ile boğuşan, duygusal dayanıklılığı zayıflamış Avrupa insanının kısa vadede bu kampanyalardan etkilenmesi kaçınılmazdır.

Türkiye’nin AB-Rusya saflaşmasında tamamen Avrupa’ya angaje bir duruş sergilememesi, üstüne üstlük bir de geçtiğimiz ay Devlet Başkanları seviyesinde ziyaret ve anlaşmalar ortalama Avrupalının zihninde olumsuz algılar yaratması beklenmelidir.

2015 Nisan ayında patlayacak küresel suçlama bombardımanının Turizme dönemsel zararlar vermesi muhtemeldir ve henüz bu konuda bir adım da atılmamıştır.


ABD Başkanı'nın Nisan ayında soykırım sözcüğünü telaffuz etme ihtimali. Ki, bu telaffuz hemen ardından güçlü bir sosyal tecrite neden olabilir.

Bakın  durum o kadar da vahim değil aslında.. Her şeyden önce  şunu bilmekte yarar var, 1915’ta Anadolu’da yaşananlar bir Holocaust değil. Buna herkesin inanması gerekir.

Türkiye jenosit suçunu işlemiş bir millet olarak dünya önüne çıkmayı hak etmiyor. Jenosit işlemek üzere olan bir hükümet nasıl iki en önemli bakanlığına Ermenileri koyar? Telgraf ve Posta Nazırı Oskan Efendi ve Bayındırlık Nazırı Zohrab Efendi. 14 Şubat 1915 tarihine kadar Ermeni taburlarının da kendi silahlarını bulundurmasına müsaade etmiş bir ülkeden bahsediyoruz.

O halde hemen Ocak ayında atacağımız birçok adım var. Sertleşmeden ama dik durarak. Turizmciler buna öncü olabilir. TYD, TÜROFED, TÜRSAB ve diğer sektörlerin meslek örgütleri Dünya’daki muhataplarını bilgi ve belge ile aydınlatmaya başlayacaklar. Bir karşı kampanya başlatacağız. Ama akıllı ve sempatik bir kampanya olmalı. Daha bir çok adım var atılabilecek. Ama birilerinin çıkıp önderlik etmesi gerekir.

Benim gözlemlerim bunlar. Amacım, karar vericilere, stratejilerini saptarken bu veriler ile yardımcı olmak. Süreci bir savaş olarak tanımlamak pek yanlış olmaz. Savaş, durumu doğru tahlil etmekle kazanılır.

Her şeye rağmen umudu kaybetmeyeceğiz.