DE
DİKE XIYLA! FESAPŞİ! OHUSAPŞİ! ŞALAM! VORCAMİ! İNÇ BES ES! MAVEXER! ŞLOMO!
MUÇ'ERE!*
Anlamadınız tabi…
Haklısınız!
Yıllarca sürdürülen TEK
TİP’leştirme çalışmalarının sonucunda bu coğrafyada konuşulmaya layık tek dilin
sizinki olduğuna inandırılmışsanız…
DNA’nıza kadar nüfuz etmiş
bir sosyoekonomik ego başka dillere hayat hakkı tanımanızı engellerse…
Siz de bu sözcükleri
anlamazsınız..
Yukarıda bir sözcük daha
olacaktı, ama yok.
Ama uygar dünya dillere
bizim gibi bakmıyor. Her keşfedilen dil ortak hazinemize eklenmiş olağanüstü
heyecan verici bir değer olarak selamlanıyor.
Uygarlık yolculuğunun
trampleni olarak İLETİŞİM ve DİL, araştırmacıların heyecanla daldıkları uçsuz
bucaksız bir derinliktir.
Üniversitelerde kürsüler,
bağımsız enstitüler, sivil toplum kuruluşları hatırı sayılır bütçeler ve artan
bir ilgi ile Dünya dillerini araştırıyor, keşfediyor ve ölü dillere hayatiyet
kazandırmaya, silinmekte olan dillere de can suyu vermeye çabalıyor.
Binlerce yılın mirası diller
var bu ülkede. Gelenler kültürlerini, inançlarını, dillerini de getirmişler,
süslemişler bu toprakları.
Onlar var, konuşuluyor ve
biraz da egemen kültürün ve dilin baskısı ile, her nesilde biraz daha mevzi
kaybediyor.
Her birisi Anadolu gülünün
bir yaprağı. O baş döndüren etnik kokuyu hep birlikte üretiyor.
Kaybolan her dil bu gülden
koparılmış bir yapraktır. Yarın tek bir yaprak kaldığında ona gül demek mümkün
mü?
Türkiye artık geçmişten
miras kalan paranoyaları aşacak olgunluğa erişmiştir. Bunu bilim, sanat, kültür
Dünyasına kanıtlama zamanı gelmiştir. Toplumsal hoşgörünün katsayısını
yükseltme koşulları oluşmuştur.
10 bin yılın mirası bütün
dilleri kucaklamak, zamanın ve egemen kültürün baskısına karşı sahiplenmek,
Türkiye'ye sadece prestij ve onur kazandırır.
Böylesine cesur bir adım
Türkiye'yi Dünya bilim ve kültür trafiğinin kavşaklarından birisi yapar.
Dünyaya örnek oluşturan bir özgüven açılımı olur. Farklı coğrafyalarda, tutunmaya
çabalayan, ama köklerinin nerede olduğunu genetik hafızasında hep kayıtlı tutan
diasporaların ilgi odağına dönüşür.
İşi biraz da insani ve
edebi boyutu ile ele alırsak, insanları etnik olarak ait oldukları dillerde
" seni seviyorum" demekten alıkoymak insanlığın ortak vicdanını
kanatan bir darbedir.
Gırtlağı, gözleri, bakışı,
ses tonu, yaşam felsefesi, o dilin yapısına göre şekillenmiş insanlar, başka
bir dilde sevgilerini ifade edebilir mi? Aynı tadı, aynı sıcaklığı katabilirler
mi?
Oysa, kendisini,
aşağıladığı bir ÖTEKİ üzerinden tanımlayabilen bir refleks, evrensel değerleri
referans almaktan korkuyor, hala özgür düşüncenin toplumla buluşma çabalarına
ambargo koyabiliyor.
Ama hayat tek tip ne varsa
silip atmayı, yeryüzünü binlerce renk ile süslemeyi, binlerce ses ile evrensel
besteler üretmeyi sürdürüyor. Bu sürecin parçası olmak vicdanımıza ortak
geçmişten yüklenen bir emanet, geleceğe olan bir borçtur.
Bağdat Kütüphanelerinde
milyonlarca kitabı yakıp yıkan Cengiz Moğolları ortak hafızada barbar yaftası
ile çoktan yerini aldı. Bundan 1000 yıl sonra, bu barbarlarla bir arada
anılmayalım.
Tarihin sonsuz arşivine
diller ve kültürler katili olarak kaydedilmeyelim. Bilimin, sanatın, kültürün Kabesi
olma onurunu taşıyalım.
Hala zengin bir diller ve
kültürler yelpazesine sahibiz.
Bu yelpaze, Türkiye'nin özgür
Dünya’da saygın bir yer edinme çabalarına güçlü rüzgarlar sağlayabilir.
Öyle bir şeyler
yapabiliriz ki, İnsanlık ayakta alkışlar… Bir sonraki yazıda!
Başlığa
gelirsek;
* MERHABA'nın; Çeçencesi,
Adigecesi, Kabarteycesi, Osetçesi, Dağıstancası, Hemşincesi, Zazacası,
Süryanicesi, Lazcası. O başlıkta bir selam sözcüğü daha olacaktı, ama Ubıhça
konuşan son insan öldü. Şimdi Türkiye'de birbirine Ubıhça " merhaba"
diyen kimse kalmadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder