Toprağa tohum dikerek 1 TL, bina dikerek 1000 TL kazanılan zamanlardayız.
Demirin, çimentonun,
çivinin, tohuma ezici bir üstünlüğü var. Bir tohumu yetiştirmenin verdiği
hazzın yerini, betona tapınmanın şehveti aldı.
O nedenle ülke, Doğanın tek
bir hareketinde yerle bir olan iskambilden kulelerle doldu.
Coğrafyanın zehirlenmiş
toprakları da, evlatlarına başka seçenek bırakmıyor. Sular toprağa zehirden
başka bir şey vermiyor.
Tohum da bozuldu.
Felaketler
yaşanıyor. Birkaç on yıl geçiyor. Rahatlıyoruz.
Sonra Doğa bizi en masum, en
savunmasız anımızda yakalıyor. Ensemizden tuttuğu gibi hüzün ve yıkım
duvarlarına çarpıyor.
Ne ümit kalıyor. Ne yaşama
kıvancı. Ne aşk. Ne Özlem.
Ama iyi olan şu ki, pes
etmiyoruz.
Türkiye geçmişte birçok felaketi
mucizeye çevirdi.
Yine başarabilir.
Yapmamız gereken tek bir iş
var. Toplumsal belleğimizin yüz yıl önceki kayıtlarını açıp, önümüze rehber
olarak koymak. Kurucu felsefenin ruhunu ve aklını yakalamak. Bu adım, kaderi
yargılamaktan daha gerçekçidir. Daha cesurdur. Daha isabetlidir.
Yüz
yıl önceki manzara bugüne göre Cehennemin resmi idi.
Kan revan içinde kalmış
topraklar.
Eğitimsiz kitleler.
Savaş yorgunu erkekler,
kadınlar.
Barut kokusuna boğulmuş bir
hava.
Osmanlı Coğrafyasından göçüp
vatana sığınmış milyonlar.
Bilim ve akıl rehberliğinde
ve vicdanın hakemliğinde yola çıkan kurucu irade, on yılda akla sığmayacak
mucizelere imza attı. Cehennem temizlendi.
Ulus
şu alanlarda kenetlendi.
Eğitim.
İş alanları.
Sağlık.
Ev.
Huzur.
Güven.
Hakkaniyet.
Liyakat.
Kurucu irade, gözünü ve
ellerini, mazlumun, masumun, yoksulun, kimsesizin, kadının olduğu tarafa
çevirdi. Onların hak ve hukukunu esas aldı.
Göçlerle gelenler dahil
olmak üzere, milletin barınma gereksinimini, eğitim, kültür, sosyal gelişme
boyutlarını da hesaba katarak çözdü.
Ama hiçbir adımı “ ben “
diyerek atmadı. İkna ve kazanma odaklı hareket etti. Ekip çalışmasına inandı.
Müthiş kadrolar ile büyük işler başardı.
Sanayileşme gibi can yakıcı
ölçekte öncelikli bir atılımı bile, dengeli, bölgesel, kitleleri kucaklayacak
bir planlama ile hayata geçirdi. Her bir sanayi tesisini ve çevresini, sanat,
kültür, eğitim, spor olanakları ile bir yaşam alanına çevirdi.
Şimdi
yeniden sistem ve ortak akıl zamanıdır
Bu toprakların sosyal,
kültürel, ekonomik değerine paha biçilemez. Verdiğimiz bu kadar zarara rağmen
Anadolu/Trakya Coğrafyası hala Dünya’nın en değerli bölgesi.
Tarım arazileri
Doğal kaynaklar
İklim
Deniz
Güneş
Coğrafi Konum
Genç nüfus
Turizm
Devlet aklı, siyasetin
yanına, Üniversiteyi, Sanatı, Kültürü, Yatırımcıları, Gençleri, Çocukları,
Çevrecileri koyarak stratejik bir hamle yapmalı.
Sistem, bütün oyuncuların
görev tanımını oluşturmalı, yetki alanlarını belirlemeli, şeffaflığa dayalı bir
model ile her aktör hızla işine koyulmalı. Zamanımız az.
Böyle
bir güç birliği ülkenin geleceğini planlar ise?
Kaynakların en verimli
kullanılacağı sürdürülebilir gelişme dönemi başlar. Yeşil dönüşüm, bir daha
kesintiye uğramayacak şekilde devreye girer.
Yeşil Türkiye, nitelikli,
aydın, çevreci bir işgücüne kavuşur. 780 bin kilometrekarenin tamamı gelişmeden
payını alır. Bölgeler ışıldamaya başlar.
Metropollere dönük göç
baskısı kırılır. Hatta tersine göç başlar. Trakya ve Anadolu, nitelikli, aydın
kadrolar ile kendi rönesansını yaratır.
Hibrit çalışmayı sisteme
dahil eder ve böylece kalabalık ofislere, işyerlerine gerek kalmaz.
Bu rahatlama, hayatın her
alanında olumlu gelişmelere yol açar. Trafik yükü hafifler. Yapılaşma baskısı azalır.
Enerji tüketimi düşer. Kaynak israfının önüne geçilir.
Ne
yapmalı?
Sistem uzmanları
yetiştirmeliyiz. Sorunlar karşısında gardımızı almaktan ziyade, çözüme
odaklanan yapıcı kadrolar kazanmalıyız. İnsanlarımızı yeşil bir gelecek
bilincine kavuşturacak eğitimler organize etmeliyiz.
Türkiye’mizin şeffaflıkla
yönetilmesini – gönülden- istemeliyiz. İlk şart budur. Bunun için de olabildiğince geniş kitleleri
oyuna katmalıyız. Tartışmadan korkmamalıyız.
Herkes oyuna girmezse,
tartışma olmazsa, bütün ülke olarak kahramanlara bel bağlamaya devam ederiz. Ki
bu da, bu çağda boş bir beklenti olur.
Akıl zamanı.
Sistem zamanı.
2 yorum:
Sevgili Adil, son paragraf "ne yapmalı?", yeni bir soruyu peşinden sürüklüyor; o yapılması gerekeni nasıl yapmalı?
Aklına, düşünme emeğine sağlık! Özgürlükçü laik ve mutlaka kurumsal yetki ve sorumluluk özerkliğinde bir hukuk devleti erkine teslim demokrasi ile anca kurtuluruz. Ve bu ancalı koşulun da ön koşulu bilgiyle düşündürücü, bilgiyi sorgulayıcı zorunlu eğitimdir. Çünkü demokrasi ancak kendi geleceğini insanlığın geleceğine yol yapmayı düşünen seçmen bilinçleriyle ilerleyebiliyor. Seçmen, düşüne taşına kendini bilip kendinden sorumlu bilince yükseldiğinde kurtarıcı da beklenmez olur; çünkü millet kendisini kurtarma görevini üstlenmiştir bile.
Yorum Gönder