12 Aralık 2017 Salı

Turizmin Asilzadesinden Muhteşem Anılar

Önceki yazımda size Cemil Başargan Ağabeyimizi anlatmaya çalışmıştım.

Çalışmıştım, diyorum, zira onu birkaç sayfa yazıda tam olarak anlatabilmek mümkün değil.

Ne kadar yazıp çizsem eksik kalır, gözünüzde tam bir Cemil Başargan resmi canlandıramam. 

Cemil Baba, eskilerin tabiri ile nev-i şahsına münhasır bir kişilikti.

Bütün hayatı dost meclislerinde anlatılmaya değer anılarla dolu.

Her saniyesini kelimenin tam anlamı ile yaşamış…

Yaşar gibi yapmamış, yaşamış…

Yakışıklı…

Sanatkar..

Cesur..

Akıllı..

Merhametli…

Hitabeti güçlü..

Kamil insan olmak adına ne ararsan var..

Bütün bunların yanında Cemil Ağabeyimin bir de keyifli yönü var tabi.. Onun yanında kahkaha atmadan on dakika duramazdınız… Nedeni ise o kahkaha kaynağı anıları idi..

Ben hatırladığım birkaç tanesini aktarayım..

Sevgili Cemil Baba bekarlığında çok çapkınmış. Amiyane tabirle daldan dala konarmış. E heybede yakışıklılık var… Zeka var… Yetenek var..

1950’ler… Cemil Baba Ankara’nın popüler simalarından..

Daha ne olsun?

Ankara Samanpazarı o vakitler sanat ve müzik hayatının kalbi. Gazinolar. Müzikholler. Yemekli ve müzikli restoranlar.

Cemil Baba da bu mekanlardan birisinde çalıyor. Hem enstrüman kullanıyor, hem solist, hem de birlikte çalıştığı Latin kökenli müzik grubunun şefi.

Grubun bir de tercümanı var. Genç bir Brezilyalı kadın… Genç ve güzel…

Eh bir de Latin oluşunu dikkate alın.. O derece yani.

Cemil Baba kadına hasta…

Günlerden bir gün uzunca bir sohbet sonrası kadını tavlamış.  Bir öğleden sonrasında evine götürmüş. Ateş ile barut bir araya gelince ne olursa o olmuş.

Cemil Baba akşamüstü traş olmak için hazırlanmış. Bir yandan da evde uzun süredir sakladığı bir şişe Alman şarabını yudumlamaya başlamış.

Şarabın hikayesi ilginç ama. O yıllarda Alman Büyükelçiliği Cemil Ağabeyimi her ay en az bir kez program yapmak için davet edermiş. Şarap da o programların birisinin sonunda Büyükelçi tarafından hediye edilmiş kendisine.

Bir kadeh kendisi içmiş, bir kadeh de kadına ikram etmiş.  Şarap çok koyu kıvamda imiş…

Derken birden bir uyku bastırmış. Traşını acele ile bitirmiş.

“Birkaç dakika kestirir, ondan sonra kalkıp gazinoya gideriz” diyerek yatağa uzanmış.

Zaten bekar evi Sıhhiye’de, mekan da Samanpazarı’nda.  Taksi ile iki dakikada varırız, diye geçirmiş aklından.

Bir müddet sonra uyanmış. Saate bakması ile fırlaması bir olmuş. Hemen tercüman kadını da uyandırmış. Ama o biraz zorlanmış toparlanmakta.

“ Kalk hemen… Programa 15 dakika var… Taksiye binip yetişiriz.”

Hafif bir baş ağrısına rağmen fırlamışlar ve bir taksi çevirmişler. Beş dakikada Samanpazarı’ndaki gazinoya varmışlar. Programın başlamasına 5 dakika varmış ve gecikmedikleri için de gayet rahat davranıyorlarmış.

Kulise geçerken patron önlerine çıkmış.

“ Cemil Bey geç kalmak sizden hiç beklemediğim bir şeydi. Neredesiniz kardeşim?”

Cemil Ağabey şaşırmış. Daha 5 dakikaları var.

“ Hayırdır patron? Bak daha beş dakikamız var. Bize beş dakika için mi sitem ediyorsun?”

Patron daha da şaşkın…

“ Ne beş dakikası Cemil Bey? Dün gece de yoktunuz. İki gündür neredesiniz?”

Cemil Bey çok daha fazla şaşkın…

“ Patron bırak şakayı yahu… Ne iki günü?”

Patron bu kez hem şaşkın, hem de hafiften kızgın..

“ Cemil Bey, dün gece neredeydiniz Allah Aşkına… Hem siz, hem de tercüman hanımefendi… İkiniz de yoksunuz iki gündür..”

Cemil Baba bu kez hem şaşkın, hem hafiften kızgın, hem de biraz korkmuş..

“Patron sizin nasıl şakacı olduğunuzu biliyorum, ama bu biraz aşırı olmadı mı?”

Patron sürüp giden bu atışmaya noktayı koyar…

“ Cemil Bey meraktan öldük. Dün geceden beri neredeydiniz? Ayrıca tercüman hanım da yoktu. Sizinle birlikte miydi yoksa?”

Cemil Baba toptan inkara gider..

“ Yok patron. Ben evdeydim. Bir kadeh şarap içtim. Hafiften dalmışım. Sonra uyandım, koşarak işime geldim.”

İşin aslı ortaya çıkar. Cemil Baba gerçekten de yanındaki kadın ile birlikte tam 24 saat uyumuştur. Hatta uyku ne kelime, adeta komaya girmişlerdir.

Nedeni de daha sonra anlaşılır.

İçtikleri şarap koyu kıvamdadır. Cemil Baba’nın dikkatini çeker, ama önemsemez. Birer kadeh, adeta reçel kıvamındaki şarabı yer gibi yaparak içerler.

Meğer şarap çok sert ve kıvamlıymış. Bırakın bir kadehi, bir tatlı kaşığı alıp kadehte sulandırarak içilmesi gerekirmiş. Daha fazlası, hele hele o kıvamda bir kadehi insanı bayıltır, hatta öldürebilirmiş de…

Cemil Baba ve tercüman hanım neredeyse canları ile kumar oynamışlar. Ucunda ölüm bile olabilecek bir riske girmişler.


Allah korumuş…

5 Aralık 2017 Salı

Turizmin Kıymetlisi Cemil Başargan Ağabeyim

Siz eğer rahmetli Cemil Başargan Ağabeyimizi tanımadıysanız…

Hakkında bir şey bilmiyorsanız, çok şey kaçırmışsınız, demektir.

Bu kadar da iddialı konuşuyorum…

Sanıyorum rahmet istedi.

Sevgili Cemil Başargan Ağabeyimiz geldi aklıma.

1991 ile 1994 yılları arasında Bolu Abant Palace Otelinde birlikte çalışma şerefine nail olmuştum. Sağ olsun, ondan insanlık, müzik, sanat ve kültür adına çok ders aldım.

Cemil Ağabey Otelin müzisyeni idi. Akşam yemeklerinde piyanosu ile konuklara müzik dinletisi sunardı. Ne de güzel çalardı rahmetli…

Türkiye’de gerçek İstanbul Beyefendilerinin en son örneği idi ve ben son demlerinde onu tanıma bahtiyarlığına eriştim.

Muhteşem bir müzik yeteneği… Muhteşem bir ses…

Gözlerden, kulaklardan adeta fışkıran bir zeka.

Her zaman tam zamanında gediğine konulan taşlar… O bambaşka idi. Buram buram zeka ürünü esprileri ile kırar geçirirdi hepimizi.

Kalmadı öyleleri artık.

Hangi anımı anlatsam ki..

Bir akşam o harika otelin restoranında kalabalık bir müşteri grubuna piyano ile klasik müzik çalmakta ve inceden de sözlerini mırıldanmaktadır…

Şans işte… O hafta sonu otelin müşterileri farklıdır. İstanbul ve Ankara’dan gelen, rafine tatil zevklerine sahip seçkin misafirler yoktur.  O hafta sonu bir yedek parça şirketi oteli tamamen kapatmıştır ve bütün Anadolu’dan gelen bayilerini ağırlamaktadır…

Yedek parçacıları tenzih ederim.

Ama, içlerinde, Abant gibi nezih bir coğrafyada ve gerçekten de saray gibi bir beş yıldızlı otelde tatil yapmayı bilmeyen birçok görgüsüz de vardır.

Bir tanesi muhteşem bir Mozart klasiğinin tam orta yerinde bağırır;

“ Hele Babam bırak şu tıngır mıngır şeyleri… Hele bi çiftetelli döktür de oynayak şurada”

Cemil Ağabey yıllardır müzik yaptığı Abant’ta ilk kez duymaktadır böyle bir narayı.. Şok olur. Neredeyse yarım asırdır Türkiye’de sanat yapmaktadır. Hiçbir yerde böyle bir kabalık ile karşılaşmamıştır.

Kulakları uğuldamaya başlar…

Gözlerinde birkaç damla yaş patlamaya hazır bombalar gibi toplanır…

Söylemekte olduğu şarkının sözleri aklından uçup gider.

Sonra..

Yaşından beklenmeyen bir çeviklikle sahneden hışımla iner. Doğruca bu kaba müşterinin yanına gider. Masada koca bir kase cacık vardır.

“ Seni saygısız adam” diyerek bir kase cacığı adamın kafasına boca eder.

“ Senin gibi bir hıyara böyle cacık iyi gider”…

Otel yönetimi araya girer. Grubun liderleri adamı restorandan çıkarır. Birkaç bağırış, çağırış sonrasında ortalık sakinleşir.

Cemil Ağabey müziğe devam eder.  Yaklaşık 1 saatlik programını bitirir.

Odasına çıkar.

Tedirgindir.

Müşteriye yaptığı hareket nedeniyle ceza alacağını tahmin etmektedir. Sabaha kadar gözüne uyku girmez. Bir taraftan da tepkisinin biraz fazla mı kaçtığını düşünür.

Sabahı zor eder…

Kalkar, temizliğini yapar ve kahvaltıya iner…

Kahvaltı salonundan girer girmez müthiş bir sürpriz ile karşılaşır.

Orta yaşlarda, çok şık ve duruşundan kalitesini yansıtan bir adam kapının hemen az ilerisinde, elinde bir buket çiçek ile beklemektedir.

Son derece saygılı bir tavır ile Cemil Ağabeye yaklaşır.

“ Dün akşamki kabalık için sizden hem arkadaşımız, hem de şirketimizin buradaki bütün misafirleri adına özür dilerim.”

Cemil Ağabey şoktadır. Susar kalır.

Adam şirketin yönetim kurulu başkanıdır. Bayiler toplantısına bir gün gecikmeli olarak, o sabah katılmıştır.

Gelir gelmez akşam yaşanan tatsızlık raporlanır. Başta kafasına cacık kasesini yiyen görgüsüz olmak üzere, hemen herkes Yönetim Kurulu Başkanının kıyametleri kopartacağını ve Cemil Ağabeyden bu hareketinin hesabının sorulmasını isteyeceğini beklemektedir.

Gerçekten de olay anlatılır anlatılmaz öfkelenir.

Ama Cemil Ağabey’e bu saygısızlığı yapan bayisine… Zaten adam da bu olayı kendisine şikayet edenler arasındadır.

Yardımcısına döner;

“ Beyefendinin bayilik sözleşmesini iptal edelim.  Sanata ve sanatçıya saygısızlık yapan benim şirketimin toplum nezdindeki itibarını zedeler. Benim için sanat ve sanatçı şirketimin menfaatlerinden daha önce gelir.”

Ortalığı derin bir sessizlik kaplar.

Görgüsüz müşterinin gözleri fal taşı gibi açılmıştır. Ağzını açıp tek kelime söyleyemez.

Şirketin sahibi yardımcısına hemen bir buket çiçek hazırlatması talimatını verir.

Konu kapanmıştır.

Kapıya yakın bir masaya oturur, Cemil Ağabeyi beklemeye başlar.

İçeri girer girmez de hemen yanına gider ve özürleri ile birlikte çiçeği verir.

“ Cemil Bey, rahmetli Babam Ankaralıdır. Sizin müziğinizin hastası idi. Bizi de, başta siz olmak üzere, ülkemizin gururu sanatçılarımızın müzikleri ile büyüttü. Sizler Türkiye’mizin aydınlık yüzlerisiniz. Saygılarımı ve özürlerimi kabul edin.”


Cemil Ağabey susmuş. Sadece birkaç damla gözyaşı ile cevap vermiş.

10 Kasım 2017 Cuma

Avrupa’da Yükselen tehlike: Turizmfobi


Avrupa’da, turizmi orta vadede büyük bir tehlike bekliyor. Turizm ve turist artık sosyal belleklere ve zihinlere iki ‘düşman’ kavram olarak kodlanmış durumda. Barselona’da ve Venedik’te yaşananları bize çok uzak krizler gibi görüyoruz, ama büyük bir hata yapıyoruz.

Bu iki kent turizme ve turiste karşı isyan bayraklarının açıldığı öncüler olarak görünüyor. Ama gerisi gelecek. Turizmfobi bütün Avrupa’yı saracak. Türkiye’ye de farklı bir karşıtlık tanımı ile sirayet edecek.

Barselona özelinde olanları iyi analiz etmek gerekiyor. Bu kenti ziyaret eden turistlere karşı açıktan bir düşmanlık tavrı sergileniyor. Palma de Mallorca’da turisti terörist olarak gören ve turizm hareketini de bir işgal gibi yansıtan pankartlar açıldı.

www.tourism-review.com sitesinden bir yazının çevirisini sunuyorum. Dikkatle okumak ve dersler çıkarmak gerekiyor.

2017’de seyahat edenlerin sayısının 1.3 milyarı aşması bekleniyor. Low-cost olarak kategorize edilen havayollarının çoğalması ile birlikte yıllık uçuş sayıları da arttı. Yılda 37 milyon uçuş kaydı var. Bu gün Dünyada havayolu ile uçmak için müsait 4.2 milyon uçak koltuğu var. Turizmin yükselişi açık olarak ortada…

Uzmanlara göre Dünya ticari filosuna gelecek 10 yılda 10 bin yeni uçak eklenmiş olacak. Turistler 2017’de sadece uçak biletlerine 630 milyon dolar yatırmış olacaklar. Turizm Dünya GSMH’sının yüzde 10’unu oluşturuyor.

Ancak, bütün bu muazzam büyüme yeni problemler ve sorunlar yaratmadan da hayata geçmiyor. Bütüne bakarsak, turizmin yükselişi 21. Yüzyılın bu ilk birkaç yılındaki en sembolik fenomenlerden birisi olabilir. Kısa bir bakış bu konudaki birkaç düşünceye ışık tutabilir.

Birkaç rapora bakılırsa 5 binden fazla şehir olabildiğince çok turist çekebilmek için reformlar yapıyor. Bu reformlar sadece altyapı, kentsel planlama ile değil, aynı zamanda tarihsel ve kültürel hikayelerin kurgulanması, yerel gastronominin geliştirilmesi ve turistleri karşılayacak olan insanların eğitimiyle de ilgili.

Bu yatırımlar ve karşılıklar karşıt cepheden eleştiriler de alıyor. Mimarlar, şehir planlamacıları, sosyologlar, tarihçiler orijinal kentin adeta sahne dekoru malzemeleri ile tahrip edildiğini, geleneksel mutfak adına ortaya konanların aslında uydurulmuş olduğunu söylüyorlar ve hepsini, turistleri çekmek için tasarlanan taklitler olarak nitelendiriyorlar. Sadece bir örnek herşeyi tam olarak anlayacaktır; Turistik Barselona’da La Rambla caddesini ziyaret eden birisinin karşısına Pakistan'lı bir sokak satıcısı çıkar. Çin’de üretilmiş Meksika elişi ürünler satmaktadır.

Bazı şehirler turizmin kutupları olmak isterken, bazıları da bunu sorguluyor. Turizme karşı yükselen itirazlardan bir tanesi, sektörün kentler için bir yarar üretmemesidir. Örneğin, Karayiplerde ya da Avrupa’da limanlara gelen dev kurvaziyer gemileri: Seyahat edenler gemiden çıkıyor, çevreyi geziyor, ilginç yerleri ziyaret ediyor, bir fincan kahve bile içmeden her şey dahil modunda seyahat ettikleri gemiye geri dönüyor.

Otoriteler, hemşeri kuruluşları, tüccarlar ve yurttaşlar ve özellikle Avrupa’da olanlar artık hiçbir tüketim yapmayan ve sadece gezip tozan ve etrafı seyreden turistlerin kentlere ne faydası olduğunu merak etmeye başladılar.

Sembolik destinasyonlara gelince, ‘turizmfobi’ diye bilinen bir reaksiyon ortaya çıktı. Dünya Ekonomik Forumu tarafından Dünya’daki en iyi turizm destinasyonu olarak tanınan İspanya’nın Barselona, San Sebastian gibi kentlerde turistlere karşı saldırılar başladı. İnsanlar turistleri kenti terketmeye davet eden posterler taşıyor. Turist otobüslerinde ve bisikletlerde farklı açık muhalefet formları sergileniyor.

Daha da ötesi, fiziksel aksiyonlar da görüldü. Kimi gruplar bazı barları işgal ettiler ve turistlerin içeri girmesini engellediler. İspanyol Radyo Televizyonu tarafından hazırlanan bir raporda, bir Bask vatandaş şu talebini dile getirdi; Şehirde sadece arkadaşlarımın olduğu bir ortamda, turistler olmadan bir kahve içmeye hakkım var. Bu tepki acaba bir yabancü düşmanlığı sergilenmesi olarak mı algılanmalı?

21 yüzyılın tipik çelişkilerinden birisi olarak çok ilginç bir fenomen yaygınlaşmaya başlıyor. Bu çağda başarı aynı zamanda bir zorluklar kaynağıdır da. Büyük sayıda turist gelen yerlerde otoriteler ve kentin yerlileri yeni sorunlarla karşılaşıyor. Turistlere yasa dışı konaklama imkanları, uyuşturucu dağıtım kanalları, toplam çöp üretiminde artış, aşırı alkol almak için seyahat eden turistlerin yerleşikleri rahatsız etmesi. Turizmin gelişmesi aynı zamanda teröristlerin ve suç çetelerinin başka ülkelere rahatça seyahat etmelerine, yerleşmelerine ve operasyonlarını sürdürmelerine imkan tanıdı.

Gözden kaçırılmaması gereken bir başka gelişme ise, çevreyi korumak için yükselen hassasiyettir. 2017 Birleşmiş Milletler tarafından Gelişme için Sürdürülebilir Turizm Yılı olarak belirlenmişti. Bazı hükümetlerin kararları örnek olacak niteliktedir. Her yıl giderek artan sayıda uluslararası turistin seyahat ettiği İzlanda yüzölçümünün yüzde 70’inden fazla bir alanı Ulusal Park ilan etmeye hazırlanıyor. Kanada’da, ise bu yıl bitirilmesi ümit edilen Great Trail isimli 24 bin kilometrelik yolda– evet 24 bin kilometre- seyahat sevenler sadece yürüyerek, at ya da bisiklet ile seyahat edebilecekler. Araç kesinlikle yasak… Ya da Başkan Obama’nın Ağustos 2016’da almış olduğu tarihi karar. Bu karara göre Hawaii’deki Papahanaumokuakea Ulusal Anıtının genişletilmesi kesinleştiriliyor. Böylece 1.500.00 kilometre karelik bir alan, ki Peru’dan daha büyüktür- koruma altına alınacak. Bu alanda 8000 kadar hayvan türü yaşıyor.

Daha birçok başlığın eklenebileceği bu konular zamanımızda mevcut olan ekonomik, kültürel, kentsel, çevresel ve sosyal problemlerin ifadesidir. Bu çatışmaların bazıları gelecek yıllarda daha da kötüye gidebilir. Ülkelerin yönetimlerinin kararları çözüm için yetecek gibi görünmüyor. Eğer bir denge aranıyor ise bunun yolu diyalog ve mutabakatlardadır.


www.tourism-review.com sitesinden çeviren Adil Gürkan

19 Ekim 2017 Perşembe

Artık ana pazarlarımız Türkiye ve Asya Ülkeleridir

“Orta vadede Avrupa’dan Türkiye’ye yılda 30 milyon turist gelecek. Ege ve Akdeniz turizmcileri ihya olacak” diyebilmeyi çok isterdim.

Ama mümkün değil.

Bütün Dünyanın önüne en inanılmaz kolaylıklarla harika tatiller sunduğu Batılı turist artık Türkiye’ye mahkum değil. Dahası İspanya, Yunanistan, Mısır, Tunus’a da mahkum değil.

Bir parantez açıp deniz, güneş ve kum turizminin işportaya düştüğünü açık yüreklilikle kabul etmek durumundayız. Küresel ısınmanın etkisi ile Kuzey Avrupa kıyıları bile deniz, güneş, kum turizmine uygun hale geldi.

Ulaşımın kolaylaşması, her türlü bilgiye ve ürüne doğrudan ulaşma şansı Dünyayı bir turizm avm’sine dönüştürdü. Dolayısı ile sahil otellerinin ve bu otellerin bulunduğu beldelerin kendilerini tanıtırken kullandığı ‘ eşsiz, benzersiz, olağanüstü’ gibi sıfatlar anlamsızlaştı.

Okuduğu broşürde ya da websitesinde bir otel ile ilgili olarak ‘ eşsiz sahiller’ ibaresini gören bir Y kuşağı tatilcisinin tepkisi “ Nasıl yani?” oluyor.

Avrupa pazarı artık bildiğimiz, alıştığımız ve benimsediğimiz profile uymayan, çok farklı beklentisi olan kuşaklardan oluşuyor.

Çabuk tüketiyorlar.

Kültürü, sanatı, bilgiyi, modayı, yeni bir ürünü, yeni bir uygulamayı çok çabuk kullanıyor ve ardından kaldırıp sanal çöplüklere atıveriyorlar.

( Artık kolay kolay eşsiz, tertemiz, benzersiz diye niteleyemeyeceğimiz ) Sahillerimiz ve bu sahillere kondurulmuş otellerimiz Batılı tatilci gözünde rakipsiz değil.

Cazibe unsuru da değil.

Otellerimiz en rafine hizmetlerin müthiş bir saygı ve sevecenlikle sunulduğu mekanlar olmaktan çıkalı çok oluyor.

Güzelim deniz, güneş ve kumumuzu bu coğrafyanın kadim güzellikleri, gelenekleri, mutfağı, kültürü, doğası ile harmanlayamadık. Yüzlerce uygarlığın yaşam macerasından süzülüp gelmiş şu muhteşem ülkeyi nadide bir elmas gibi konumlandıramadık. Zengin ve gusto sahibi Batılı turistin gözünü, kulağını, midesini, kalbini kazanamadık.

Otel mi? Dev tüketim bandı mı?

Ford’un sanayi dünyasına hediyesi olan bant üretimi otellerde de geçerli.

Özellikle açık büfeler tam bir bant sistemi gibi. Bir uçtan giren kuyruklar, ne var ne yoksa silip süpürerek sondan çıkıyor.

Türkiye’nin son 30 yılda kazanmış olduğu Batı Avrupalı turist bu işleyişi kocaman açılmış gözlerle ve biraz da hüzünle izliyor. Çevresi ile ilişkilerde nezaketi ve saygıyı temel alan ortalama Batılı turist büfelerde gördüğü manzaralardan dehşete kapılıyor.

Örnekleri sayalım mı?

Büfelerdeki yemekleri tabaklarına elleri ile alanlar.

Önündeki sırayı hiç dikkate almadan, özellikle Batılı turisti ite kaka araya girenler

Büfede dizili yemekleri eli ile tadıp gerisini tekrar büfeye koyanlar

Lobilerde, altına kaka yapmış bebeğinin altını değiştirenler

Havuzlara büyük ve küçük abdestini bırakanlar

Bayanlar, baylar, Batılı turist artık bu gördüklerini yorum sitelerine yazmaktan da vazgeçti. Gittiği oteli, beldeyi, ülkeyi ömür boyu kara listeye alıveriyor. Bir daha gitmeyi düşünmediği gibi, herhangi bir yerde reklamını gördüğünde de yüzünü buruşturuyor.

Sadece bilançolara odaklandık, sürdürülebilirliği unuttuk

Son birkaç yılda adeta bir kuyumcu hassasiyeti ile uyguladığımız tasarruf tedbirlerini de açalım biraz. Görünüşe bakılırsa günü kurtardık. Ama geleceği kaybettik.

Ayakta kalmak ( ya da karlılığı sürdürmek ) adına gözümüzü giderlere ve maliyetlere diktik. 

Tasarruf giyotinimizin altına önce personeli gönderdik. Dünya standartları bir tarafa, departmanlarda işin yürümesi için gereken sayıyı bile kırptık. Servisi, kat hizmetlerini, eğlenceyi, mutfağı, restoranları adeta işlevsizleştirdik.

Büfelerde eski çeşitlilikten eser kalmadı. Et zor bulunan elmas gibi azaldı.

Çalışanların maaşları reel anlamda düştü. Turist ile muhatap olan çalışanlarımızın yüzü gülmüyor. Herkesin suratı asık. Bnun da nedenlerini turist ile paylaşıyorlar.

Kullanılan ekipman kalitesi geriledi.

En önemli silahımızı bozduk. Batılının imrenerek baktığı fiyat kalite dengesi tarih oldu.

Yorum sitelerine bir bakın. Animasyon ekiplerinin gır gır şamata yazdırdığı manüplasyon eseri yorumları bir tarafa bırakın. Her yorum sitesi kalitesizliği şikayet ediyor.

Geçmiş olsun. İki yılda Batıda bir mutsuzlar ordusu yarattık.

Türkiye, Batılı turist gözünde hala moda mıdır?

Türkiye’ye olan ilgi son birkaç yıla kadar yükselmekteydi. Siyasi iktidarın AB üyeliği ile ilgili olarak geliştirdiği politikalar bu yükselişin nedenlerinden birisi idi.

Birkaç yıldır süreç tersine dönmeye başladı. AB üyeliği Türkiye’nin gündeminden düştü. AB de Türkiye’yi arasına almak fikrinden uzaklaşmaya başladı. Sürecin arka planı bir siyasi analiz konusudur. Bu nedenle girmeyelim.

AB üyeliğinin yakın zamanda gerçekleşecek bir gelişme gibi algılanması Avrupa’da çok olumlu etkiler yarattı. Emekliler Akdeniz ve Ege’den ev alıp yerleşmeye başladılar. ( Bu olayda da sınıfta kaldığımızı bir not olarak düşelim. BU gün Kuzey ve Batı Avrupa’da hala binlerce insan Türkiye’den mülk edinme noktasında yediği kazığı anlatır.)

Gelinen noktada Türkiye ve AB siyasi ve ekonomik anlamda birer rakip konumuna geçtiler. Türkiye ve AB kamuoyu birbirleri hakkında halisane niyetler beslemekten uzaklaştı. Önceki yazıda da belirttiğim gibi, AB vatandaşları Türkiye’yi 10 yıl önceden çok farklı görüyor.

Dini inanç, yaşam biçimi, kültürel zenginlik, kalkınmışlık seviyesi, hukuk gibi alanlar her iki tarafı birbirinden kopardı.

Bu gün görüldü ki, Türkiye ile AB siyah ile beyaz kadar farklı iki ayrı yapıdır. Ortalama Batılı da bunun farkına vardı. 

Türkiye artık moda değil…

2017’nin en gözde 10 ülkesini arz edeyim. Önemli bir online seyahat haber portalından İngilizce olarak kaydettim.
1. Iceland
2. Montenegro
3. Malta
4. Finland
5. Cyprus
6. Bulgaria
7. Portugal
8. Serbia
9. Croatia
10. Spain

Türkiye artık moda olmadığı gibi, azımsanmayacak kadar geniş bir tatilci kitlesinden tepki de görüyor. Onlar artık Türkiye’yi tatil planlarından çıkardılar. Bu geniş kitle aralarında şu mazereti de çok sık tekrarlıyorlar;

“ Türkiye’ye tatile gidip para kazandırmak istemiyorum”

Bu gelişmeyi beklememiz gerekiyordu. Bu gelişmeye karşı bir B planını bundan yıllar önce hazırlamamız gerekiyordu. Olmadı. Şimdi, kaybedilen Avrupa’ya karşı alternatif pazarlar için dört dönüp duruyoruz.

Hızla kazanılan yeni pazarlar da beraberinde sorunlar getiriyor. Bu da ayrı bir analiz konusudur. Şunu ifade ederek bu faslı da kapatalım; Türkiye turizminde çalışanlar bu güne kadar hiç tanımadıkları farklı kültürler ile karşılaşıyor. Otellerimiz çok farklı yaşam tarzları, alışkanlıkları ve iletişim yöntemleri olan ülkelerden insanlara hizmet vermeye çabalıyor. Bu da beraberinde kültür çatışmaları getiriyor.

Yeni turistlerimiz ile çalışanlarımızın birbirini tanıması, kaynaşması ve sevmesi oldukça zorlu ve uzun bir süreç olacak gibi görünüyor.

Ama onları tanımaktan, alışmaktan ve sevmekten başka da bir şansımız yok

Türkiye’nin yeni normali bu…

Gelecek 10 yılda gerek sahiller ve gerekse diğer bölgelerimizin temel pazarları Türkiye ve Orta Doğu ile birlikte Asya olacaktır.

Bu biraz da bir atasözünü anımsatıyor;

Her kuş kendi türü ile uçar.

Batılı da artık kendisi gibi düşünen ve yaşayanlara gidip tatil yapacak. Asyalı, Orta Doğulu, Rus, Balkanlı da bize ve bizim gibi olanlara tatile gelecek.

Bir sonraki yazıya da epeyce not kaldı.


Gelecek yazıda bu yeni normale nasıl uyum sağlamalıyız? Neler yapmalıyız? Sorularının cevaplarına bakalım.

17 Ekim 2017 Salı

Türkiye Turizminin Gelecek 10 Yıldaki Yönü

Gelecek planlarını, Avrupa Birliği’ni esas alarak yapanlar kaybeder. Şöyle de ifade edilebilir; gelecek planlarında Doğu’yu temel alanlar kazanır.

Türkiye turizmi pazarlar noktasında bir sürdürülebilirlik arıyor ise, yönünü Doğu’ya çevirmek zorundadır. Batı olarak isimlendirilen Avrupa ülkeleri belirsiz bir geleceğe doğru kürek çekiyor. ( Bana göre ) ölü doğmuş bir proje olan AB’nin gelecek 10 yılda ne olacağı sorusunun net ve güvenilir bir cevabı yoktur.

AB Komisyon Başkanı’nın geçtiğimiz günlerde Katalonya krizi ile ilgili olarak sarf ettiği cümle bu konudaki büyük korkunun ifadesidir. Doğrudur, AB zirvesi Katalonya’nın tetikleyeceği bir parçalanmanın birliği yüze bölmesinden korkuyor.

Gelecek 10 yılda Batı Avrupa’nın bağımsızlıkçı hareketler ile daha çok karşılaşacağı gerçeğine hazırlanmak gerekiyor.

İngiltere ile AB boşanması zor gibi görünüyor

İngiltere ile AB ayrılış ile ilgili hesabı henüz kapatamadılar. AB’nin kuruluş felsefesi ve yasaları İngiltere’ye elini kolunu sallayarak bırakıp bu kadar kolayca gitme özgürlüğünü vermiyor. Birleşik Krallığın bu nedenle başı ağrıyacak, bu kesin.

AB bu ayrılığı kolayca kabullenecek gibi değil. Brüksel’de bu ‘boşanma’ karşılığında İngiltere’den 100 milyar Euro tazminat istenmesi konuşuluyor.

Turizm sektörü bu tazminatı dikkate almalıdır. Birkaç yıl içinde bu parayı ödemesi halinde, Birleşik Krallığın hem ekonomik dengeler anlamında, hem de moral olarak bir sarsıntı geçirmesi ihtimali yüksektir.

Temel tatilci kitle olan orta sınıfların tatile çıkmak için yeterli morale ve motivasyona sahip olmayacaklarını düşünmek zorundayız. Ülkenin bir kemer sıkma havasına girmesi tatile çıkma alışkanlıklarını frenleyecektir.

Avrupa Birliğini terk etme düşüncesi tahmin edilenden daha yaygındır. Ayrılma eğilimi, Birliğin temel güçlerinden olan Fransa’da bile güçlüdür.

Şu iki bilgi bu konuda bir fikir verecektir.

Fransa’nın Beaucaire kentinde aşırı sağcı belediye başkanı Julien Sanchez bir sokağa “Brexit” adını verdi.

İngilizler'e destek vermek için bunu yaptıklarını söyleyen Sanchez “Fransa da aynı yolu izleyerek Avrupa Birliği’ne veda etmeli” dedi. Sanchez’in üye olduğu FN partisinin lideri Marine Le Pen de, “Fransa’da da ayrılmak için referandum yapılmalı” demişti.

AB parçalanma eşiğinde mi?

Avrupa birleşme sürecinin başında refahı ve yaşam kalitesini yükseltmek ve Dünya’da güçlü bir jeopolitik oyuncu olmak gibi amaçlarla yola çıktı.

Birleşik Avrupa daha çok üretim, daha çok refah, daha çok güvenlik amaçlayan halklarının beklentisini karşılamayı hedefliyordu. Bu gelişmelere bağlı olarak da Dünya’da ‘sözü geçen’ güçlü bir stratejik oyuncu olacaktı.

Olmadı!

Bu kadar farklı kültürlere, alışkanlıklara, yaşam biçimine sahip milyonların, tek Avrupa ideali çevresinde kaynaşması başarılamadı.

Avrupa ülkelerinin bütünleşmesini bir tarafa bırakın, Batı Almanlar henüz Doğu Almanlar ile tek bir çatı altında yaşamayı içlerine sindirebilmiş değiller. Batı ve Doğu Almanya bile henüz tam anlamı ile entegre olamadı.

Gelecek 10 yılda kazan kaldıracak çok halk var

AB üyesi ülkeler halen herhangi bir kategoriye tamamen oturtulabilmiş değil. Askeri, kültürel, ekonomik, siyasal ve sosyal alanlarda farklı koalisyonlar ortaya çıkabiliyor. Doğu ve Batı ve Kuzey ve Güney ayrışmalarını yönetme noktasında zafiyet var.

Bırakınız büyük ölçekli bir birliği, henüz yaşadıkları ülkeye tam olarak entegre olmamış birçok halk var. Bu halkların yeni kuşaklarında bağımsızlık düşüncesi giderek daha geniş bir zemin kazanıyor.

Brexit sonrası krize girme riskleri çok yükselen Birleşik Krallığı terk etmeye hazır bölgelerde kazan kaynıyor. Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’da her an her şey olabilir.

Danimarka orta vadede Faroe Adaları ve Grönland ile bir baş ağrısı yaşayabilir.

Katalanların bağımsızlık yürüyüşündeki başarısı İspanya’nın Bask Bölgesi’nde külleri tekrar alevlendirecektir.

Korsika bağımsızlık rüzgarına kapılmaya en yakın adaylardan birisidir. Yakın bir gelecekte Fransa’nın siyasi gündeminin ilk sırasında Korsika olacaktır.

Daha sırada İtalya’nın ‘tembel’ bölgelerine bakmaktan bıkan Kuzey Ligi var. Veneto bölgesinde de ayrılıkçı söylemler yaygın.

İtalya'da Venedik kentinin bulunduğu Veneto bölgesi halkı, egemen federal bir cumhuriyet olmayı talep ediyor

İtalya'da Venedik kentinin bulunduğu Veneto bölgesinde bulunanlar, ülkeden ayrılıp, egemen federal bir cumhuriyet olmayı istedi.

En büyük bombayı yazmadım.

Bavyera.  İşte haberi;

Almanya'nın en zengin eyaletlerinden Bavyera'da faaliyet gösteren Bavyera Partisi, Katalanlardan etkilenerek Almanya'dan ayrılmak için çalışma başlattı

İspanya'da Katalonya'nın bağımsızlığı için yapılan referandum, Almanya'da da Bavyera'ya da örnek oldu.

Bavyera Partisi, Almanya'dan ayrılmak için bağımsızlık çalışmalarına başladı. Irak ve İspanya'dan sonra Almanya da önümüzdeki günlerde referandum tartışmalarının odağında olacak.

Bavyera Partisi'nin resmi Facebook hesabından yapılan açıklamada, ' 'Bavyera'nın özgürlüğü, Bavyera'nın Federal Almanya Cumhuriyeti'nden ayrılması bizim meşru hakkımızdır!'' ifadelerine yer verildi. Ayrılıkçı Bavyera Partisi, Bavyera'nın sahip olduğu zenginliğin Almanya ile paylaşılmasına karşı çıkıyor. Bavyera'nın şimdiden Katalonya'daki gelişmelerin etkisi altına girdiği belirtiliyor.

Avrupa önümüzdeki 10 yılda sarsılacak. Süreç paramparça olmaya kadar gider mi, şu aşamada bu kadar kötümser bir kehanette bulunmak zor.

Bu sarsıntılar ile boğuşan Avrupa halklarının gündeminde tatil çok önemli olur mu?

Tartışmaya değer.

Batı ile Türkiye arasındaki kopuş hızlandı

Ortada çok net olarak görülebilen bir algı değişimi var. Ortalama Batı insanı Türkiye’yi artık terör, muhafazakarlık, baskı ile birlikte görmeye başladı. Batılıların gözünde Türkiye bir Orta Doğu Ülkesidir. Araya kültürel ve sosyal kopuş girdi. ( Yoksa bu güne kadar hep bir yanılsama mı yaşadık? Batı ile hiçbir şekilde bir yakınlaşma olmadı mı? )

Geçmişte, birkaç 10 yıl boyunca Batı ile Türkiye arasında yaşanan duygusal yakınlaşma aslında tam bir aşk değil de, bir ‘One Night Stand’ mıydı?  Korkarım cevap evet. 

Her yıl milyarlarca dolar ve mark gelir nedeniyle şımarmış İspanya, Yunanistan, İtalya gibi destinasyonları hizaya çekmek için seçenekler arayan Avrupalı turistin aklına önce Türkiye geldi.  Sahillerimiz bir anda milyonlarca Avrupalı ile doldu. İlk 10-15 yıl kadar bakir koylarımız, tertemiz denizimiz, henüz betona boğulmamış sahil kentlerimiz Avrupalının gözünü de, gönlünü de cezbetti. ( Ya da sadece cüzdanını mı? )


Bir sonraki yazıda: Artık ana pazarlar Türkiye ve hinterlandındaki ülkelerdir.