Dino Amcanız bir zamanlar
Kaş’ta çalışıyordu. Harika bir butik otelde yöneticiydi. Bu otele girişi ilginç
bir tesadüf sonrası olmuştu. Bu ayrı bir hikaye konusudur ve vakti gelince o da
kaleme alınacaktır…
Bundan yaklaşık 30 yıl
önceden bahsediyoruz. 1980’lerin sonları. Oteller o zaman böyle yolgeçen hanı
değildi. Hiçbir yerde tutunamamış işsizler değil, mesleği sanat gibi icra
edenler çalışırdı. Bu da ayrı bir hikaye konusudur. Bir gün kaleme alınacaktır.
Dino Amca tam da ‘dağdan
indim düze’ misali gelmişti bu şirin kasabaya. ( Burada Dino’ya sağlam bir yuh
çekilebilir) Dino bu otelde çalışmak için iş teklifi alana kadar Türkiye’de Kaş
diye bir kasaba olduğunu bile bilmiyordu.
Dino Amca’nın o güne kadar
deniz ile bütün alakası öğrencilik yıllarında, İstanbul’un Karaköy iskelesi ile
Haydarpaşa arasındaki 20 dakikalık vapur yolculuğundan ibaretti. Yüzmek falan
hak getire… Bu otele işbaşı yaptıktan beş ay sonra deniz ile tanıştı Dino
Amcanız. Ama ne tanışma….
Buyurun
o zaman…
Aylardan Mayıs. Otel de
börtü böcek misali kış uykusundan uyanmış. Hava, o karanlık kış günlerinin
yarattığı ruhsal tahribatı bir an önce tedavi etmek istercesine aydınlık ve
sıcacık.
Dino Amcanız Kaş’ta o
günlere kadar hayalinde bile görmediği güzellikler görüyor. Hem de ne
güzellikler. E tabi Dino Amcanız o zamanlar, gençliğin son demlerinde de olsa
yine de genç sayılır. Kanı hala kaynıyor… O daracık Kaş sokaklarına çıktığında,
kafası yuvasına takılan ampul misali dönüyor
Bu Avrupalı afetlere de
kadın deniyor… Güzel deniyor… Ama bu ahir zaman kusursuz heykellerine sadece ‘
güzel kadın’ demek ve orada bırakmak da ayıp oluyor. O renk, boyut, altın oran,
eda, yürüyüş, bakış şahanelerine daha farklı şeyler söylemek lazım.
İlkokuldan sonra sadece
erkeklerin okuduğu bir yatılı okula girmiş. Hemen ardından da yine erkek
ağırlıklı bir Üniversiteye postalanmış. Erkeklerin okuduğu kolejde sekiz yıl
hep sakallı, bıyıklıları görmeye alıştıktan sonra, Üniversitede ilk şokunu
yaşamış. Türkiye’de genç kızlar varmış meğer… Hatta çok güzel genç kızlar
varmış.
Neyse… O yıllar da ayrı
bir hikaye konusudur. Fırsat olursa elbette o günler de kayda alınacak ve
sevgili okurlara aktarılacaktır.
Meğer
160 cm üzerinde kadın da oluyormuş
Üniversite yılları dahil
160 santimden daha uzun kadın pek görmeyen Dino şimdi adım başı kendisinden
bile uzun boylu kuğular, ceylanlar, afetler ile karşılaşmaktadır.
Neyse ey okur… Başta
farklı bir başlık attık. Dino’nun denizde dev dalgalarla imtihanı dedik. Merak
uyandırdık. Şimdi lafı evelemeden gevelemeden sadede gelelim.
O gün otele üç güzel geldi
ki, amanın… Amanın… Üçü de 180 santim civarında… Saçlar… Kaşlar… Gözler… Gülüş…
Bakış… Konuşma… Hani biblo derler ya... Tam da öyle işte…
Dino ilk önce Allah’a
teşekkür etti. Birçok nedenden ötürü… Önce bu güzellikleri görmesini sağlayan
bir çift göz için.. Bu güzelliklerin ağzından çıkan her lafı, her kahkahayı
duyan kulaklar için… Veee elbette… Bu üç güzel ile konuşabilmesini sağlayan
İngilizceyi bu kadar mükemmel öğrenebildiği o koleji kazandığı için…
Dino bu sefer kafayı
takmıştı. Bu üç güzelden birini mutlaka tavlayacaktı.
Tavlamalıydı..
Yahu, komşu pansiyonun
satın alma, temizlik işlerine bakan arkadaşı Zühtü her gün bir başka afet ile
gününü gün ederken, Dino daha hiçbir afet ile tokalaşmamıştı bile…
Üç güzel geldi… Bir geldi.
Pir geldi.
Zamanlardan Mayıs’ın sonu…
Hava muhteşem bir Kaş yazını müjdelercesine ılık… Sakin.. Deniz nazlı bir gelin
gibi..
Dino, yana yakıla üç
selviye yaklaşmanın yollarını arıyordu. Bir akşam yemeğinde fırsat ayağına
geldi. Otel sahibi Dino’dan servise yardımcı olmasını rica etti. Hem de üç
selvinin masasının olduğu bölümün…
Balıklama daldı. Tut ki
kırk yıllık bir garson gelmiş, iş başı yapmış. Takır takır çalışıyor. Bir ara
fırsatını buldu. Masalarını temizlerken kızlara selam verdi.
Hollandalılarmış… E
doğaldır… Bu boy ve endam ile Asyalı,
Orta Doğulu olacak halleri yoktu ya… Bu boy ancak Hollanda’nın münbit
topraklarında böyle büyürdü…
Bülbül gibi İngilizce
şakımaya başladılar…
Servis ilerledikçe sohbet
de gelişti.. Onlar içtiler güzelleştiler… Dino yutkunurken şişti.. Onlar
güzelleşti… Dino yutkundu.. Onlar iki şişe şarabın dibine vurdular. Dino onlara
bakarken sarhoş oldu…
Dino
planını kurdu…
O günlerde Kaş’ın tadı o tertemiz
sahillerinde bir mini Mavi Tur ile çıkıyordu. Kaş ile Simena arasındaki o
cennet rota insanın ömrüne ömür katardı.
Hemen bu kulvardan daldı
mevzuya… Tekne turu…
Zaten Dino ve benzeri
Anadolu kavruklarının tek taktiği de budur.. Yani ‘ Şiş kebaaap, rakiii’
çapaçulluğunun bir tık üstü…
Anadolu’nun kadınsız,
renksiz, heyecansız kasabalarındaki tek tip sosyal zincirlerden boşalıp
Akdeniz’in dişi havasına kapılan her kavruk delikanlı hatunlara yaklaşmanın en
basit yolunun tekne turu olduğuna inanır…
Ben Türkçesini yazayım…
Siz bunun ahulara İngilizce söylendiğini anlayın…
- Kaş’ı
nasıl buldunuz?
- Henüz
doğru dürüst gezemedik… Ama ilk izlenimimiz harika… Sadece otel çevresini
görebildik…
Offfff… Körün istediği bir
göz… Allah verdi kırk göz… Dino coştu.
- Bakın
bu olmadı Kaş’ı hemen tanımalısınız… Zamanınız az. Gezecek o kadar çok yer var.
Bir plan yaptınız mı?
- Hayır,
plansız yaşarız biz. Daha genciz. Planlar yaparak yaşamak için daha çok
zamanımız var. Onu yaşlılara bırakalım..
Al buyur… Bu da kılçık
oldu işte… Dino’nun saçında her nasılsa oluvermiş birkaç beyaz tel var. Ona mı
laf soktu acaba?
- Ne
yani… Ben yaşlı mı oluyorum şimdi? Bana yaşlı dediniz.
- Bu
nereden çıktı şimdi?
- Siz
benim yaşlı olduğumu ima ettiniz..
- Hayır..
Onu demek istemedik… Sizin dilinizde bir laf var, ne derler, …………….uktan nem
kapmak… Sizinki de o hesap yani…
- E
ama biraz terbiye sınırı aşılmadı mı şimdi?
Haydaaa… Kılçık
bombardımanı başladı… Şimdi de pimpirikli yaptı Dino’yu iyi mi?..
- Ehm…
Ben yanlış anladım… Özür…
- Evet…
Bizi de üzdünüz biraz… Bunun bedelini ödemelisiniz..
Bedel ödemek? Aman Tanrım…
Yahu fırsat ayağına geldi işte Dino’nun. Salonun ortasında çiftetelli oynamamak
için zor tuttu kendisini… Yine de işi sağlama almak istedi.
- Bedel
ödemek? Nasıl yani?
- Biz
Türkiye’ye gelmeden önce Hollanda’da Türk arkadaşlarla çok konuştuk ülkeniz
hakkında. Geleneklerinizi, sosyal hayatınızı çok iyi biliyoruz. Siz çok
konuksever bir milletsiniz. Bu nedenle bize böyle davranmanıza üzüldük. Yakışmadı..
- E
neyin yakışacağını siz söyleyin o zaman..
- Biz
sizin çok güzel bir lafınızı daha biliyoruz..
- Neymiş
o?
- Ağanın
eli tutulmaz… Siz Türklerin çok ilginç sözlerinden birisidir bu..
Aman Allah’ım…
Hayat
Dino’ya tatlı bir şaka yapıyor olmalı…
Birileri bir senaryo
yazdı. Dino ile kafa buluyorlar.. Daha bu kızlara leb demedi… Onlar Çorum
Leblebisinin künyesini yazmaya başladılar sanki..
Bu fırsat kaçar mı? (
Hikayenin sonunda sen karar ver ey okur. Bu fırsat kaçsa daha mı iyi olurmuş
acaba?)
Muz ortaya çaktı kafayı
Dino Amcanız.
- E
peki o zaman… Ne yapayım, raconu siz
kesin..
- Bakın
biz bu lafınızı da biliyoruz… Mafya ağzıdır bu… Ama biz racon kesmeyelim. Bu
tatlı ama alıngan orta yaşlıdan bir tekne turu rica edelim…
- Tek…
Tek… Tekne turu mu?
- Evet…
Çok mu oldu yoksa? Bu adamın bu üç genç kıza Kaş’ı tekne ile tanıtacak zamanı
ve gücü yok mu acaba?
Zaman? Güç? Bunlar resmen
damara basıyor…
- Sizden
korkan sizin gibi olsun be.. Kabul. Yarın sabah limanda buluşalım. İstikamet
Dünya’nın incisi Kekova ve Simena..
- Tamamdır
orta yaşlı adam..
- (
İçimden ) Siz yarın görürsünüz orta yaşlıyı..
Uzatmayalım ey okur… Dino
Amcanız ertesi sabah Kaş limanında buluştu. Hemen kalkmaya hazırlanan tekneye
zıpladılar. Kaptan ve yardımcısı Dino’nun ahbabı idi. Kulakların pasını alan
tatlı bir dalga sesi ile yola koyuldular.
Hikayenin bu başlangıç ve
mola fasıllarında çok matah bir şey yok ey okur. Her yerde ve her turda olan
rutin işler işte… Gidişte dalgalarla tango yapa yapa yol alınır. Arada bir mola
verilir.
Mola verilen koyda cumburlop denize… Mayıs sonu da olsa çaktırmadan
deriye işleyen hınzır güneşte cascavlak olana kadar yüzme.. Teknenin tepesinden
denize balıklama dalıp sağa sola hava atma… Teknenin cazır cuzur ses veren
hoparlörlerinden yol boyu cıstak cıstak dinleme…
Hatunlar cıvıl cıvıl.
Sohbet zirvede. Keyifler gani. Dino Amcanız akşam yemeğinin sonrasını hayal
ediyor. Diskoda kıvrım kıvrım danslar… Zabbaha kadar dans.. ve sonrası tabi..
Üç Adalar nam bir yer
vardır. Her bir Adem evladı ve Havva
kızı ahir ömürlerinde burayı görmeden ölürse, eksik giderler. Son mola burada
idi. Yemekler yendi. Bira, rakı hesaba
uygun ne varsa içildi. Öğleden sonra saat 4 gibi yolculara çağrı yapıldı. Dino
Amcanız da sırım kızlarla beraber güverteye zıpladı.
Bela
geliyorum diye nara atıyor
Kaptan startı verdi.
Motora bir hamle etti. Ama o ne? Tıs! Motorda çıt yok. Çalışmıyor. Birkaç
deneme da boş. Bu pek hayra alamet değil. Hatta daha da kötüsü… Birkaç saat
sonra bu daha da kötü olan başa gelecekti.
İki saate yakın bir
beklemenin ardından bir yedek tekne geldi. Ama o da doluydu neredeyse… 100 kişi
kapasiteli tekneye 100 kişi de biz dolduk, olduk 200 yolcu. Kader ağlarını
böyle örüyordu işte.
Hatunlar olan biteni
anlamakta zorlanıyor olsalar da, tatil havasını kaybetmeden keyiflerine
bakıyorlardı. Bir ara içlerinden en afet olanın teknenin getir götür işlerine
bakan yardımcısı ile kesişmesi Dino Amca’nızın gözünden kaçmadı. Bir ara Kaptan
da hatunlardan bir başkasına selam verir gibi oldu. Dino Amcanız olan biteni
kötüye yormamayı tercih etti.
Ha unutmadan…
Tur paraları, yoldaki
yemekler, içecekler, hepsi Dino’nun cebinden çıktı. Bu notu düşelim. Ama olsun.
Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez ki. Bu olayda kaz ve tavuğun ne
olabileceğini okurun hayal gücüne ve hatta libidosuna bırakıyorum…
Ve dönüş… Eh hava
kararmaya yüz tutmuş. Yola çıkan tekneye sağdan soldan önden arkadan vurmaya
başlayan dalgalar pek hayra alamet değil.
İşin kötüsü dalga boyları da hızla yükseliyor. İlk başlarda teknenin su
ile temas eden yerlerine az şiddetli bir tokat gibi inen dalgalar artık bir
metreyi aşmaya başladı.
Kaş tarafını bilenler
hatırlar. Üç Adalar’ı geçip de açık denize dalınca hafiften şiddetlenir deniz.
Kış neyse de, yazın da belli bir saatten sonra patlar.
Nitekim öyle oldu. Üç
Adalar geride kaldı ve önce efendi bir kaç dalga tekneyi yokladı. Bir süre sonra da iş yoklamayı
aştı, dalgalar tekneyi Yılbaşı gecesi İstiklal Caddesinde sıkıştırılan turist
kadınlar misali taciz etmeye başladı. Arkadan vuran babayiğit bir dalga
teknenin önünün yarıya kadar suya batırıyor, hemen ardından da sağdan soldan
gacırtı sesleri geliyordu. Dino Amcanız önceleri hafif sırıtarak hatunlarla
sohbete devam ederken, bir zaman sonra küçülmeye, kabuğuna çekilmeye başladı.
Küçüldü. Çekti adeta. Minicik bir nokta kadar kaldı. Birkaç dev dalga daha gelirse
güverteden sulara düşmek işten bile değildi.
Birden
vurdi karayel
Dalgalar daha da azdı.
Deniz kudurdu desek yeridir. O ana kadar güvertede oturan ve hatunlarla sohbet
eden Dino Amcanız sarardı. Soldu. Sesi soluğu çıkmaz oldu. Beti benzi attı. Baktı
rezil olmaya ramak var. Döndü, güverteye upuzun yattı. Yüzükoyun hem de. Bir
taşla iki kuş misali. Hem tekneye doğru akın akın gelen dalgaları görmeyecek,
hem de sararıp solan yüzünü saklayacaktı. E işin akşamı da vardı. Ödlek bir
Dino’yu kim ciddiye alır, diskoya, bara giderdi ki?
Kaş sanki Kaf Dağı’nın
ardında bir masal ülkesi kadar uzak ve erişilmez gibi geliyordu Dino Amcanıza.
Git git bitmeyen bir rota. Dev dalgalar. Derken patlayan rüzgar. Çatırtılar.
Bağırış, çağırış. Korkmaya başlayan bir çok yolcunun çığlıkları….
Tekne turu birkaç dakikada
bir korku filmine dönüştü. Her nasılsa tura katılmış kimi erkek yolculardan
anırmaya benzer naralar gelirken, birçok kadın da en tiz perdeden çığlıklar
atıyordu. Dino Amcanızın midesi kasıldı. Başı dönmeye başladı. Kulakları
uğulduyordu. O zamanlar hala kafasını örtmekte direnen lepiska saçları
dikenleşti. Dino Amca korkudan dikenlerini çıkarmış bir kirpiye benzedi.
İşte önden dev bir dalga…
Tekneye, arkaya doğru break dans hareketi yaptırdı. Derken bir yan dalga tekne
bu sefer bir hacı yatmaz oldu.
Dino’nun
hayati bir film şeridi misali
Dino Amca bir an midesinde
ne varsa güverteye dökmekten korktu. Ama bütün bunlar olurken yüzünü saklamayı
beceriyordu elbette. Suratı güverteye yapışmıştı. Elleri ile yüzünün iki taraftan
açıkta kalan bölümlerini saklıyordu. Ama bir yandan da hemen yanında güverteye
yapışmış hatunların ağlama inleme arası bağırmaları da yüreğini dağlıyordu. Da
olmazdı. Yüzünü kaldırıp onlara bakamazdı. Korkudan gece vakti gözlerine fener
tutulmuş yarasaya dönen suratını gösteremezdi. Bütün karizma çizilirdi. Uyuyor
ayağına yattı. Hatta bir ara inandırıcı olmak için horladı da…
Tekne artık dalgalar
arasında kah tango kah break dans yapan, yerinde duramayan bir yeni yetme
misali zangır zangır sarsılmaya başladı. Dino Amcanız arada bir kafasını
hafifçe çevirip sahile bakıyordu, acaba kör topal da olsa oraya kadar yüzebilir
mi, diye…
Bu arada çocukluğunda
gittiği Kuran kursları için gönderenlere ve Hocalarına teşekkür etti içinden.
Öyle ya şu birkaç saatlik macerada neredeyse hatim indirmişti korkudan. Karada
ve normal zamanlarda besmeleyi bile unutan Dino, her dalga vuruşunun ardından
bir ayet okuyor ve dualar ediyordu o gün.
Ömründen ömür, nefesinden
nefes, canından can gitti o gün. Bir asır gibi gelen bir sürenin ardından Kaş
sahilleri göründü. Işıl ışıl kara Cennet gibi göründü gözüne. Yaklaştıkça
sakinleşti. Nabız normale döndü. Ağız kuruluğu geçti.
Tekne adeta üzerinden bir
ordu geçmiş hayat kadını gibi bitkin, bezgin, bıkkın vaziyette karaya yanaştı.
İskeleye halat bağladı. O saniyeye kadar hala bağıran, çağıran, inleyen bir
sürü yolcu cehennemden kaçarcasına koştu tekneden aşağıya.
Bu
Dino tam bir artist yahu
Dino Amcanız oynadığı
rolün hakkını vermek için ağır havaları devam ettirdi tabi. Sanki uzun bir
uykudan uyanmış gibi ağır ağır doğruldu, ayağa kalktı. Birkaç esnemeyi de ihmal
etmedi. Hatunlar merak ve hayranlık ile bakıyordu Dino’ya. Akıllarından geçeni
okudu adeta. Cesaretine ve sakinliğine övgüler düzüyorlardı içlerinden, emindi.
- Heeey.
Orta yaşlı adam… Bütün Tekne saatlerdir ağlamaktan, panikten mahvoldu.
Çığlıklar, haykırışlar kulaklarımızda patlıyor hala. Sen orada horuldayarak
uyudun.
Dino Amca aslında tekneden
iner inmez toprağa eğilse ve öpse nasıl olur, diye düşünüyordu. Ama bozuntuya
vermedi. Yalandan kim ölmüş?
- Yahu
hanımlar bu ne ki? Biz alışkınız. Bunun birkaç misli daha devasa dalgaları biz
çok gördük. Çok fırtına yaşadık. Bunlar vız gelir bize…
Dino ve kızlar yürüyerek
sahilden otele geçti. Akşam için programlarını sordu. Kızlar yarım ağız cevap
verdiler. ‘ Görüşürüz’ gibilerden…
Odasına çıkan Dino abdest
aldı. Bir şükür namazı kıldı o berbat dalgalardan sağ salim kurtulduğu için.
Bir teşekkür de bu kızlarla tanışma fırsatı yakaladığı için elbette. Banyosunu
yaptı. Traşını oldu. En klas şortunu ve gömleğini giydi. Lobiye indi. Bir
köşede avını bekleyen atmaca misali pozisyon aldı.
Aradan neredeyse bir saat
geçmişti. Kızlardan ses seda yoktu. İki saat geçtiğinde bir ara tuvalete gitmek
ihtiyacı geldi. Şimşek hızı ile fırladı. Öyle ya oyalanırken falan kızlar
odadan inip bir taraflara kaybolabilirdi. İşini bitirdi. Hızla koştu lobiye.
Kader son darbeyi indirmek
için yumruğunu kaldırmıştı. Üç ceylanı otelin kapısında gördü bir an. Üçü de
beyaz ve tonlarında etekler, şortlar ile kuğu gölünden fırlayıp gelmiş gibiydi.
Arkalarından bakakaldı bir an. Lobi doluydu, bağıramadı da… Peşlerinden koştu.
Keşke koşmasaydı. O ne? Kapıdan çıktığı anda gördüğü manzara birkaç saat önceki
dalgalardan daha beter sarstı Dino’yu. Olduğu yerde yıkıldı kaldı.
Kuğular
av olmuş
Üç kaba saba sırtlan üç
sırım misali kuğuyu kanatlarından ısırmış sallana sallana gidiyordu Kaş’ın
barlar sokağına doğru. Hem de şen şakrak… Hem de şarkılar, ıslıklar arasında…
Hem de sırtlanlar kuğuların kanatlarını dişlerinin arasına sıkıştırmış,
pençeleri ile de o narin boyunları kavramışlardı. Tut ki az sonra bir kuytuya
indirip paramparça edeceklerdi.
E olacağı buydu. Kızlar da
en az senin kadar korkmuşlar o turda. Onlar da paniklemişler. Ama bir başka
vahim durum daha var. Dino Amca o tur boyunca korkusunu belli etmemek için
güverteye manda misali serilip uyur numarası yaparken, kaptan ve iki yardımcısı
da nöbetleşe gelip kızları tatlı tatlı sakinleştirmişler. Ellerini tutmuşlar.
Saçlarını okşamışlar.
O şefkat… O dik duruş… O
sakinlik kızları mest etmiş tabi.
Dino Amca gitti bardan
birkaç bira aldı. Odasına çıktı. Teypte
( yeni nesil bilmez, dedelerine sorabilirler ne olduğunu) Küçük Emrah’ın Boynu
Bükükler parçası çalıyordu…
Demek ki neymiş?
Kuğu Gölü Balesini
izlerken uyuklamayacaksın.. Yoksa cebinden saçtığın o kadar para gelir boğazına
yumruk gibi oturur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder