Eğer böyle devam edersek..
Yaşam nehrinin bu
kıyısındaki konukluğum 63 yılı buldu. Öteki kıyıya nasıl ve ne zaman göçerim,
bilemiyorum. Buna, bu hayatı bana hediye eden karar verecek.
Ama o tarafa geçmeden önce,
bu kıyıyı paylaştığım dostlarıma, benden sonra bu kıyıdaki misafirliği devam edecek
olan kuşaklara bir borcum var.
Hem bilgi ve deneyimlerimi
aktarmak..
Hem de geleceğe dair
ümitlerimi ve öngörülerimi paylaşmak.
Gönül isterdi ki, gelecek
kuşaklara gökkuşağının bütün renkleri ile süslenmiş pırıl pırıl paylaşımlar
bırakayım. O kuşakları, geleceğe bir an
önce ulaşmak için heyecanlandırayım.
Çok zor.
Özür dilerim, ama çok zor.
Hala
farkında değilsiniz, Dünyayı bitiriyoruz.
Vahşi bir açgözlülük ile
kuruttuğumuz ve zehir saçan göller…
Fabrikalardan hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan boca edilen atıklarla
hayattan kopan nehirler..
Yaşam alanlarını yok
ettiğimiz ve bu nedenle soyu tehlikeye giren türler..
Karbona boğduğumuz gökyüzü..
Ormansızlaşan dağlar..
Hormonlu gıdalar ile direnci
düşürülmüş kuşaklar..
Isınan atmosfer…
Sistemin metalaştırdığı
bütün değerler..
Endüstriyel Kapitalizmin
doymak bilmez açlığı…
Bütün bunların arasından
sizlere nasıl yapayım da, tatlı haberler damıtayım?
Gelecek
30 yılın dehşet verici tarihi
Çok zor zamanlarda
yaşıyoruz. Dünya paralize oldu ve insanlık şoka girdi. Ekranlarımız tam bir
asılsız bilgi çöplüğüne döndü.
Ya hayatın kendisi bize son
bir uyarı verdi ve bizim gerçek anlamda korkmamızı istiyor.
Ya da bu dehşet sürecini
planlayan ve yöneten ahir zaman deccalları var. Onlar bizim korkmamızı istiyor.
Panik içinde yaşamaya zorluyorlar.
Biraz sakinleştirici bir
yaklaşımla söze başlayalım. İnsanoğlu Covid-19 kabusunu atlatacaktır. Tıp,
insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar güçlüdür.
Donanımlıdır.
Başarılı tıp insanları son
hızla çalışıyorlar. Güzel bir haber yakındır.
Ama hemen sevinmeseniz iyi
olur.
Peki sonrası? Ya 10-20-30 yıl
sonrası?
Gelelim önümüzdeki birkaç 10
yıla. Yani Dünyanın – eğer böyle devam edersek – birkaç 10 yıl içinde yaşaması
kuvvetle öngörülen kıyamete…
Benden yazması…
Yıl 2019. Kasım. Çin’in
Wuhan kentinde birkaç insan yarasa yedi.
Ardından mikroskobik bir canlı çıktı.
Bütün Dünyada sistemler çöktü. Yaşam durdu. İnsanlar vahşi bir ölüme
kurban gitme korkusu ile evlere kapandı.
İnsanoğlunun tarihine
kıyasla bu bir an gibi görünen duraksama, sıradan bir anormallik ya da bir
tuhaflıktan çok daha ötesi idi. Bu bir anlık duraksamaya dönüşü olmayan bir
nokta ya da en tehlikeli viraj da denilebilir.
Bu
duraksama, bilinen anlamdaki kıyametin başlangıcı idi.
Covid19 başladı ve bitti.
Ama bu, insanın Dünyadaki varoluş hikayesinin yeni ve çok karanlık bir
sayfasının giriş bölümü idi. Gelmekte olanın sos işareti de demek mümkün.
Aslında gelmekte olan
felaketi birçok bilim insanı ve yazar haber verdi. Hepsi de somut işaretlerle
yaklaşmakta olan süreci tanımladı. Ama umursamazlık ya da kızgınlık dışında
hiçbir tepki gelmedi. Gülüp geçenler oldu.
Derken beklenen geldi. Tarihin en stresli zamanlarından birisi
Dünyanın tepesine çöktü. İnsan ırkı, bitik bir küresel ekonominin kazanında kaynamaya
başladı. Bitik bir politikanın ve hayattan süpürülüp atılmış sosyal çöplerin
baskısı altında çöküşe doğru savruldu.
Dünyanın ateşi yükseldi.
Uzun zamandır haber verilen kapıyı çaldı ve küresel hayatın tam ortasına daldı.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Coronavirüs
çok açık olarak gösterdi ki, uygarlığımız çöküyor.
Çöküş kaderi aslında
sistemin kendi çekirdeğinde yazılmış durumda.
Yapısal tehditler temelleri
çürütüyor. Endüstriyel Kapitalist sistemin gezegene, hayata, sağlığa,
ekonomilere ve demokrasiye oluşturduğu tehditler, son birkaç 10 yıla göre kat
be kat arttı.
İşin kötüsü ortadaki sürreal manzaraya ve sinyallere rağmen
insanlar bu tehlikeyi anlamıyor.
Coronavirüs depresyonunun
etkileri 2020’ler boyunca azalarak geçti. En zengin ekonomilerin bile
iyileşmeye başlaması on yılı buldu.
Pandemi 2020 başında
Dünyanın bütün çarklarını durdurmuştu. Ekonomilerin düzelme belirtileri
göstermeye başladığı zamanlarda bile, toparlanma çok uzak bir olasılık olarak
kabul ediliyordu.
İnsanlar hem kendilerini korumak hem de Dünya’ya özen
göstermek konusunda tamamen çaresiz haldeydiler.
Bu nedenle arka planda, kimi
zaman sessizce, kimi zaman da bağıra bağıra gelmekte olan gerçek tehlikeye
karşı kimse bir hazırlık yapmadı.
2030’lar
için öngörülen gerçeklik, bu dönemin bir İklim Afeti olacağı idi.
Bilim insanlarının çok
önceden uyardıkları üzere, bu iklim değişikliği, yıkıcı, ani ve kaçışın mümkün
olmadığı boyutlara vardı.
2030’a kadar bu felaketin
bir ön denemesi birkaç kez yapıldı. 2020, 2023 ve 2028 yıllarındaki dev
yangınlar.
Deniz seviyeleri, en
kötümser tahminleri bile alt üst eden noktalara kadar yükseldi. Afetler günlük
yaşamın korkuları arasına girdi. Ya coronavirüsün ölümcül ekonomik yıkımı?
Aslında her yıl yaşanan yangınlar, seller ve kıtlıklar bu felaketin provası
idi.
2030’larda insanları sarsan
olaylar, 2020’lerin aslında bir tür ısınma turu olduğunu gösterdi. 2020’lerde
insanlık evlere kapanmak zorunda kalmıştı.
2030’larda ise, insanlar
evsiz kaldı. Zira evler ya dev
yangınlarda yandı, ya da sellerde kayboldu. 2020’lerde insanlar işlerini
kaybetti.
Akabinde yeni işler
kazanabilmek için mücadele ettiler. 2030’larda ise, ortada mücadele edilecek
bir iş de kalmamıştı.
Kentler,
eyaletler, Ülkeler kumdan kaleler gibi çöktü
Bütün kentler, eyaletler ve
devletler tsunamiler, seller ve yangınlar ile yok olmuştu. 2020’lede ekonomiler
birden bire durmuştu.
Bunun akabinde devletler
ekonomileri kurtarmıştı. 2030’larda ise
durum çok daha vahimdi. Ülkelerin ekonomileri hiçbir kurtarma planına cevap veremedi.
Çöktü.
Ekonomiler tam bir çöküşe
doğru sürüklendi. Bankalar, sigortalar ve fonlar portföylerindeki holdinglerin
korkunç değer kaybetmelerini dehşet içinde izlemekle yetindiler. Ardından küçük
işletmeler battı. Geride devasa bir işsizlik dalgası bırakarak battılar.
Biraz da kara mizah yapalım.
Kuru temizlemeciler de battı. Kullandıkları kimyasallar aşırı derecede zehirli
idi. Kasaplar ve biracılar da kapandılar.
Bu saatten sonra kim et
satın alacak kadar paraya sahipti ki? Ya da dev yangınlar için su gerekirken,
kimler o suyu keyif için tüketmeye cesaret edebilirdi? Dükkanlar? Onları kim
sigortalayabilirdi ki?
Kiralama işleri de tamamen
kontrol dışına çıkmıştı. Zarar görmeyen hiçbir sektör kalmamıştı. Endüstriyel –
Kapitalist uygarlık artık hiç kimseye iş sağlayamazdı.
Dünya gittikçe batıyordu.
Bütün
gezegen bir istikrarsızlık fırtınasına tutuldu
2020’lerde insanlar
Coronavirüs depresyonunu borçlanarak ve varlıklarını, evlerini, hisse
senetlerini, emeklilik fonlarını satarak aşabildiler.
2030’larda durum çok daha
vahimdi. Bu kez ne satacak bir varlık kalmıştı, ne de bunları satın alacak
gerçek alıcılar.
İnsanların ne evini alacak
bir müşterisi, ne de bu satın almayı finanse edecek bir kuruluş vardı. Finansal
sistem iklim değişikliğinin riskleri ile başa çıkamadı. Sigorta şirketleri,
bankaları ve fonları da yanlarında sürükleyerek battılar.
Toplumların bütün
tasarrufları ve yatırımları da eridi. Ortada ne borç verecek bir kurum ne de
istihdam sağlayacak bir yapı kalmadı. Tek güç nakit idi. İnsanlar sadece
ellerinde kalan nakde güveniyordu. Eğer varsa.
Ne
su, ne gıda, ne ilaç…
2030’lardaki iklim
felaketinin bir sonucu olarak insanların hayatı çöktü. Barınma, ilaç, eğitim
gibi temel gereksinimlere erişim imkansız hale geldi.
Üniversiteler ve bazı
okullar açık kalabildi. Geçmişin endüstriyel- kapitalist uygarlığının temel
birimleri olan işyerleri de harap oldu.
Birbiri ile alakasız
ofisler, dükkanlar, mağazalar. Ama hepsi işlevsiz kalmıştı.
İnsanlar bulabildikleri kısa
süreli işler ile idare ediyordu. Birbirleri ile mal ve hizmet değiş tokuşu
yapıyor ya da zenginlerin hizmetine giriyordu. Ama insanların aslına bir tek
görevi vardı, o günün ekmeğini kazanabilmek.
2030’ların iklim
değişikliği, 2020’lerde Coronavirüs tarafından başlatılan görevi tamamlamıştı.
Endüstriyel- Kapitalist sistemin finansal ve ekonomik sistemlerini dümdüz etmek
ve tamamen işlevsiz bırakmak..
Ekonomik hayat infilak
ederken, sosyal ve kültürel hayatı da beraberinde sürükledi.
İnsanlar, tükenmekte olan
insan uygarlığına bakarak, bir aile kurmanın artık mümkün olmadığını düşünmeye
başladılar.
Her insan kişisel ayakta kalma kavgasına girmişken, bir başkasının
hayatının sorumluluğunu almaya asla cesaret edemiyordu.
Derken insanlar birkaç 10
yıl öncenin izole, bireysel yaşam tarzını hızla terk edip, tekrar komünal
yaşamlara döndüler. Sağ kalabilmek için kayıtsız şartsız bir arada olmanın şart
olduğunu nihayet fark edebilmişlerdi.
En öncelikli gereksinim
güvenlik, su ve kırıntı da olsa, yemekti.
Herkes kişisel güvenliğini
modern aşiretlerde buldu. Bunlar olurken, doğum oranları da dip yaptı.
Mutluluk, güven, anlam ve amaç gibi bütün değerler doğal olarak kayboldu.
İnsanlar, yükselen
tsunamilere ve dev yangınlara karşı güvende olabilmek için bir araya geldikçe,
aile kurumu da kayboldu. Yerini devasa topluluklara bıraktı.
İşin kötüsü, bunların hepsi
daha başlangıçtı.
Devamı var..
İkinci
bölüme kadar bir kısa not:
İnsan uygarlığı intihara
eğilimlidir. Tek tek her insan ölmemek için direnir. Hayata sıkı sıkıya tutunur. Ama iş bütün bir
insanlık ailesine gelince, hayatın sona ermesi için en ölümcül hataları
yapmaktan geri durmaz. Coronavirüs saldırısı hayata ve doğaya karşı yapılan
sayısız hatanın sonucudur. Umarım, yaşadığımız bu tanımlanamaz şok, toplu
intihar eğilimini sona erdirir.
Bu yazı https://eand.co/
sitesinden Umair Haque’nın bloğundan yararlanarak hazırlanmıştır
1 yorum:
Dünya atmosferi şu virüs salgını sırasında yüzde 25 temizlenmiş. Venedik kanallarında balıklar yüzmeye başlamış. Bu da dünyanın içine edenin insan olduğuna görünür bir kanıt oluşturmakta.
Yorum Gönder