Dev
mikroskoplar vasıtası ile görülebilen bir virüs meydana çıktı.
Evrenin
sonsuz zaman ölçüsüne göre saniyenin belki de milyarda biri kadar kısa sürede
bütün Dünyayı teslim aldı.
Fabrikaları,
finans sistemlerini, tarım işletmelerini vurdu.
Milyarlarca
insanı evlerine kapattı.
Duygusal
yelpazede ne kadar güzellik, heyecan, mutluluk ve güven varsa…
Hepsini
aldı, belirsiz bir gelecek kafesinin içine hapsetti.
2020
ve 2030’larda olanlar 2040’ların ayak sesleri idi. Felaket gelmekte olduğunu
hem de bağırarak duyuruyordu.
Bilimi ve çevrecileri
susturan sistem
Doğanın
imdat çığlıkları, gözünü kar hırsı bürümüş endüstriyel kapitalizmin sınırsız etkileme
gücü karşısında etkisiz kalmıştı.
Bütün
kıtalarda başlayan korkunç orman yangınları, 2019 yazında uzak kıta
Avustralya’ya sıçradı. Koca kıta aylarca yandı.
Derken..
İnsanoğlunun
canhıraş feryatlarla göklerden medet umduğu 2040 yılları geldi.
Isınan
gökyüzü…
Kuraklaşan
ve yangına karşı hiçbir korunma kalkanı kalmayan toprak
Her
an parlamaya hazır ormanlar..
İnsana
ve doğaya kötülük yapmaya şartlanmış vandallar.
2040’larda
cehennem yangınlarının kibritini çaktılar. Dünya aleve kesti. Ortaya çıkan
ölümcül aydınlık, karanlıkların bütün iblislerinin, kötülüğün, ihanetin önünü açtı.
Ucu bucağı görünmeyen bir felaket geldi, insanlığın tepesine çöktü.
2040’lar- Büyük Yok Oluş
Bu
10 yıl Dünya tarihine Büyük Yok Oluş olarak geçti. İnsanlık 2020’leri pandemi
ile, 2030’ları yıkıcı iklim değişiklikleri ile tanıdı.
Nihayet
2040’larda ise ‘ Kitlesel Yok Oluşun ne olduğunu anladı.
Arka
planda Dünya tarihinin altıncı kitlesel yok oluşu hayata geçmeye başlamıştı.
Ama bunun bir farkı, bu yok oluş, insanoğlunun kendi elleri ile hazırladığı bir
son idi.
2040’larda
önemli türler tamamen silindi.
Böcekler,
balıklar, kuşlar, memeliler, sürüngenler, ağaçlar, endüstriyel kapitalist uygarlığın
doymak bilmeyen kaynak açlığına bağlı olarak yok oldular.
Bütün
ekosistemler çöküşe geçti ve birbirlerinin üzerine devrildi. Şurada yaşlı bir
orman öldü ve çöle dönüştü. Orada bir nehir küflü kuru bir bataklığa dönüştü.
Bir
yerlerde birçok göl kirlendi ve tamamen zehirli bir hale geldi. Okyanuslar
kurudu ve her tarafını tuhaf canlılar sardı. Nihayet toprak da tamamen zehre
dönüştü. Doğa alt üst oldu.
Her
ay yeni bir kabus ve yeni bir sürpriz ile geldi. Ekolojistlerin uzun zamandır
endişe ettiği ve uyardığı bütün tehlikeler arka arkaya patlıyordu.
Kimse ne olup bittiğini
anlamıyordu.
Ama
görünen manzara bir felaketten başka bir şey değildi. Dayandıkları bütün
temeller çöken ekosistemler peş peşe yıkılıyor ve birbirinin üstüne
devriliyordu.
Adeta
temelleri çöken ve bütün kolonları erimiş dev kulelerin yerle bir olması gibi
bir dehşet görüntüsü vardı ortada.
Her
bir ekolojik çöküş aynı zamanda korkunç bir ekonomik şoku da tetikliyordu.
Etkisi coronavirüsten bile daha korkunç idi. Zira bütün bu ekosistemler aynı
zamanda insanoğlunun en temel gereksinimlerini tedarik ediyordu.
Gıda
zincirleri, su ve hammadde kaynakları, hepsi tükeniyordu. Çok uzun olmayan bir
süre içinde tamamı bir patlama ile sona erdi.
Şehirler açlığa ve
karanlığa teslim oldular
Tarım
bitti. Buğday, çay ya da ekmek, her şeyin fiyatı uçtu. Denizlerde ve nehirlerde
balık kalmadı. Şehirler su tedarik etmekte zorlanmaya başladılar.
Bütün
canlılara beslenme kaynağı olan okyanuslar şimdi asla yenmeyecek biyolojik
atıkla doldu. İnsanların izlediği ekranların yapıldığı silikon ve çelik
kaynaklarına erişim de olanaksız hale geldi.
2040’ların
depresyonu insanlık tarihinde bu güne kadar hiç görülmemiş bir şeydi.
Toplu
Yok oluş olarak isimlendirilen süreç, Dünyadaki hayatın geri dönüşü olmayan bir
kıyamet dönemecini çoktan geçmiş olduğunun bir kanıtı idi.
Ya
da en azından felaketlerle dolu olan Orta Çağlardan bu yana.. 2030’ların İklim
Depresyonu endüstriyel kapitalist uygarlığın finansal ve ekonomik sistemlerini
bloke etti.
Ama
2040’ların Büyük Çöküşü ise en temel sistemleri bile çökertti. İnsanoğlunun
gıdaya, suya, ilaç ve tıbba erişimini kesti.
Şimdi,
2040’ların parolası – Yoksulluk.. Gerçek, derin ve dehşetengiz bir yoksulluk.
Endüstriyel kapitalist
uygarlık kaynakları tüketiyordu.
Enerji,
su, ilaç, yemek, temiz hava. Bunlar yoksa fiyatlandırmak, piyasaya sürmek,
pazarlamak ve yönetmek için ne gibi bir iş kalmış olur ki? Esasen hiç.
İşsizlik
karanlık bir akımın, yükselen bir öfke duygusunun ve şiddetin de önünü açmış
oldu. Elitler bu durumdan kendilerine avantajlar sağladı.
Önce
kentler susuz ve aç kaldı. Derken ülkelerin açlığı ve susuzluğu patladı.
Ülkeler ve kentler komşularından su ve gıda dilenmeye başladı. Ama komşularının
gıdası ve suyu da çok azdı. Hoşnutsuzluk kısa sürede güvensizliğe dönüştü.
Bu
da çağlar boyu olduğu gibi şiddeti doğurdu. Bütün gezegeni bir şiddet dalgası
sardı.
Bütün
ülkeler ve bütün kentler, birbirlerinin aleyhine de olsa, azalan su ve gıda
kaynaklarına saldırdı. Yoksulluk her zaman olduğu üzere çatışmalara neden oldu.
Sosyal yapı ve hiyerarşi
bitti
İş?
Görev? İstihdam? Aileler? İstikrar? Güvenlik? Umut? Gerçeklik? Anlam?
Ekonomi,
Toplum, Kültür ve Politika- uygarlığın duvarları ve sütunlar- çok keskin ve
tamamen değişmişti. Demokrasi? Geçmişte kalan bir anı..
Her
zaman olduğu gibi 2040’larda da, bu şoklar, politik sistemler olarak,
otoriterliği ve hiyerarşiyi yükseltti.
Bir
nesil önce iş şık ve sessiz ofislerde, bir amaca göre gerçekleştirilen bir
şeydi. Şimdi ise iş denilince akla istihbarat toplamak, savaşa gitmek, temel
kaynakları ele geçirmek için, bunlara şu anda sahip olan topluluğa karşı savaş
stratejisi geliştirmek geliyor.
Bu
topluluğun bir zamanlar müttefik olması da hiç önemli değil. İş alanları? Ya
bir paramiliter grupta militanlık, ya bir güvenlik şirketinde ya da silahlı bir
birlikte savaşçılık..
Tek
amaç var. Giderek azalan kaynakları kazanmak ve ait olduğu topluluğa
ulaştırmak.. Aileler? Onlar da artık – eğer bir aileniz kaldı ise – ayda ya da
yılda bir kez gördüğünüz birileri.. Umut, gerçeklik ve anlam? Kimsenin bunlar
için ayıracak zamanı yoktu.
Araştırma,
sanat, edebiyat, bilim, keşifler, yaratıcılık, bilgi bunların hepsi silinmişti.
Daha da kötüsü, artık bunlar, kimsenin ihtiyacı olmayan lükslerdi. Bütün
kurumlar parçalanmış ve yerlerinde de silik izleri kalmıştı.
2050’lerin acı gerçeği
işte bu idi.
Bu
10 yıl basitçe SON VEDA olarak isimlendirildi. İnsanlar 2050 başında anladılar
ki, kendilerine bu Dünya’da verilen o büyük hediye, yani hayat artık geriye
dönülmez bir yok olma sürecine girmiştir.
İnsanlığın
beslenme zincirleri patlamıştır. Bütün su kaynakları tuzla dolmuştur. Hayatın
devamı için gereken bütün hammadde ya tüketilmiş ya da ulaşılması imkansız
yerlerde, sellerin ve yangınların ardında kalmıştır.
Artık
hiçbir gelecek yoktur. Geride ölmekte olan bir uygarlığın son kalıntıları için
devam eden umutsuz, acı ve vahşi bir savaş kalmıştır.
Uygarlığın
olmadığı bir ortamda, herkesin önceliği kişisel güvenliği ve hayatta kalabilme
şansıydı. Sürreal bir ölçekte, komşu komşu ile, kent kent ile, ülkeler ülkeler
ile kanlı bıçaklı oldular. Dünyayı kan, ter, gözyaşı sardı.
2050
geldi ve uygarlığın son oyunu başladı. Toplumlar üstü üste göçtüler. ABD’de
eyaletler birbiri ardına bağımsızlıklarını ilan etmeye başladı.
Başkan
öfkelendi ve patladı. Ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ordu, Kanada ile su
savaşlarının içindeydi. Panama ve İran ile petrol için savaşıyordu.
Avrupa
ile onların elindeki ilaç stoklarını ele geçirmek için mücadele içindeydi. Çin
ile gıda kavgası veriyordu. Avrupa’da ülkeler, ellerindeki kaynakları zorla
almak için vahşi bir saldırganlık içindeki Rusya’ya karşı savunmada idiler.
Ama bütün çarpışmalar
mağlubiyet ile bitiyordu.
Asya’da
ise Çin bütün kıtaya kendi sistemini dayatmıştı.
Bir
zamanlar Kıtaya yumuşak güç formunda yayılmaya çabalayan Çin şimdi çok büyük
bir alanı etkili biçimde kontrol ediyordu.
Bütün
gıda, giyim, ilaç ve enerji kaynakları Çin’in seçkin azınlığının kullanımına
ayrılmıştı.
Bütün
bu on yıllar boyunca bir başka siyasi akım güç toplamaya başladı. Bir zamanlar
tamamen denetim altına alınmış olan faşist-otoritercilik siyasi hiyerarşinin
tepesine oturdu.
Faşizmin yükselişi
2020’lerde başladı.
2030’lardaki
İklim Depresyonu yeni bir güç kazandırdı. Yaşanan umutsuzluk, Britanya’da ve
Avrupa’da ultranasyonalistleri gücün zirvesine fırlattı.
ABD’de
ise Başkan ailesi yeni kuşak faşist hanedana dönüştü. 2040’larda, yani Yok oluş
döneminde, konsantrasyon kampları, taciz, azınlıklara yönelik soykırımlar
günlük istatistiklere dönüştü.
Ama
bütün bunlar hiç kimsenin umurunda değildi. Nehirlerin kuruduğu, okyanusların
zehre ve çamura bulandığı bir Dünyada, açlık ve sefalet kol gezerken hiç
kimsenin bu insanlık suçlarına dönüp tavır koyacak hali de kalmamıştı.
Aynı
süreçler ABD’de de yaşandı. Bir tür beyaz ırk nasyonalizmi güç kazandı. Sistem
göçmenlere yaşam alanları vaat etti. Ama sadece beyaz ırklara.. Britanya’da
insanlar bütün sorunları için Avrupalıları suçlamayı sürdürdüler.
Avrupa
ise yaşanan felaketler için bir günah keçisi arıyordu. Sonunda buldu.
Afrikalılar, Yahudiler ve Müslümanlar hedefe kondu.
Hindistan’da
kurban olarak Hindu olmayanlar hedef tahtasına kondu. Çin’de ise Han soyundan
gelmeyenlere saldırılar başladı.
Otoriter Faşizme
sürükleniş, ortaya ayrışmış Dünya çıkardı.
Birbirinden
kopmuş toplumlar, batan uygarlığı, makrosistemleri ve yıkılan kurumları
kurtarmak için işbirliği yapmak yerine, savaşı tercih ettiler.
Bütün
toplumlar, sorunları nedeniyle içlerindeki azınlıkları suçlamakla bu kadar
meşgulken, tam da bu nedenle onları toplama kamplarına atarken ve onları kent
meydanlarında teşhir ederken, onlardan nasıl bir işbirliği beklenebilirdi ki?
Nefretin körelttiği akılların bir araya gelip çöken küresel uygarlığa bir çare
araması mümkün değildi.
Yaşananları tanımlayacak
tek bir kavram vardı; Küresel Trajedi.
Bunların
hiç birisi olmayabilirdi. 2020’lerin Coronavirüs Depresyonu. 2030’ların İklim
Depresyonu... 2040’ların Büyük Yok oluşu..
Ve
nihayet 2050’de Evrene Veda...
Bunlar
olmayabilirdi ve binlerce yılda yükselmiş olan insanoğlu macerası parıldayarak,
canlı ve kucaklayıcı olarak devam ederdi.
İnsanoğlunun
evrendeki varlığının bu kadar trajik bir biçimde sona ermesi önlenebilirdi.
Bütün yapılması gereken
hayata, insana ve doğaya yatırımdı.
Yaygın
kamusal alanlara yatırım. Gezegendeki herkesin erişebileceği sağlık sistemleri…
Herkes için emeklilik garantisi.
Her
canlıya destek. Her büyük ekoloji için
koruma ve beslenme. Her ağaca yaşam hakkı. Her balığa var olma alanı.
Her
nehre temizlik. Okyanustaki her resife canlılık.
Eğer
2020’lerde insanlık bir araya gelip dev bir yatırım dalgasını başarabilseydi…
Şu
yorgun ve tükenmiş Dünyamızı onarmak, yenilemek ve renove etmek için güçlü ve
kalıcı adımlar atabilseydi.
Eğer,
insanlık hem kendisi, hem de gezegendeki tüm canlılar ve güzel bir gelecek için
bir plan oluşturup tavizsiz uygulayabilseydi.
Her şey farklı
gelişirdi.
Bütün
sorun aslında İnsanlığın bu son uygarlığının bir endüstriyel kapitalist sistem
olmasından kaynaklandı.
Endüstriyel
taraf şu mesajı veriyordu; “ Bizim görevimiz Dünyada kullanacağımız ne varsa
hepsini bulup çıkarmak”. Kapitalist taraf ise “ Ben Dünya ve insanlık ile
ilgili hiçbir alana yatırım yapmam. Benim tek derdim kar etmektir”.
İşte
bu nedenle, bu uygarlık aslında en çok yapması gereken bir işlemi yapamadı.
Tek
bir şey vardı; Kendisini var eden Dünyaya dikkat etmek. Kendisini
beslemek. Aslında, işler felaket
aşamasına gelmeden bu riskleri ve çözümleri görmek mümkündü.
Ne
kadar tuhaf..
Aslında
insanlığın vardığı bu uygarlık aşamasında gerekenden çok daha fazla gıdaya
sahipti. Ama hala aç milyonlarca insan vardı.
Dünya
ilaç sektörü yeterince ilaç üretiyordu. Ama birçok ülke hastalıklardan kırıldı.
Yeterli olanın çok fazlası para vardı, ama Dünyanın yarısı hala çok fakirdi.
Uygarlığın elinde her
şeyden fazlası bile vardı.
Ama
küçük bir azınlık, o var olan her şeyin çok büyük bir bölümünü gasp etmişti.
Geri
kalan devasa çoğunluk ise, bu dengesizliğin İnsanlığı nasıl bir faciaya doğru
sürüklediğini bir türlü ifade edemedi.
Bu
endüstriyel kapitalist sistem asla olgunlaşamadı. Zarafetin, aşkın, asil bir şekilde
yardımlaşmanın ve şefkatin gerçek anlamını asla keşfedemedi.
Bu
sistem son anlarında bile çiğ değerleri kutsuyordu.
Bencillik.
Paranoya. Nefret. Kendini beğenmişlik. Üstünlük.
Nihayet
tamamen kendisinin tanımladığı limitlere ulaştı. Daha ötesi yoktu. Her
çekirdeğin içinde doğum ile birlikte ölüm de vardır.
Ve
binlerce yıldır olduğu gibi bu uygarlık da çöktü. Tıpkı Roma ya da Machu Picchu
gibi.
Çöktü.
Yandı. Nihayet geride giderek sönen bir köz parçası kaldı.
Bu
yazı Umair Haque’nin bloğundan yararlanarak hazırlanmıştır
3 yorum:
Bu tür bir küresel trajedi senaryosu çok fenaymış
Waoovv... muhteşem ve ürkütücü bir senaryo. Çok ilginç. Ve de hiç akla aykırı değil. Yine de merak etmeden yapamadım; Umair Haque'nin bloğu nedir, nerededir ve bu blogdan ne kadar yararlanılmıştır?
Çok teşekkür ederim.
Umair Haque ismi Ömer Hacı olarak da düşünülebilir. Muhafazakar bir yazar. Sanırım Pakistan kökenli. Mevcut sisteme karşı şiddetli yazılar yazıyor.
Kendisinin Gezegen Çöküyor isimi bir yazısını okudum. Başlıklar ve öngörüler dikkatimi çekti. ( İngilizce) 3 kez okuduktan sonra kapattım. İnternette, kıyamet, çevre, ısınma, açlık, savaş gibi kavramlar ile ilgili kaynaklara baktım. Yaklaşık 10 gün kadar çalışıp bir kıyamet senaryosunun taslağını hazırladım. Sonra da kaleme aldım. Denebilir ki, ilham kaynağım yüzde yüz Umair Haque. Ama metin olarak sadece başlıklar ve öngörüler ölçeğinde yüzde 20 kadar yararlandım. Özgün yazıyı bulamadım. Ama bakarım tekrar.
Yorum Gönder