Yani, bu ülkenin sahillerindeki otellerde tatil yapanlar, bu ayrıcalık üzerinden çevrelerine hava atıyor mudur?
Türkiye’de tatil yapsalar
belki atabilirler.
Ya da şöyle diyelim,
Türkiye’de tatil yaptıklarını hissetseler, bu muhteşem ülkeye gelmiş olmanın
gururunu yaşayacaklar.
Türkiye’nin eşsiz
güzelliklerini görseler.. Kültürü ile tanışsalar. Ayakları plajdaki kumlardan
çıkıp muhteşem ormanların toprağına değse..
Doğanın ve tarihin dört bir
yana miras bıraktığı değerlere dokunsa…
Otelden biraz çıkıp
sahildeki Akdeniz fokunu görse..
Torosların eşsiz Sedir
ağaçlarının verdiği aurayı içine çekse..
Ama
onlar Türkiye’ye tatile gelmiyor ki..
Dev yatakhanelere, sanayi
tesislerinin bantları gibi işleyen dev büfelere dalıyorlar..
İspanya Mayorka’yı,
Tenerif’i, Barcelona’yı, İbiza’yı parlatıyor ve satıyor.
Yunanistan Mikanos’u,
Rodos’u, Girit’i…
Fransa’nın mücevheri
Paris’tir.
Mısır bile destinasyon
parlatmada bizden ileriye geçti.
Sharm el Sheikh’i dev bir
markaya dönüştürdüler.
Uzun
yıllar önce zihinlere kazıdığımız markalarımızı kaybettik.
Alanya, Side, Kemer, Belek
birbirleri ile hangi değerler üzerinden rekabet ediyor?
Doğal güzellikler?
Tarih?
Sanat?
Spor?
Çevre?
Yoksa fiyat mı?
Siz, kendiniz, bu bölgeleri
kategorize ederken fiyat kriterini kullanmıyor musunuz?
Her bir destinasyonu belli
fiyatlar aralığına yerleştirmiyor musunuz?
Türkiye’nin, Side’yi,
Alanya’yı, Kemer’i parlatıp sattığını söyleyebilir misiniz?
Şimdi gelelim gurur duymak
ile satın almak arasındaki ilişkiye..
Destinasyon pazarlaması ile
bir tatilden gurur duyma arasındaki bağı anlatacağım.
Biraz sabır lütfen..
Baştan alalım..
İnsanlar, ilkel çağlardan bu
yana bazı dürtülerle alış veriş yaparlar. Bu dürtüler binlerce yıldan beri
insanların satın alma alışkanlıklarını yönetir.
Nedir
bu dürtüler?
Farklı olma duygusu..
Ayrıcalıklı görünmek
arzusu..
Satın alınan üründen gurur
duymak arzusu..
Başkasının alamadığı prestij
vesilesi markalara sahip olmanın hazzı..
Örneğin, bir BMW sahibi
olmak bu duyguları yaşatır…
Mercedes de..
Keza Harley satın alanlar,
bunu yapabilmenin havasını atarlar..
Harrods’dan alış veriş insana gurur verir.
Harrods’dan alış veriş insana gurur verir.
Bir
zamanlar Türkiye tatili bir prestij vesilesi idi
Bundan yirmi yıl önceye
kadar Türkiye’de tatil yapmak bir gurur vesilesi idi. Ayağı Side’nin kumlarına
değenin başı göğe eriyordu adeta.
Almanlar başta olmak üzere,
Avrupalılar, Alanya’yı Kemer’i, Kaş’ı, Belek’i görmenin ve bu bölgelerde tatil
yapmanın yaşattığı hazzı anlatacak kelime bulamıyorlardı.
Side, Alanya, Kemer, Belek,
tatil ve seyahat sektörünün Mercedes’i, BMW’si, Harrods’u idi.
Konakladıkları oteller ise,
sadece konaklama içindi, bu günkü gibi bir Konaklama Sektörü AVM’si değillerdi.
O günlerde Avrupalılar otelleri sadece otel olarak değerlendiriyordu.
Seyahatten maksatları
gezmek, görmek ve tanımaktı.
Kahvaltı sonrası soluğu otel
dışında alırlar, ancak akşam yemeğine dönerlerdi.
Bir haftalık bir tatil
sonrasında, otel içinden ve çevredeki halktan onlarca dost edinmiş olarak
evlerine dönerler, uzun bir süre yaşanan güzel günlerin etkisinde kalırlardı.
Avrupa
turizm medyası Türkiye’yi manşetlere taşırdı
Sadece turizm medyası değil,
Almanya’nın, İngiltere’nin, Hollanda’nın, Avusturya’nın saygın gazeteleri,
televizyon kanalları bahar aylarında Türkiye’yi gündemine alır, sahil
kentlerimizi parlatırlardı. Yaz aylarının gözde ülkesi Türkiye idi.
Alman Bild gazetesinin, 2005
yılında Türkiye’de yaşayanları ve tatil yapanları Dünyanın en şanslı insanları
olarak tanımladığı manşeti hatırlarım.
Avrupa ile Türkiye arasında,
turizmin ürettiği sosyal romantizmden beslenen bir aşk yaşanıyordu.
Başta Antalya olmak üzere, büyük şehirler, Konya, Kapadokya, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Avrupalı tatilcinin ve gezginlerin kutup yıldızları idi.
Avrupa’da Medya adeta
Türkiye’mizin pazarlama gücü olarak çalışıyordu.
Derken
Türkiye’nin ürünü farklılaştı
Oteller kendi çaplarında
birer AVM’ye dönüştü. Buna konaklama AVM’si de demek mümkün.
Kentteki AVM’nin neredeyse bire bir benzeri yapılar otellerde ortaya çıktı.
Kentteki AVM’nin neredeyse bire bir benzeri yapılar otellerde ortaya çıktı.
Hatta bazı özellikleri ile
onların da önüne geçti.
Kentlerdeki AVM’lerin,
havuzu, plajı, hamamı, saunaları, masajı yok…
Ama şimdilik.
Kim bilir, sektörlerin bu kadar entegre olduğu bir Dünya’da, kentlerdeki AVM’ler Otelleri rakip olarak tanımlayıp birçok aktivite ekleyebilirler.
Evet! Oteller birer AVM’ye
dönüştü. Buna Yaşam Merkezleri demek de mümkün.
Turist ile Kent arasındaki
bağlar koptu. İnsanlar Otellerden dışarı çıkmaz oldular.
Turist, uçağa bindiği andan
itibaren, eve dönene kadar, otel ile tur operatörünün oluşturduğu bir koridorun
dışına çıkamaz oldu.
Yeni
turizm ürününde olmayanlar nelerdi?
Türkiye Dünya’ya, bileşiminde,
tarih, kültür, doğa ve insan olmayan bir turizm ürünü sunmaya başladı. Bu ürün,
turizmin kimyasına uygun bir yöntemle doğmadı.
Maliyet/kar/zarar/bilançolar
yeni ürünü dayattı.
Bir yanlış anlama olmasın.
Her Şey Dahil uygulaması,
alıcısı olduğu için ortaya çıktı.
2000’lerden itibaren
yaygınlaşan ve turizm trafiğinin odağına yerleşen bir tüketici tipinden
bahsediyorum.
“Otelden dışarı çıkmam..”
“Tatil süresince evdeki
çamaşır, bulaşık derdinden kurtulmuş olurum.”
“Yerim, içerim, yüzerim,
güneşlenirim…”
“Akşamları animasyona
gülerim…”
“Biraz da disko…”
Bunları telaffuz ederek tatilini
satın alan bir kitle var. Planlama aşamasında en ideal tatil coğrafyasını
seçmek için haritaya değil, kredi kartı limitine, bütçesine bakıyor önce..
Tatilin toplam bedelini
hesaplarken, evde kullanmadığı enerjinin, doğal gazın, suyun bedelini düşüyor.
Tüketmediği yemeklerin maliyetini bile hesaplıyor.
Gezeceği yerlerin
değerlerini değil, büfelerini, barlarındaki içkileri hayal etmeye başlıyor.
Bu
kesimin Türkiye’de tatil yaptığını söyleyebilir miyiz?
Geçti o devir..
Türkiye’de tatil yapanlar, Kuşadası’ndan
girer, Kapadokya’dan, Van’dan çıkarlardı.
Bu hat üzerinde görmedik
tarihi ve doğal güzellik kalmazdı.
Alanya’ya tatile gelen,
kahvaltısını otelde yapardı. Akşam ve öğlen yemeklerinde mutlaka Alanya
sokaklarının özgün lezzetlerini arardı.
Kemer’e, Side’ye tatile
gelenler her gün ve her gece dışarıdaki hayata karışırlardı.
Şimdi geçti.
Tur operatörleri artık
yemek, yatak, koltuktan oluşan bir paket satıyor..
Ha Side’de olmuş, ha
Kemer’de. Hiç fark etmez.
Üretim bantları misali
büfelere, tek tip odalara, tek tip eğlenceye gelen tatilci, bunun nesi ile
gurur duysun ki?
Eşine, dostuna ne ile hava
atsın?
Kendisini nasıl özel
hissetsin?
Bu
sistemin sürdürülebilirliği var mı?
Bilmiyorum.
Tanrı, bu alana yatırım
yapan bütün yatırımcılara güç, sabır, bol gelir versin.
Onlara da çok ihtiyaç var.
Ama inanıyorum ki, çok uzak
olmayan bir gelecekte, insanlar Türkiye’mizin mutfağına, havasına, suyuna,
dağına, kuşlarına, tarihine gelmeye başlayacaklar.
Anadolu kentlerinin
sokakları lezzet düşkünleri ile dolacak.
Bir dağın tepesindeki gölde
gördükleri çok ender bir kuş onlara gurur verecek. Dostlarına bu kuşu görmenin havasını
atacaklar.
Aspendos’ta bir konsere
gitmenin paha biçilmez havasını atacaklar. Hatay’da, Gaziantep’te mozaikleri
görmenin bahtiyarlığını anlata anlata bitiremeyecekler.
Uzak olmayan bir gelecekte
bütün Dünya Göbeklitepe’nin girişinde kuyruk olacak.
Bu kadim coğrafyanın
tamamını gezmeye, görmeye, tanımaya ömürler yetmeyecek.
İşte o zaman..
Türkiye’ye seyahat etmek tekrar
bir gurur vesilesi olacak.
Ama bu zirveye varmak için
önümüzdeki birçok tümsekten atlamamız gerekecek.
Türkiye tezgahını tek tip
üründen kurtarmak ilk adım olmalı. Bu tezgahı onlarca, yüzlerce ürünle
doldurmak için gereken her şey var elimizde.
Bu tezgah siyah beyaz değil,
gökkuşağı gibi olmalı.
Kafalar değişmeli.
Turizme tamamen bilanço
odaklı bakış açısı biraz farklılaşmalı. Bu işin, özü itibarıyla insanları mutlu
etme sanatı olduğu kabul edilmeli.
Üst düzey turist, sanatsal
ürüne, seri üretim ürününden daha yüksek bütçe ayırır. Bu nedenle sanat
yaparsanız açıkta kalmazsınız, buna inanın.
Tep tip turist yerine, din, dil, ırk, cins, tercih, kültür farkı
gözetmeksizin çok geniş bir yelpazeden insanlara kucak açılmalı.
Turizmciler Türkiye’yi
tanımalı, anlamalı ve sevmeli…
Savunmalı..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder